Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Friedrich Ebert Vakfı (FES) Yönetim Kurulu Başkanı ve Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz, “Sosyal Demokrasi ve Refah Devleti: Almanya’dan ve Türkiye’den Perspektifler” başlıklı bir panelde bir araya geldi.
Friedrich Ebert Vakfı ve Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) ortaklaşa İstanbul Beşiktaş’taki bir otelde düzenlediği panelde Türkiye ile Almanya’nın ‘refah devleti’ ve onun optimal çerçevesi olan sosyal demokrasi konuşuldu. Dünyanın değişen toplumsal ve ekonomik koşulları da panelin konuları arasındaydı.
Panele Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile birlikte katıldı. Panelin açılış konuşmasını FES Türkiye Temsilcisi Henrik Meyer ve SODEV Başkanı Ertan Aksoy yaptı. Ardından Kemal Kılıçdaroğlu ve Martin Schulz birer konuşma gerçekleştirdi.
"Güç sahibi olanlar bireyin onuruna saygı duymalı"
İlk sözü alan Schulz, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek sene 100 yaşına gireceğini belirterek Avrupa ve dünya için kilit bir ülke konumunda olduğunu söyledi.
Ardından da “Refah devleti nasıl teşkilatlanır, sosyal adalet nasıl gerçekleşir” diye sordu. Bu konunun sadece Türkiye için değil tüm dünya için önemli olduğunu söyledi:
Son 100 yıla baktığımızda büyük savaşların, şiddetin, totalizmin açığa çıktığı, insanların kendi ülkelerinden sürüldüğü, Nazi şiddetinden beslenerek devletlerin egemenliğinin devrildiği bir çağ gördük. Her zaman şiddetten güç alan ve demokrasiye karşı çıkan bir olgudan bahsediyoruz.
Bunu değiştirebiliriz. Demokrasi ne zaman yaşayabilir? Güç sahibi olanlar, her bir bireyin onuruna saygı duyarsa… Demokrasi ancak böyle ayakta kalabilir. Demokrasiyi sağlarsak refah devleti yaratabiliriz.
Refah devleti derken bir bireyin temel ihtiyaçlarından, ailelerin temel ihtiyaçlarından bahsediyoruz. Bunların güvence altında olması lazım. Demokrasinin ferahta öyle bir payı var ki... Sosyal adaletin gerçekleşebilmesi için toplumun zenginliğinin eşit bir dağıtılması gerekiyor. Refahın organizasyonu zenginliğin adil bir biçimde dağıtılmasıyla ilintili. Ertesi günün güvenli olması gerekiyor. Toplumsal zenginlik için dağıtımın adiliyeti gerekiyor.
Zengin olan insanlar için yarın sorun olmayabilir. Ama bu günlük yaşamda insanlar hayatta kalabilmek için büyük bir mücadeleler veriyor. Bu nedenle sosyal demokrasinin tesis edilmesi refah devleti için temel şarttır.
Hayat, insanların bir sonraki gün işini kaybedeceği gibi, çocukların okula aç gideceği gibi bir tehlike barındırıyorsa insanlar çaresizlikten ve korkudan basit çözümlerin arkasından giderler.
Başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü olmak… Başkalarına saygı duyarsanız onurlu bir toplum oluşturabilirsiniz. Sosyal demokrasi için mücadele edelim. Bunu yaratmak bizim hedefimiz.
Kılıçdaroğlu: Türkiye'de eşitlik ve adalet kalmadı
Schulz’un ardından Kemal Kılıçdaroğlu kürsüye gelerek kendi konuşmasını yaptı. Kılıçdaroğlu cumhuriyet tarihinde ilk defa gelir dağılımının bozulduğunu söyledi. Eşitliğin ve adaletin kalmadığını dile getirdi.
Gelişmiş ülkeler refah devletini tartışırken Türkiye’nin derin yoksulluğu tartıştığını ekledi:
Sosyal demokrasi ve refah devleti. Konu oldukça güzel. Doğaya ve doğanın önemli bir parçası olan insana değer veren bir siyaset anlayışı. İsteriz ki sosyal demokrasi felsefesinin gerektiği ölçüde her insanın mutlu olması, çevremizin güzel olması, doğanın tahrip edilmemesi dolayısıyla güzel ve sağlıklı bir dünyada hep beraber yaşayalım. Her birimizin ihtiyaçları bir şekliyle kamu tarafından karşılanmış olsun. Ama bu karşılıksız değil. Kamu ancak çalışarak, üreterek, emek harcayarak sizlerin kazancından aldığı kaynakları toplum için harcayabilir.
Sosyal demokrasiyi ve refah devletini beraber düşündüğünüzde aslında ikisi birbirini tamamlayan kavramlar. Çünkü sosyal demokrasi önceliği insana veren, eşitlikten, demokrasiden, adaletten söz eden kavramlar. Refah devletiyse gelirin hakça dönüşümünü, bölüşümünü öngören bir kavram.
Elbette ki Türkiye. Bulunduğu coğrafya gereği önemli bir yerde. Güzel bir ülkede yaşıyoruz. Ama sorunları çok fazla olan bir ülke ve bu sorunların aşılması için Türkiye'nin mutlaka ve mutlaka güçlü bir sosyal devlet anlayışını hayata geçirmesi gerekiyor.
Var olan sorunların çözülmesi ve refah devletine doğru önemli adımların atılması için bir sosyal demokrasi anlayışının Türkiye'de iktidar olması gerekiyor.
Biz bunu yapacağız. İnançla, kararlılıkla ve azimle yapacağız. Tarihin bize yüklediği böyle temel bir görev var. Var olan sorunların çözümü için sosyal demokrasi kaçınılmaz olarak toplumun gündemine gelmiş durumda.
