Görünce bu programları bir ölçüde şunları düşündüm.
İşin başında gerçeğinden koparılmış bir toplum geliyor. Böylesi bir toplumun eleştirel, sorgulamacı, çözümlemeci bir yaklaşım geliştirmesine olanak yok. Böyle bir toplumun 200 yıldır yakamızı bırakmayan modernleşme süreciyle bir ilgisi de yok.
Bu toplum, bu anlayışla birlikte iki şeye kapı aralıyor. Öncelikle kadın-erkek ayrımı devam ediyor; hem de olanca hızıyla. Çünkü, bu programların çok büyük bir bölümü kadınlara dönük programlar ve onların geleneksel rollerini, konumlarını pekiştiren bir alt mantığa sahip: öğlene kadar gülüp söyleyecek, öğleden sonra ağlayacak, akşam da masal dinleyecek, eve kapalı, kendi hayatına tutsak bir kadın modeli tasavvur ve inşa ediliyor bu süreçle.
Her şeyden önce bu anlayış, bu mantık korkunç ve ürpertici bir şey. Kimsenin de itiraz etmemesi, sesini çıkarmaması ayrı bir sorun. Feminizmin sadece açık alanda ve çıplak sorunlar karşısında değil bu türden gizli meseleler karşısında da bir tavır takınması sağlanmadan bu kısıtlamaların aşılması olanaksız.
İkinci meseleye gelince o daha da karmaşık.
Televizyonların son zamanlarda öne çıkardığı programlar sadece bu anlattığım kadarıyla sınırlı değil. Ondan çok daha fazlası var. Herkesin benden çok daha iyi bildiği üzere son dönemde izlenme rekorları kıran, herkesin diline düşmüş olan programlar, 'Benimle Evlenir misin?', 'kaynana-gelin' ilişkisine dayalı olanlar. O programlarda da geleneksel tavırlar sergileniyor; ondan daha ilginç olanı bu programların katılımcıları ve izleyicileri, dolayısıyla da onların toplumsal yapısı. Görebildiğim kadarıyla katılanlar da bu programların müdavim ve müptelaları da orta sınıflardan, alt orta sınıflardan geliyor.
Birkaç programa göz ucuyla bakıp buradan büyük sosyolojik tahliller yapan birisi durumuna düşmek istemem, ama bu kesimlerin genel olarak 'muhafazakâr' olduğu, hatta genel olarak Türk toplumunun geniş ölçüde mutaassıplığa yakın bir muhafazakârlığının olduğunu söylemek pek yanlış olmasa gerek. (Ayrıca muhafazakarlık kendi içinde yanlış bir şey değil.)
Bütün toplumlarda olduğu gibi bizde de bu iki kavramın belkemiğini insanların kendilerini saklaması, özel hayatlarını dışarıya açmaması, belli bir 'mahremiyet' kavramını/eylemini benimsemesi oluşturuyor. Bizim geleneksel kültürümüzde bu daha da çok böyle. Oysa şimdi baktığımızda durumun alabildiğine değiştiğini görmek ve göstermek mümkün. O muhafazakâr kesimin kızları kendilerini 'beğendirmek' için olmadık şeyler yapıyor. Bu da saatler boyunca izleniyor. Ailelerce izleniyor.
Bundan yakınmak veya bu iş niye böyle oldu demek benim işim değil. Ama bu bir sorunun aklıma takılmasını engelleyemiyor. Ya bizim muhafazakârlığımızın sınırları genişledi, bambaşka bir şeye dönüştü muhafazakârlık ya da biz hepimiz 'modernleştik', tamamen farklılaştık haberimiz yok, kendimizi aldatıp duruyoruz hâlâ geleneksel toplumuz diye.
Ortada ilginç bir durumun bulunduğu muhakkak. Bu oluşumun ne türden kültürel kodlar ürettiğini iyi irdelemek gerek. Çünkü, son kertede bu açılıp saçılma, mahremiyetin böylesine dalgalandırılması başlı başına bir kültürel oluşum, bir sınır aşımı.
Bakalım kültür sosyologlarımız ne diyecek. (BB)