Eski bianet muhabiri Beyza Kural'a haber takibi sırasında şiddet uyguladığı için 6 yıl sonra yargılanmaya başlayan üç polis memuru yarın (24 Eylül) ikinci kez hakim karşısına çıkacak.
Çağlayan'daki İstanbul 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülecek duruşma öncesinde konuştuğumuz Kural'ın avukatı Meriç Eyüboğlu Anayasa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararının ardından böyle bir gelişmenin yaşanmasını "Sanıklar 6 yıl sonra olsa da, yargı önüne çıkmış olmaktan bir miktar şaşkın" diyerek anlattı.
Polislerin şiddete gerekçe olarak ilk duruşmada "eylemci sandık", "gazeteci olduğunu söylemedi ki" gibi savunma yaptığını ifade eden Eyüboğlu iddianame de özensiz hazırladındığını ifade etti.
Polislerin "iş ve çalışma hürriyetinin ihlal" suçlamasıyla yargılandığından bahseden Eyüboğlu, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karara vurdu yaptı:
TIKLAYIN - Eski bianet muhabiri Kural'a polis şiddetine AYM’den ihlal kararı
"Polis şiddetinin haberleştirilmesi istenmiyor"
Bir yandan toplumsal olayları görüntülemek, haber yapmak için orada bulunan gazetecilere doğrudan yönelen ve gün geçtikte de dozajı artan bir polis şiddeti var, diğer yandan AYM’nin gazeteci Beyza Kuralla ilgili verdiği hak ihlali kararı. Bu karar ne anlatıyor?
Beyza Kural kararı, Ocak 2021 tarihli. Anayasa Mahkemesi, hem “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı”, hem de “ifade ve basın özgürlüklerinin” ihlal edildiği sonucuna vardı. Ayrıca bu ihlallerin ortadan kaldırılması için hem yeniden yargılama yapılmak üzere dosyayı savcılığa gönderdi hem de manevi tazminata hükmetti.
Haziran 2021 tarihli olan Gökhan Biçici kararında da aynı ihlaller tespit edilmiş durumda. Aslında bu kararlar ilk değil, her iki kararda da atıf yapılan 2019 tarihli Erdal İmrek kararında da, polis şiddetine maruz kalan bir gazeteci söz konusu.
Beyza Kural bianet, Gökhan Biçici İMC TV’de çalıştıkları dönemde, takip etikleri sokak eyleminde polisin “müdahalesini” görüntülerken şiddete maruz kalmış. Her ikisi de gazeteci olduğunu belirtmiş, zaten boyunlarında yaka kartları asılıymış. Buna rağmen değişik düzeylerde fiziki şiddet, hakaret ve yanı sıra gözaltı işlemi uygulanmış. Tarihler, mekanlar farklı ama hikaye aynı… Siyasi iktidar karşıtı/siyasi iktidarı eleştiren eylem yapılması da, bunun hele hele polis şiddetinin haberleştirilmesi de istenmiyor.
Beyza’nın kararına dönersek kararda; Beyza’nın mesleki faaliyetini yürütüp, 6 Kasım eyleminde bir göstericiye yapılan sert polis müdahalesini görüntülemeye çalışırken polislerce engellenerek ve güç kullanılarak olay yerinden uzaklaştırıldığı, basın mensubu olduğunu defalarca tekrar ettiği halde, hem görüntü almasının engellendiği, hem de kendisine fiziksel müdahalede bulunulduğu tespiti yer alıyor.
"İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele"
Ki aynı görüntüleri savcılığa da sunmuştuk, soruşturma savcısı özetle “kendisine gözaltı işlemi uyguladığı ancak gazeteci olduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldığı” yani gözaltı işlemin çok kısa süreli olduğu ve darp iddiasının da kolunda kızarıklık ve hassasiyetten ibaret olduğu yani özetle büyütülecek bir şey olmadığı “tespit”lerinde bulunup, “kolluk kuvvetlerinin zor kullanma yetkisini aşmadıkları” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verip dosyayı kapatmıştı.
