Savaş muhabiri Chris Hedges’in The Chris Hedges Report'ta yayımlanan Filistin destekçisi Yahudi yazar Norman Finkelstein’la “'with Professor Norman Finkelstein on Israel's genocidal campaign in Gaza, the world's largest concentration camp” söyleşisi Açık Radyo tarafından Türkçeye çevrildi. Söyleşiden kısa bir bölümü paylaşıyoruz.
Finkelstein: Gazze'deki Filistinliler sanki toplama kampına, daha kışkırtıcı bir ifade istiyorsanız sanki bir Av Koruma Alanı'na hapsedilmiş ve orada ölüme terk edilmiş gibiydi, orada çürümeye ve ölmeye terk edilmişlerdi. Bu nedenle 7 Ekim olayı meydana geldiğinde, her şeyden önce ilk günlerde ne olduğu belli değildi. O sabah öldürülen İsraillilerin sayısı başlangıçta elli civarındaydı, bu koşullarda tam olarak nasıl öldürüldükleri bilinmiyordu. Daha sonra olaylar geliştikçe bir ikilem ortaya çıktı. Bu, olayların olgusal tarafıyla ilgili bir soru değildi, olgusal taraf yavaş ama emin adımlarla bilinmeye başlandı. Bence en büyük ikilem ahlaki boyuttu. Yaşananları nasıl yargılayacaksınız?
İkinci kez hoşgörünüze sığınarak kendi ahlaki ikilemime işaret edeceğim. Yetişkin hayatımın büyük bir bölümünde oldukça titiz bir araştırmacı oldum ve olgusal bulgularım konusunda kendime güveniyorum, ancak özellikle ahlaki yargılarım konusunda hiçbir zaman kendime güvenmedim. Ahlaki yargı bir disiplindir, bir yetidir ve ahlak felsefesi denilen yetiye ben de ciddi bir şekilde daldım.
Zihnin yaşamını ciddiye alıyorum ve bence anlık yargılar olarak adlandırabileceğiniz şey ile bu derin yoğunlaşma arasında bir fark var. Bu da uzun zamandır Chomsky'nin ahlaki yargılarına genellikle güvendiğimi veya saygı duyduğumu ve kendimi bu konuların olgusal tarafıyla sınırladığımı söylemenin uzun bir yoludur. Bu sefer Profesör Chomsky'nin yargısına göre hareket etmedim ve bu yüzden bir tür kişisel krize girdim. Şimdi bunu kendi başıma etkili bir şekilde çözmek için üzerimde çok fazla yük olduğunu hissettim.
Nat Turner İsyanı
Bu yüzden “ne yapacaksın?” diye düşündüm, tabii ki ailemin kararının ne olacağını çok düşündüm çünkü onlar rafine ahlaki yetilere sahiplerdi. Belki derin yoğunlaşma değildi ama onlar çok zekilerdi. Onlar ne derdi? Fakat bu beni sadece bir yere kadar götürdü ve sonra oturdum ve düşündüm ki “tamam, Amerika Birleşik Devletleri'nde kölelik oylamaları olduğunda Abolitionistler ne söylemişlerdi?” diye düşündüm. Çünkü burada kölelik oylamaları oldukça çirkindi. Sivillerin hedef alınmasından ve bunun gibi şeylerden söz ediyoruz. Frederick Douglas ve W. E. B. Du Bois'ın kölelik karşıtlarına çok saygı duyduklarını biliyorum. Charles Suner, Wendell Phillips, William Lloyd Garrison… Douglas'ı okuduğunuzda, Du Bois’u okuduğunuzda bu kölelik karşıtlarına ve Afrikalı Amerikalıları, siyahları ve köleleştirilmiş insanları savunurken çıktıkları yüksekliğe dair herhangi bir eleştiri yapmadıklarını görürsünüz.
