Bir süre seslerini duyamayabiliriz. Yaratıcı protesto biçimlerini, pankartlarında ve basın açıklamalarında kullandıkları “ötekinin dili”ni göremeyeceğiz belki. Zira misyon tamamlandı. AKP yüzde 46.7 sini aldı, Abdullah Gül de bunun doğal yansıması sonucu cumhurbaşkanı oldu.
Bu arada “öteki” tanımı tavsadı. Kısa bir süre önce Türkiye’nin temel meselesinin militarizm olduğu, muhtıraların bu ülkede demokrasiye zarar verdiği, bu nedenle darbelere karşı demokratların birlikte mücadelesi adına ortaya çıkan ve iç gıcıklayıcı metinler ile herkesi harekete geçirmeye çalışan genç arkadaşlarımız, en azından “sivil” sıfatı ile ortada pek görünmeyebilirler.
Sivil gitti gençlik kaldı yadigar
Zira Gül’ün cumhurbaşkanlığını insanların içine sindirmesi için, “Biz yedi yıl Ahmet Necdet Sezer’e katlandık, siz de yedi yıl Abdullah Gül’e katlanın” diyebilme cesaretini kendilerinde gördüler. Kendilerini sivil platformdan iktidar saflarına fırlatan arkadaşlarımız mesafeyi giderek açtılar. 22 Temmuz’u milat kabul eden algı evreni onları demokratlardan ayırdı, ne yazık ki malum sivilleri TCK’ya konmak istenen “Zina yasası” savunucuları ile 301 tartışmalarını “Bizi arkamızdan hançerlemek istiyorlar” diye özetleyen fikriyatın payandası haline dönüştürdü. Zaten kamuoyu onları artık birer sivil olarak görme eğilimini yitirdi.
Geçenlerde Kanal D Ana Haber bülteninde Abdülkadir Aksu’nun İçişleri Bakanı olmamasının sebeplerinden biri olarak gösterdiği “bizimki”lerden “Adalet ve Kalkınma Partisi içinde kendilerini Genç Siviller olarak adlandıran bir grup” mealindeki cümle ile söz edilmesi yeni siyasa içerisindeki konumlarını gösteriyor.
Kimdir sivil?
“Sivil” sözcüğünün anlamındaki kayma, onlara doğrudan sirayet ediyor. Zira sivil olmak demek sadece “askeri” olandan ayrılmak demek değildir. Sivil olmak, sivil ve askeri bürokrasisi ile devletin yarattığı nüfuz alanından bağımsız, devlet organizasyonunun dışında olmak demektir. Sivil, siyasete müdahale edebileceği gibi, “üniformasız” ya da “takım elbisesiz” düşünebilmeyi içkinleştirmek için mücadele verendir.
Sivil olmak, “Biz yedi yıl Sezer’e katlandık, siz de yedi yıl Abdullah Gül’e katlanın” dememek, “Gelin siz bir fedakarlık yapın ve Abdullah Gül üzerinde uzlaşın” diyerek bir zamanlar onlar gibi davrandıkları demokratlara karşı dayatmada bulunmamaktır. Zira sivillik devlet organlarının birisinin başına geçecek herhangi yöneticiyi eleştirmek, onun iyi yanlarını olduğu kadar kötü yanlarını da ortaya koyabilmektir.
Sivillik Aliye Öztürk’ün adaylığını bir tarafa koyup, devlet kademesinde yıllar boyu en sağlam yeri edinmiş, eşi başörtüsü ile üniversiteye gidemiyor diye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtığı davayı sonradan makamında rahat rahat oturabilsin diye geri çeken birisinin, dört buçuk yıllık tek başına iktidarında çözemediği başörtüsü sorununu köşke oturtmak için çaba harcamak, kendileri gibi düşünmeyenleri horlamak, hele de sivil sözcüğünün içini boşaltmak hiç değildir.
Sivil, devletle arasına mesafe koyan kişidir
Sivillik devletten, kurumlarından, devlet kademelerinde yöneticilik yapanlardan belli bir açıklıkta durup, yaptıkları yanlışlığı yüzüne vurabilmektir. Fiji Genel Kurmay Başkanı’nı eleştirdiği gibi, kendi sivil bürokrasisini de gerektiğinde topa tutabilmektir. Ama öyle dostlar alışverişte görsün kabilinden, zor duruma düşüp mecbur kaldıkları için “AKP’nin Çiçek ve Aksu ile İmtihanı” başlıklı mektuplar yazarak değil. İçlerinden öyle geldiği, demokrasi bunu gerektirdiği için. Sivillik zahmetli iştir.
