* Fotoğraf: Oğuz Kandemir / Pexels
COVID-19, gizemli hepatit, maymun çiçeği, Langya virüsü, Marburg virüsü, domates gribi...
Bunlar, son yıllarda hayatımıza giren, hayatımıza girmese de basın yoluyla aşina olduğumuz virüs ve hastalıklardan yalnızca birkaçı.
Bu virüs ve hastalıkların hepsi diğerleri kadar ölümcül olmasa da ve tüm insan gruplarını eşit derecede etkilemese de COVID-19 ile yaşadığımız iki yılı aşkın sürenin ardından "Yeni virüs" ya da "Yeni salgın" haberleri çoğumuzda endişe yaratmaya yetiyor da artıyor.
Peki, özellikle son yıllarda salgın hastalıklarda gerçekten bir artış yaşandığını söyleyebilir miyiz? Eğer durum buysa bunun sebebi ne olabilir?
Viroloji uzmanı Prof. Dr. Selim Badur'a göre, bu durum, mikrobiyoloji ve bulaşıcı hastalıklar alanında çalışanlar için aslında hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü, onlar yakın zamanda pandemi boyutuna erişecek ya da yerel kalacak salgınların karşımıza çıkacağını zaten söylüyordu.
Küreselleşme
Prof. Dr. Badur, bu durumun aslında küreselleşme ana başlığı altında toplayabileceğimiz bir dizi gelişme ile yakından ilgili olduğunu belirtiyor.
Badur, "Küreselleşme başlığı altında toplayabileceğimiz ve insanlara, 'gelişme' olarak empoze edilen ya da bu şekilde söylenen ne kadar faktör varsa bütün bunlar aslında insanların enfeksiyon hastalıkları etkenlerine maruz kalma olasılığını arttırıyor" diyor.
Seyahatlerin artışı, insan kalabalığı, ekolojiye hiç özen göstermeden yapılan işlemler, ormanların yok edilmesi ve nihayet insan eliyle yaratılan, artık tartışılmayan iklim krizi, Badur'un işaret ettiği faktörlerden bazıları.
"Ben tüm bunları kısaca küreselleşmenin getirdikleri diye tanımlıyorum. Küreselleşmeyle beraber bu salgınların daha sık ortaya çıkması şaşırtıcı değil" diyen Badur, yıllar içinde tanı olanaklarının arttığına da dikkat çekiyor:
"Evvelden bazı şeyleri bulmuyordunuz. Tanımlanmıyordu. Ama şimdi daha duyarlı tekniklerle baktığınız zaman buluyorsunuz."
İklim krizi ve hayvanlarla ilişkilerimiz
Salgın hastalıkların dünyadaki seyrini değerlendiren Prof. Dr. Badur, bilhassa iklim krizinin salgın hastalıklardaki rolü üzerinde duruyor.
Yakın zaman önce ABD'deki National Institute of Health'in (NIH) yayınladığı bir rapora atıfta bulunan Badur, söz konusu araştırmanın ısı artışı, aşırı yağışlar, kuraklık gibi bir dizi faktörün çok farklı enfeksiyon hastalıkları etkenlerinin insanlarla temas olasılığını arttırdığını ve insanların bu virüslere daha sık maruz kalmasına yol açtığını gösterdiğini hatırlatıyor ve ekliyor:
Bunun yanı sıra, ormanların kesilmesi de orada yaşayan birtakım canlıların yerleşim yerlerine, insanların yaşadığı kesimlere atlamasına ve çeşitli taşıyıcıların, vektörlerin, yani antropotlar dediğimiz tatarcık, sivrisinek, kene gibi canlıların ya da birtakım kemiricilerin insanlar ile daha sık temasına yol açacaktır. Onlar da taşıdıkları virüsleri insanlara daha kolay bulaştıracaktır.
