Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 10 Ocak 2007'de 5953 Sayılı "Basında Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun"u değiştiren 212 sayılı kanunun yürürlüğe girişinin 46'ncı yıldönümü nedeniyle düşündürücü bir açıklama yaptı...
TGC, Türkiye'de gazeteciliğin meslek haline dönüşmesini ve gazetecilere daha çok yasal koruma sağlanmasını "çalışan gazeteciler bayramı" olarak nitelendiriyor. Yasayı yapan siyasetçiler 46 yıl önce gazetecilerden yana olan 212 sayılı kanun değişikliğini yaparak Basın İş Yasasını gazeteciler lehine çevirmekten hiç çekinmemişlerdi. Hatta basın patronlarını kızdırmışlardı bile...Eskiden, bu gün anılarda anlatılan "siyasetçi"ler ve "gazeteciler" vardı.
Ama yaşadığımız süreci çok kısaca özetleyen TGC Yönetim Kurulu; "Gazeteciler için uygulanması gereken, ancak aradan geçen süreçte yok sayılmaya çalışılan değişiklik, bugün de uygulama alanındaki yaygınlığını ne yazık ki yitirmiştir. Gazeteciliğin kimlik ve kişilik sorunlarının çözümü için Kanunun uygulanırlığının yeniden sağlanması siyasetçilerimize düşen önemli görevlerden birini oluşturmaktadır." Siyasetçiler, böyle bir görevi asla yerine getirmeyeceklerdir. Çünkü tam aksini yapmanın görev olduğuna inanıyorlar. Siyasetçilerden hiçbir şey beklemeyin. Siyasiler, gazetecileri "çalıştıranların" haklarını korumakla görevli olduklarına medya patronlarından daha çok inanıyorlar. Siyasiler, tıpkı buna inanan eski gazetecilik değerlerini hiçe sayan "gazetecilerin" türediği gibi çoğalıyorlar...TGC Yönetim Kurulu buruk açıklamasını "10 Ocakların yeniden 'Çalışan Gazeteciler Bayramı' olarak kutlanması dileklerimizi kamuoyu ile paylaşırız." sözleriyle bitiriyor. 10 Ocakların yeniden kutlanacağı günlere dönmek. Eski değerleri yeniden canlandırmak...
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) şöyle bir tespitte bulunuyor: "Geçmişte gazeteci kökenli patronların, çalışan gazetecilerin emeğine, alın terine, yasal ve sendikal haklarına duyduğu saygı, yerini; keyfiliğe, ücretlerde adaletsizliğe, sigortasız çalıştırma alışkanlığına, karşılıksız fazla çalışmaya, haber havuzlarıyla yaratılan emek sömürüsüne terk etti. Sermayesiyle büyük bir ekonomik güce sahip olan; vahşi kapitalizmin verdiği içgüdüyle bankacılık, finans, enerji, telefon gibi medya dışındaki sektörlere de yayılan; siyasi ihtiraslarıyla hükümetler üzerinde yayın yoluyla baskı oluşturmaya çalışan medya patronları ile örgütsüzleştirilmiş, bireyselleştirilmiş, yalnızlaştırılmış çalışan gazeteciler arasındaki eşitsizlik olağanüstü boyutlara ulaştı." Bu tespitlere katılmamak olanaksız.
Sonra da "utanç tablosu" olarak nitelendirdiği sonuç bakımından sendikal haklara gösterilen saygısızlığı protesto ediyor. TGS'ye göre "Bugün 12 bin medya çalışanından 4 bini sendika üyesi iken, bunun yaklaşık 650'si toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptir. Bu, medeniyetler ittifakının öncülüğünü yapmaya çalışan, Batı Avrupa demokrasisinin benimsediği ilkeleri kendisine hedef olarak kabul eden ve Avrupa Birliği üyeliği adına siyasal ve ekonomik ödünler vermeyi bile göze alan Türkiye için bir utanç tablosudur."
TGS sendikal haklara saygısızlık ayıbından kurtulabilmenin yolunu gösteriyor: "Bu ayıptan kurtulmanın, çalışan gazeteciler ile medya patronlarının 'barış içinde birlikte yaşamasının' formülü SENDİKAL HAKLARA SAYGI'dan geçmektedir. Saygının olmadığı bir yerde sorunlara çözüm bulmak da mümkün değildir." Doğrudur; eskiden olan "saygı" bu gün yok. Medyanın bugün içinde bulunduğu güven bunalımının temelinde çalışan gazetecilerin yasal ve sendikal haklarına saygı duyulmadığı da bir gerçektir.
TGS'ye göre; "Toplu iş sözleşmesiz gazetecileri kısmen de olsa koruma altına almak amacıyla TGS'nin yaptığı TEŞMİL başvurusunu 18 ay boyunca bekleten tek parti iktidarı, medya patronlarının baskısı altında olduğunu ve çalışanlar lehine düzenleme yapma cesareti ve yetisine sahip olmadığını açıkça belli etmiştir. Bu yaşanılan en önemli gerçeklerden biridir. Bu hükümetin böyle bir cesareti bulunmadığı başından beri bellidir."