Ve ben de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en büyük köle isyanı olan Nat Turner İsyanı'na baktım. Tabii ki bazı ürkütücü benzerlikler vardı. Nat Turner bir dini fanatikti ve çoğu zaman John Brown'un da öyle olduğu unutulur. Ama şimdi Nat Turner'a dönelim, her biri Tanrı'nın sözüyle hareket ettiklerine, Tanrı'nın temsilcileri olduklarına, Tanrı'nın isteğini yerine getirdiklerine ve eylemlerinin Tanrı tarafından onaylandığına inanıyorlardı. Onlara prematüre cihatçılar da diyebilirsiniz. Bugün hala aramızda olan çok saygın tarihçi Stephen Oats'un The Nat Turner Rebellion kitabında anlattığı şey Nat Turner'ın birliklerine tüm beyazları öldürme emri verdiğiydi. Bunun bir nedeni elbette intikamdı ama bir nedeni de ülkeyi kölelik gerçeği ile yüzleşmeye zorlamak için ahlaki bir kriz yaratmak istemesiydi.
Hamas
Bu arada Frederick Douglas gibi çok zeki bir adamdı, çok okur yazardı ve zekası beyazlar tarafından sürekli olarak takdir ediliyordu. Bu yüzden bir bağnazdı ama aynı zamanda çok zekiydi ve bu arada John Brown da öyle, akademik alanda bu insanlar gibi profesyonel yazabilen çok az kişi var. Çünkü İncil ve diğer her şeyi öğrenmişlerdi. İngilizceyi iyi biliyorlardı. Her halükarda, dediğim gibi, tüm beyazların öldürülmesini söylediler. Nat Turner olayında kadın, erkek, çoluk çocuk masum kavramı içinde kullanılan birçok sivili öldürdüler. Şu an için üstün körü bahsettim ama Nat Turner'a geri döneceğim.
John Brown'ı okuduğumda da ilgimi çekmişti çünkü o da sivilleri öldürdü. Pottawatomie'de sivilleri keserek öldürdü. Frederick Douglas’ın John Brown üzerine yaptığı nefes kesici konuşma ilgimi çekti. Sivillerin öldürülmesi meselesini sorgulamak zorunda kalmıştı. Ve Du Bois, John Brown'ın biyografisini yazmıştı. Çok iyi değil ama pek fazla bir kaynak yoktu o dönem. O da son bölümde John Brown ve sivillerin öldürülmesi sorunuyla yüzleşiyordu. İkisi de Brown'ı kınamaz, bu sorunun etrafında dolanırlar, bu soruyla yüzleşmeleri gerektiğini kabul ederler ama John Brown'ı sivilleri öldürdüğü için kınamazlar.
Turner'a gelince, kölelik karşıtlarının bu konuda ne söyleyeceklerini merak ediyordum, Turner İsyanı'nın tam bir histeri yarattığını hayal edebilirsiniz, [ABD’nin] Güney eyaletlerindeki beyazlar- şu anda Gazze'de olduğu gibi ama çok daha küçük ölçekte- cinayetler işlemeye başlamışlardı. Bu nedenle William Lloyd Garrison'ın ne söyleyeceğini merak ediyordum ve şunu söyleyebilirim ki, bu konuda tamamen dürüst olacağım, Hamas'ı kınamayı reddediyorum. Bu çok kolaydı, onları kınamak çok kolaydı. Sonra Garrison'a baktım, o ne yaptı? Şimdi size söyleyeceğim, Garrison'un yazdıklarını okuduğumda kölelik karşıtlarına olan saygım tavan yaptı. Garrison, bir dehşet yaşandığını kabul ediyordu ama çok dikkatli bir şekilde Nat Turner İsyanı'nı kınamıyordu, aksine isyanı kınayanların ikiyüzlülüğünü kınıyordu. Ve şöyle diyordu “size söyledik, size söyledik, sizi uyardık, sizi uyardık, sizi uyardık, bu insanları çılgına çevireceksiniz ve onlar korkunç şeyler yapacaklar”.
Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın. (TY)