Anayasa Mahkemesi ise gözaltında ne kadar kalmış, ters kelepçeli ne kadar bekletilmiş, ne zaman bırakılmış, ne düzeyde şiddete maruz kalmış gibi manasız tartışmalara girmiyor, “keyfî olarak gözaltına alınmış ve kelepçelenmiştir, zaten Bakanlık tarafından görevini yapmasına engel olunması için haklı bir neden de gösterilememiştir” diyor.
Kelepçe takılması yönünden de ayrıca bir tartışma yapıyor ve “el bileklerinde meydana gelen yaralanmanın boyutu, polisin "Sana bir şey söyleyeyim bak, hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size" şeklindeki ifadesiyle birlikte değerlendirildiğinde, kelepçelemenin başvurucunun küçük düşürülmesi ve başvurucuya bir nevi ders verilmesi amacıyla kasıtlı olarak vücut bütünlüğüne zarar verecek şekilde gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır” diyor. Polisin tutumunu “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” olarak niteliyor.
Keza etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğini tartışıyor ve takipsizlik kararında “zor kullanma yetkisinin aşılmadığı” sonucuna ulaşılmış ama “polisin kuvvet kullanımının koşullarının oluşup oluşmadığı, kuvvet kullanımının zorunlu olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmamıştır” yani nesnel ve tarafsız bir değerlendirme yapılmamıştır diyor.
Yapılsaydı zaten, olayın üzerinden 6 yıl geçtikten sonra, AYM’nin zoruyla kerhen bir iddianame düzenlenmezdi.
"Polis şiddeti kasıtlı"
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararını nasıl değerlendirmek gerek?
AYM’nin, kovuşturmaya yer olmadığı kararı veren savcının yaptığı gibi, Beyza’nın yaşadığı fiziksel müdahaleyi ve şiddeti basitleştirmemesi, önemsizleştirmemesi, birkaç kızarık olarak görmemesi de, polisin bu tutumunun küçük düşürmek ve karardaki ifadeyle “ders vermek” yani aslında had bildirmek için kasıtlı olarak yaptığı sonucuna ulaşması da önemli elbette.
Çünkü bu olayda mesele sadece Beyza’nın işini yapmasına/gazetecilik yapmasına engel olunması, keza polisin şiddeti, gözaltına almaya kalkışması, ters kelepçe takması değildi. Aynı zamanda görüntülere de yansıyan, polisin tehdit eder şekilde söylediği “sana bir şey söyleyeyim bak, hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size" cümlesiydi. Bu cümleyle “siz” dediği hepimize verdiği mesajdı. Kararda bu cümleye ayrıca yer verilip, “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelenin” bir parçası olarak değerlendirilmesi, bu siyasal atmosferde ayrıca önemli geliyor bana.
Keza kararda gazetecilerin görev yaparken şiddete uğramaktan korunmaları gerektiği, polis şiddetinin “gazetecilerin bilgi alma ve bilgi verme kabiliyetini ciddi şekilde engellediği” vurgusuna da yine yer verilmiş. Bu da hele içinden geçtiğimiz dönemde, altının yeniden çizilmesi gereken bir vurgu.
"İktidarın basın kartı vermemesindeki resmi politika"
Beyza Kural resmi olarak basın kartı olmayan bir gazeteciydi. AYM kararında sadece insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının değil ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün de ihlal edildiğine karar verdi. Bunun anlamı nedir?
İktidar yanlısı olmayan basın kuruluşlarında çalışan ve/veya kendisi muhalif duruşuyla bilinen gazetecilerin, meslekte kaç yılı geride bırakmış olurlarsa olsunlar, turkuaz renkli basın kartı almaları neredeyse imkansız. Basın kartlarını düzenleme ve dağıtma görevinin Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na verilmesinden sonra müthiş bir tekelleşme yaşandı.