Sivil olmak içinde devletteki güç savaşımına muhalif olmayı, kendi ifadeleri ile konfordan vazgeçebilmeyi gerektirir. Bunun için gerekirse mesela TCK’ya konan zina yasasına kadınlar lehine tutum almak, hayatı başörtüsü yasağının çizdiği eksenin dışına da çıkarak görmek gerekir.
Hizmet alan - hizmet veren ayrımı
Genç Siviller 22 Temmuz öncesi Taksim’de açtıkları mütevazı ofiste, “favori milletvekili adaylarını” ağırlıyordu. Birisi AKP adayı Özlem Türköne, diğer ikisi ise Ertuğrul Günay ve Baskın Oran’dı. Orada destek amacıyla bulunduğum süreç içinde daha sonra “Özlem siyasette yeni” repliği ile sık sık gündeme gelen ve milletvekili seçilen Özlem Hanım'la tanışmıştım.
İsimlerini saydıkları diğer kişiler de büroyu ziyaret ettiler mi bilmiyorum. Ancak başörtülü kadınlar için “Hizmet alan – hizmet veren” ayrımını yapacağını seçim kampanyası için çekilen videosunda açık ve net biçimde açıklayan Baskın Oran, Genç Siviller’in gözde milletvekili adaylarından biriydi.
Sonra ne olduysa oldu, meclise Türkiye İşçi Partisi deneyiminden bu yana girebilen ilk sosyalist milletvekili (haksızlık etmemek için Akın Birdal’ı da ekleyebiliriz listeye) Ufuk Uras için e-posta gruplarında sıkı bir eleştiri kampanyası başlatıldı. Uras’ın ne türban meselesinde Kemalistler ile işbirliği yapmadığı kaldı, ne “sözde” Marksistliği. Üstelik eleştirinin tonu, tavır ve gidişini beğenmediği çocuğuna, sınıftaki çalışkan arkadaşını örnek gösteren anne kıvamındaydı: “Bak öteki ağlıyor, sen ağlamıyorsun, o vakit solcu filan değilsin.”
Sanki bir sosyalist, İslamcılığı benimsemek, Türkiye’de oyunu siyasal İslam’ın kuralarına uygun oynamak zorundaymış gibi. Emperyalizmle oydaşmayı siyasetinin temeli haline getiren “Ilımlı İslam”ın Ortadoğu örneklerini kabul etmek zorundaymış, Türkiye’nin İslamcılaşmasını onaylamak durumundaymış gibi.
Aklıselimin buyurduğu…
Elbette her aklıselim sahibi, Türkiye’de başörtüsü sorununun acilen çözülmesi gereken bir insan hakları meselesi olduğunu bilir ve savunur. Başörtülü bir kadının hem okuması hem de eğitim gördüğü alanda çalışabilmesini savunmak demokrasinin bir gereğidir.
Ancak toplumun İslamileştirilmesi projesine karşı durmanın Kemalist ideoloji ile bir tutulması, iktidar yandaşı iken demokrasi oyunu oynama heveslisi “Neo- Müslüman” gençlikte ortaya çıkan yeni hastalık. Hem çok uluslu şirketlerin, emperyal güçlerin sırtından ittirdiği iktidarın kazandığı önemli seçim zaferini “halkın muhtırası” diye 99açıklama indirgeyiciliğinden geri durmayacaksın, hem de demokrasi oyunu oynayacaksın!..
Velhasılı kelam, Genç Siviller’in kullandığı “ötekinin dili” meğerse sadece başörtüsünün diliymiş. Askeriyenin muhtıra diline karşı geliştirilen demokratik dil aslında, muhtıraların ötekileştirdiği herkesin dili değil, “Neo - müslüman” hareketin diliymiş. Kandırılmışlık hissiyatını tadanlar için ne vahim bir sonuç.
Sizin artık bir cumhurbaşkanınız var.
Ben ise hala sivilim. (MU/NZ)