Badur'a göre, bu taşıyıcılar arasında yarasaların ayrı bir özelliği var. Badur'un hatırlattığı üzere, yakın zaman önce Çin'de belirli bir bölgede yapılan bir çalışma, senede 66 bin kadar yarasa-insan teması olduğunu, yarasaların insanlara farklı türde koronavirüsleri bulaştırdığını göstermiş.
"Bu virüslerin çoğu aslında insanlarda çoğalmayan, tehlike arz etmeyen virüsler" diyen Badur, "Ama en azından bu bulgular yarasa-insan temasının ve yarasalardaki virüslerin insana geçiş olasılığının ne denli fazla olduğunu göstermesi açısından önemli" diyor.
Badur'a göre, bu noktada önemli olan bir diğer faktör de hayvanlarla olan ilişkilerimiz. Yani, "besin olarak kullanılmak, evcil hayvan olarak satılmak veya hayvanat bahçelerinde sergilenmek üzere doğal ortamlarından koparılıp getirilen hayvanlarla da temas olasılığımız artıyor."
"Doktorlar, bu hastalıkları bilmiyor"Prof. Dr. Selim Badur, iklim krizinin salgın hastalıklar üzerindeki etkisini iki örnek üzerinden şöyle açıklıyor: "Bu noktada iklim krizini de ön plana çıkaran bir örnekle devam etmek gerekirse; örneğin, 90'lı yıllarda sıtma etkeni olan parazitleri taşıyan sivrisinekler İtalya'nın sadece 3-4 bölgesindeydi. Şimdi ise tüm ülkeye yayılmış durumda. Kısacası eskiden bizim sadece tropikal bölgelerde, Afrika'da görülür diye tanımladığımız hastalıklar gittikçe kuzeye doğru sarkıyor. "Önce sadece Afrika'da görülen, ama iklim krizi ve ısınmanın etkisiyle gittikçe kuzey ülkelerine, Belçika'ya, İngiltere'ye, Almanya'ya kayan hastalıkların buralarda görülmesinin ilginç bir tarafı da var: Bu ülkelerin doktorları bu hastalıkları bilmiyor, tanı koymakta zorlanıyor. "İngiltere Sağlık Bakanlığı'nın bir raporu var. O rapor da bir matematik modellemeyle 2050 yılında İngiltere'nin sıtmanın endemik olduğu bir ülke olacağını ortaya koyuyor." |
Yeni bir pandemi mümkün mü?
Peki, iki yıldan fazladır COVID-19'dan muzdarip olan dünyanın maymun çiçeği gibi bir virüs sebebiyle yeni bir pandemi yaşama olasılığı var mı?
Dünyada 42 bine yakın maymun çiçeği vakası olduğunu ve virüsün çoğunlukla belli insan gruplarına yayıldığını hatırlatan Badur, "Pandemilere yol açacak virüsler daha çok solunum yoluyla bulaşan virüsler olur. İnfluenza virüsü gibi, koronavirüsler gibi..." diyor ve ekliyor: "Yani, solunum yollarıyla bulaşmayan bir virüsün büyük bir salgın yapması pek olası değil."
Bu noktada, AIDS'in cinsel yolla bulaşma özelliğinden ötürü büyük bir salgın yaptığını ve Ebola'dan ölüm oranının yüzde 50 olduğunu hatırlatan Badur, Ebola'nın "ilginç bir özelliği" olduğunu söylüyor: Ölüm o kadar hızlı geliyor ki virüs fazla yayılamadan hasta hayatını kaybediyor.
İkinci olarak, bu virüslerin insan vücudu dışında, bulaşın olduğu ve kontamine olan bir yerde ne kadar uzun kalacaklarının da önemli olduğunu kaydeden Badur, HIV'den örnek vererek "Virüs insan vücudu dışında kısa sürede yok oluyorsa, bu bulaş yolunun önemi kalmıyor" diyor.
Yani, bulaş yolları ve virüsün özellikleri bu noktada önemli bir rol oynuyor.
"Virüslerin yüzde 99'unu bilmiyoruz bile"
Peki, günün sonuda, gelecekte ne zaman yeni bir pandemi çıkacağını bugünden öngörebiliyor muyuz?