Sadece siyasilerin değil, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, meslek kurul hep beraber sosyal demokrasiye olan ihtiyacı dillendirmesi gerekir.
Refah devleti dediğimiz gelirin hakça bölüşümüyle birlikte gelirin sağlıklı ve dengeli bir şekilde artması demektir. Çünkü kişilerin yaşam standardını yükseltilmesi temel ilke olarak önümüzde duruyor.
Ancak Türkiye'den şöyle bir tablo var karşımızda. Cumhuriyet tarihinde ilk kez alt gelir gruplarından çok dar bir üst gelir grubuna olağanüstü kaynak transferi yaşanıyor. Bu gelir dağılımı olağanüstü bozuyor. Gelir dağılımı bozulduğu için derin bir yoksullaşma yaşıyoruz. Gelişmiş ülkeler refah devletini tartışırken biz derin yoksulluğu nasıl giderebiliriz onu konuşuyoruz.
Schulz: Vergi yükü 48 milyon çalışan insanın omuzunda
Kılıçdaroğlu ve Schulz’un konuşmalarının ardından Tülin Daloğlu’nun moderatörlüğünde soru cevap kısmına geçildi.
Daloğlu ilk soruyu Schulz’a “İnsan onuruna saygı, sosyal devlet ve refah devleti için en önemli konu dediniz. Şu an her şey bir yanılsama gibi duruyor. Mültecilerin durumuna baktığımızda Avrupa devletlerinin mültecilere bakış açısına baktığımızda çok farklı bir şey görüyoruz. Sosyal devleti kurma bağlamında mültecilere yaklaşımı konusunda ne söylersiniz?” diyerek yöneltti.
Schulz bu soruyu şöyle cevapladı:
Şu an içinde yaşadığımız dünyada her şey birbiriyle bağlantılı. Yatay ilişki içinde olan konular var. Hukuk, sağlık, eğitim, ulaşım politikası, iç güvenlik, mali politikalar… Sosyal demokrasi için konuşuyorsak öyle bir mekanizma oluşturmalısınız ki bunların hepsi uyumlu olsun.
Bir tarafta Avrupa Birliği içinde de zenginler vergi muafiyetinden kaçmak için birtakım limanlara sığınıyorlar. Google, Amazon milyarlarca dolar kar ediyorlar ama vergi vermiyorlar. Öte yandan vergi yükü 48 milyon çalışan insanın omuzunda.
Acaba toplumun çok küçük bir yüzdesi çok büyük varlığının vergisini ödemediğinde bu adalet midir? Ama çalışanlar çok büyük oranlarında vergilerini veriyorlar.
Hepimizi etkileyen bir konu var. Rusya’nın Ukrayna karşı başlattığı savaş enerji ve gıda krizine neden oldu. Benim seçim bölgemde 100 euro doğalgaz faturası ödeyen şimdi 500 euro ödüyor. Zenginseniz bu problem değil.
Ama insanların çocuğunun eğitim masrafını karşılayamaz duruma gelmesi felaket. Biz üslerindeki yükü azaltmaya çalışıyoruz. Ama milyarlarca kazanan kurum ve kimselerin daha fazla vergi ödemesi gerekiyor ki devlet ihtiyacı olanı koruyabilsin.
Mülteci sorununu çözebilmek için zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasında daha iyi işbirliğine ihtiyaç var. Zenginliğin fakir ülkelerle paylaşılmamasının çok daha adaletli olduğunu düşünmüyorum. Sosyal demokratik bakış açısı için adalete dayanan çözüme ihtiyaç var.
Kılıçdaroğlu: Çocuklarımız düşük gelire mahkum edildi
Daloğlu, daha sonra Kılıçdaroğlu’na “Refah devleti yolunda gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılması için yoksulların durumunun düzeltilmesi önemli. CHP’nin bu konuda Aile Sigortası Projesi var. Ancak şunu merak ediyorum. Aşırı kazançlı ve özellikle son 20 senedeki haksız kazançlar adına ‘servet vergisi’ konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Kılıçdaroğlu bu soruyu şöyle yanıtladı:
Gençler Türkiye'nin geleceğinden ciddi endişe duyuyorlar. Büyük bir kısmının ‘yurtdışına gitsem daha özgür ortamda çalışabilir miyim, iş bulabilir miyim’ gibi düşünceleri var.
Gençlerin umutsuz olmalarının temel nedeni şu. Bizim kuşak babalarımızdan, annelerimizden daha iyi bir eğitim aldık ve onların yaşam standardından daha iyi bir yaşam standardını yakaladık. Ama bizim çocuklarımız bizden daha iyi bir eğitim almalarına karşın daha düşük bir gelire mahkum edildiler. Dolayısıyla çocuklar umutsuz bir tabloyla karşı karşıyalar.
Gençlerin hayalleri var. Hayallerini büyütmelerini isterim. Ancak gelir dağılımındaki ciddi bir bozuklukla karşı karşıyalar. Gelir dağılımındaki bozukluk giderilmiyor tam tersine katmerleşerek artıyor.
Bunun temel nedeni kur korumalı mevduattan tutun, kamu özel işbirliğine kadar uzanan bir zincir. Gelir garantili ödemeler var. İktidar olduğunuzda göreceksiniz. Bütün bunların tamamı demokratik yollarla vergileri haksız olarak kendisinden alınanlara iade edilecek. 85 milyonun hakkını alacağız. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.
Gençlerin umuda ihtiyacı var. Umutsuzluğa değil. Gençlerin umudunu yeşertmek zorundayız. Ve onlara güzel bir Türkiye'yi hem vaat etmek hem inşa etmek zorundayız.
Panel soru cevap kısmının ardından sona erdi.
(HA)