Demek ki geçmişten geleceğe öğreneceğimiz ilk derslerden biri şudur: Başından beri belli olan gerçeklerin peşinde koşmamak gerektiği gerçeğiyle yüzleşmek için 10 Ocak 2007 tarihini beklemeye gerek yoktur. "Teşmil" tek parti hükümeti tarafından "cesaretle" kabul edilse bile, bunun yaşama geçmesi için gösterilecek çaba kabulü için gösterilmiş çabadan daha zor olmayacak mıdır? Türeyen gazetecilerin çokluğu, gazetecilerin en önemli sorunudur.
Eskiden gazeteciler, medya patronları için gazeteciliğe izin vermezdi. Tek gerçek halkın bilmesi gereken gerçekti. Eskiden bu gerçek haber olurdu. Şimdi ise ne TGC ne de TGS açıklamaları "haber" bile olamıyor.
Hem TGC, hem de TGS açıklamasında "siyasetçilerin" rolüne atıf yapılıyor. Siyasetçilerden bir şey değil, hiçbir şey beklemeyin. Yaşadığımız düzen, artık yasayla. toplu iş düzeni ile gazetecileri korumak için çaba gösteren siyasilerin bulunmadığı bir düzendir. Kanıtlamış bu gerçekle yüzleşip bu gerçeği gazeteciler lehine çevirmek gerekir. Siyasetçiler, gazetecileri koruyacak sendikal düzeni istemek zorunda bırakılmalıdır.
Gazetecileri sadece gazeteciler korur. Klasik sözü tekrarlayalım: Örgütlü güç yenilmez. Haklar sökülerek alınmalıdır. Bu tek başına TGS'nin, ya da unutulmuş örgütlenmelerin başarabileceği bir iş değildir. Katkılarla beslenen bir örgütlenme biçimine gereksinim var.
Halkın haber alma hakkının halk tarafından benimsenmesi için gösterilecek çabalarla gazeteciler korunabilir. Oturduğunuz sokakta olup bitenler, sizin sokağınızın sorunları, komşunuzun başına gelenler, yolunuz, suyunuz, elektriğiniz ve doğal gazınızın olup olmadığını haber yapan gazeteciler olmalıdır.
Gazetecilik mesleğine, gazetecilerin çay ve simitlerine geri dönülmelidir. Eski değer yargılarının bilinmesi ile gelecek kurulur. Eski değer yargılarına sahip çıkmayla başlayacak olan örgütlenmeyle, çalışan gazetecilerin kutlayacağı günler yaratılmalıdır. Herkes kamuoyunun gerçekleri öğrenme ve halkın haber alma hakkına saygı duymalıdır. Asıl bu saygıyı yaratmak gerektiğini düşünüyorum.
İşverenler ya da siyasetçiler, gazetecilerle "barış içinde yaşamak" istemiyor. Böyle bir saygıları yok. TGC ve TGS yaptıkları olumsuz tespitlerde haklıdır. Basın İş Yasasını kaldırmak istiyorlar. Medya patronlarıyla barış içinde bir arada yaşamak için yasalara ve sendikal haklara saygı duymalarını mı bekleyeceğiz? Basın İş Yasasını buldukları ilk fırsatta kaldırmak için duraksama göstermeyecek olan siyasilerden umudunuzu kesin. Asıl bu siyasilerin halkın gerçekleri öğrenme hakkını hiçe saydığını haber yapın.
Sadece örgütlenmeyle sorunlar çözülebilir. Umudu; gazetecilerin kendi gücünden güç almaya çevirmek gerekir. Bu çok zordur. Bunun için örgütlenmek gerekir. Sendikanın çatısı altında toplanmak gerekir. Bu çok daha zordur. TGS, tek bir toplu iş sözleşmesi olsa bile ayakta kalmalıdır. Gazeteciler, bunun için kendi sendikalarına güç katmalıdır. Ne yazık ki ağlamadan gülmeyi öğrenemiyoruz. Sendikal hakları kaybetmeden, haklarımızın ne olduğunu bilemiyoruz. Daha çok kaybetmemek için çay ve simidin yarattığı eski değerlere dönelim.
Çalışan Gazeteciler Günü'nün 46'ncı yılında; emeğin hakları söz konusu edildiğinde; tüm sorumlu kesimlerde aklın, mantığın ve vicdanların köreldiğine üzülerek tanık oluyoruz. 2007 yılında cumhurbaşkanı seçimi ile genel seçimlerde karşımıza çıkacak tablonun, demokratik tartışma ve uzlaşma kültürünü geliştireceğini umuyor; bunun, emekten yana politikaların ön plana çıkmasının da yolunu açmasını diliyoruz. (Fİ/KÖ)