Yerel seçimlere üç gün kala sokakta, kafelerde, çalıştıkları yerlerde, okul yolunda gençlerle sorunlarını ve taleplerini konuşuyoruz.
Gençlik. Tek kelime altında topladığımız insanlar nüfusun genelinde görülen çeşitliliği içeriyor. Aralarında üniversitede okuyanlar, okuyup da çalışanlar, mezun olup da iş arayanlar, çalışanlar, işsizler var.
Gençliğin sorunları da nüfusun kalanının sorunlarından azade değil. İşsizlik, yolların bozukluğu, ulaşım, barınma…
Belediyelerden talepler konusunda ise çoğunluk talepleri dile getirme konusunda bile isteksiz. Taleplerin dikkate alınmayacağına yönelik algının etkisi olduğunu düşündürüyor bu insana. Öte yandan gençlerin görülmesi, yönetime katılmalarının teşvik edilmesini dile getirenler de var.
Gençken gençliğin sorunlarını konuşmaya çalışınca “Senin sorunların neyse bizimki de o” cevabıyla da sıkça karşılaşıyorum.
Sorun: Para
20’lerinin yaşında hem üniversitede okuyan hem de bir kitapçıda çalışan genç bir erkek sorun listesinin başına “Para”yı koyuyor.
Devletin verdiği kredilerin 300 liraya çıkacağı “müjde” diye duyurulmuştu. Ancak 15 milyarı bulan geri ödeme gerçeği çoğu genci kredi almaktan uzaklaştırmış. Alanlar da nasıl geri ödeyeceğini düşünüyor. 300 liranın hangi harcamaya ne kadar yettiği de meçhul.
“300 lira kredi veriyorlar onu zaten geri alacaklar. Burs, zaten yalan. ”
İş olsa vakit yok
Bir şekilde üniversiteyi bitiren de uzun iş arama süreciyle karşılaşıyor. İşsizlik yaygın sorun. İş yoksa para yok, evden çıkmak zorlaşıyor. Öte yandan ev kiraları yüksek, bir de "kızlı erkekli" baskıları var.
İşe girdikten sonra da zaman sıkıntısı baş gösteriyor. İş bulmasının uzun süre aldığını anlatan bir genç, işe girdikten sonra sosyal hayata zamanının kalmadığını anlatıyor.
İşsiz olanların ya da öğrencilerin zaman sıkıntısı olmasa da nakit sıkıntısı sinemadan tiyatrodan uzak kılıyor gençleri.
Genç bir kadın, devlet tiyatrolarında yer bulamamaktan, özel tiyatroların ise pahalılığından şikayetçi.
Biz çocukken…
Dersler ve elbet sınavlar da gençliğin etrafını sarmış durumda. Aynı zamanda ders kitapları satan bir erkek, eğitimdeki sorunlardan bahsederken gençlerin bilinçsizce derslere gömüldüğünü, çevresini bilmeden yaşadığını söylüyor.
Kendisi de bir üniversite bitirmiş, ikisini yarım bırakmış. Sorunlarını sorduğumuzda “Sonuçta buradayım işte” diye cevaplıyor.
Üniversite mezunu sayısındaki artış, özel sektörün en az paraya çalışanı seçme eğilimi gençleri ya ucuza çalışmaya ya da işsizliğe götürüyor.
Üniversite mezunu başka bir kadınla kafede çalışırken konuşuyor. “Çocukken ekonomik koşullar iyi olmasa da en azından geleceğe dair umudumuz” vardı derken şimdi bu umudun azaldığını ve güvensizliğin arttığını anlatıyor.
Şimdi gençliğin yokluk ve yoksunluk içinde yaşadığını, eğitimin iktidarın elinde olduğunu ve gençliğin sıkıştırılmış olduğunu söylüyor.
Yarışalım mı?
Sınavlar, yarış, iş bulma macerasından bahsederken “Gençlerin iş bitirici, yanı başındaki ez-geç mantığıyla” büyüdüğünü ve bunun da onları “insani değerlerden yoksun bıraktığını” anlatıyor.
İş bulunduğu takdirde de yaşamı sürdürebilecek koşullara ulaşmanın zorluğu herkesin dilinde.
Öte yandan devlet şiddetiyle burun buruna gelmiş bir gençlik var. Bu gerçeğin gençlerdeki etkisi yadsınamazsa da bununla gelen direniş ve dayanışmanın yarattıkları da ortada.
Gençlik “için”den önce gençlik “ile”
Büyük bir genel seçim havasında olsa da önümüzdeki yerel bir seçim. Dolayısıyla isteksizce de olsa dile getirilen talepler belediyelerden bekleniyor. Gençlik merkezleri, sosyal alanlar gibi ilk başta akla gelenlerin yanı sıra belediyenin kültürel ve sanatsal faaliyetler için açtığı kursların öneminden bahsedenler var.
Öte yandan gençlere yönelik mekanlar ve çalışmalardan ziyade gençlerle bir şeyler yapmanın daha elzem olduğu da dile getiriliyor. Gençlerin sözü var, onların yönetime katılma yollarını açmak ve bu sözlerin onların söylemesini sağlamak sorunları daha temelden çözebileceğe benziyor. (BK)