Badur, "Bunu bilmek, görmek mümkün değil" diyor ve ekliyor:
Ama bu olasılığın, bu riskin gittikçe arttığını biliyoruz. Aynı İstanbul depremi gibi... Olacağı biliniyor ama zamanını net olarak öngörmek olası değil. Böyle bir durum pandemiler için de söz konusu. Ama gittikçe daha sık aralıklarla bu tip sorunlar yaşayacağız.
"Son yıllarda üzerinde durulan bir nokta da şu: Hepadnavirüs diye bir virüs ailesi var. Nipah virüsü, Marburg virüsü... Bunlar hep biliniyordu. Bunların yarasalar ve kemiricilerde olan virüsler olduğu, insanlara atlamasının sorun yaratacağı, bunlara dikkat edilmesi gerektiği söyleniyordu.
"2-3 gün önce bunlara yeni bir tanesi eklendi: Langya virüsü. Bu virüsün de tehlikeli bir virüs olduğu, insanlara kır farelerinden, sıçanlardan bulaştığı biliniyor. Yani, daha duyarlı tekniklerle araştırdıkça, yeni yeni bilinmeyen etkenleri ortaya koyuyorsunuz.
"Ama virüs dünyasına baktığınız zaman – sayı hiç abartılı gelmesin – Science'da çıkan bir yazıya göre, virüslerin yüzde 99'unu daha bilmiyoruz bile. Bu, çok ürkütücü bir boyut tabii..."
COVID-19 ve aşılar
Peki, en başa, en azından hala günlük hayatımızın bir parçası olan COVID-19'a dönecek olursak; pandemi bir gün tamamen bitecek mi? Yoksa bir noktadan sonra onunla yaşamaya mı alışacağız?
Prof. Dr. Badur, "Bence bu ikisini de söylemek pek mümkün değil" diyor ve aşılarla ilgili önemli hatırlatmalar da yaparak sözlerini şöyle noktalıyor:
"Yakın zamanda Hindistan'da yeni bir varyant çıktı; Omicron'un bir alt grubu. 'Centaurus' gibi bir isimle anılacak herhalde. Fakat neyin ne zaman çıkacağı, ne yapacağı belli değil. Bunu unutmamak lazım.
"Bu noktada aşılarla ilgili de birkaç cümle söylemekte yarar var. Birincisi; aşılar, dört dörtlük aşılar değil. Her şeyi halletmiyor ama yine de çok fazla ölümü engelledi. Aşılı olanlar hastalandıklarında hastalığı çok daha hafif atlatıyorlar. Aşıların yadsınamaz bir getirisi var.
Ama Türkiye'de ne yazık ki garip bir şekilde mRNA aşıları yere göğe konulamadı. Çin'in inaktif SinoVac aşısı neredeyse yok edildi. "O aşıyı yok sayın" falan dendi. Ben, doğrusunu isterseniz bu görüşe pek katılmıyorum. En azından, bu inaktif aşının bu kadar yerilmesi, bu kadar yok sayılması doğru değil. Çünkü baktığınız zaman bu aşının kullanıldığını ülkelerdeki hastalık seyri, sadece mRNA aşısı kullanan ülkelerden, örneğin ABD'den daha kötü değil.
"Yani, Çin ve Rusya aşılarının diğer aşılardan daha üstün olduğunu asla söylemiyorum ama ötekilerden pek de aşağı kalır tarafları yok. Unutmayın; Türkiye'de SinoVac inaktif aşısını kullanmaya başladığında, 2021'in başlarında sağlık çalışanları bu aşıyı oldu. Aşılanmadan önce o kesimde 400'den fazla ölüm yaşanmıştı. Ölümler sıfırlandı neredeyse.
"Tabii daha kapsayıcı, daha etkili aşılar gelecektir. Bunlar birinci nesil aşılar. İkinci nesil aşılar 2023'te gelecektir." (SD)