İletişim Başkanlığı ve Bakanlıklarda çalışanlara hiçbir koşul aranmadan ve hatta gazeteci olmaları da gerekmeksizin, basın kartı dağıtılırken çok sayıda gazetecinin başvurusu neredeyse 3 yıldır bekletiliyor. Sudan sabundan nedenlerle mevcut basın kartları iptal ediliyor. Büyük bir keyfiyet var. Sahada haber peşinde koşan gazetecilerin pek çoğunun basın kartı yok. Çalıştıkları kurum kartlarının basın kartı olarak değerlendirilmesi gerekiyor ama zaten basın kartı olan gazetecilerin de kimi zaman alana alınmadığı yönünde pek çok şikayet var. Siyasi iktidar bu kaosu tercih ediyor, “resmi” politikası bu.
Bu başvuruda Beyza’nın çalıştığı yayın kuruluşunun internet haber portalı olması da, kendisinin sarı ya da şimdiki haliyle turkuaz renkli basın kartına sahip olmaması da, tartışma konusu bile olmadı. Tartışılan tek husus, polislerin eylemci mi gazeteci mi olduğunu ayırt etmesi için elinde gazeteci olduğunu gösterir bir belgenin/kimliğinin olup olmamasıydı.
Zaten bu tartışma gazetecilik mesleği açısından değil (ki İletişim Başkanlığı bile gazetecilik yapmak için basın kartına ihtiyaç yok diyor) gazetecilerin özlük hakları açısından belirleyici. Ama özlük hakları yönünden bile 112 sayılı Basın İş Kanunu’na tabi olmayan gazeteciler lehine verilmiş bir sürü karar var artık. Lakin alanda ve günlük hayatta önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Bu nedenle kararda bu hususun bir tartışma konusu olmaması da önemli elbette.
"Kimse dokunulamaz ya da yargılanamaz değil"
Türkiye’de gazetecilerin haber takibi sırasında kolluğun fiziksel şiddetine maruz kaldığını sık sık görüyoruz. AYM kararları ve polislerin yargılanmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Sanırım içinde bulunduğumuz koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, hukuk ne kadar siyasallaşırsa siyasallaşsın, yine de hak ihlallerini görünür kılmak, şikayet etmek, peşini bırakmamak zorunda olduğumuzu…Genel anlamda siyasi iktidar, biraz daha darlaştırırsak ne karar vericiler ne de uygulayıcılar dokunulmaz ya da yargılanmaz değiller. İçinden geçtiğimiz zamanda bile. Zaten biriken bunca hesabın sorulabilmesi için de hak ihlallerin kayıt altına alınması gerekiyor.
"Gazetecinin gözaltına alınması 'olağan' hale geldi"
Bu kararlar ışığında gazetecilerin hakları neler?
Toplumsal olayları takip eden gazeteciler, doğrudan polis şiddetini görüntülüyor, haberleştiriyor. Kamuoyunda gösterilen tepki ne bu şiddeti durduruyor ne de sorumluların yargı önüne çıkmasını sağlıyor. Buna rağmen haberleştirilmesi bile, hem polisin hem siyasi iktidarın canını sıkıyor belli.
Nitekim mevcut düzenlemelerin yanı sıra 1 Mayıs’ın hemen öncesinde Emniyet Genel Müdürü imzasıyla bir Genelge yayımlandı ve polislere görev yaparken ses ve görüntü alınmasına engel olun, gerekli müdahalede bulunun talimatı verildi.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün muradı ve niyeti ne olursa olsun, Anayasa Mahkemesi’nin kararları ışığında bu Genelge’nin gazetecileri ve gazetecilik faaliyetini içermeyeceğini, mesleklerini icra ederken ses ve görüntü almalarının engellenemeyeceğini, Genelge’nin bu engelin “hukuki dayanağı” olarak sunulmayacağını belirteyim.
Ama buna rağmen bu Genelge’den sonra, gazetecilere mesleklerini icra ederken polis şiddetinin hem doğrudan yöneldiğini, hem de eskisine oranla daha da sertleştiğini görüyoruz. Keza haberi takip eden gazetecinin gözaltına alınması vs çok “olağan” hale geldi.
Gazetecilerin bir kısmı hiçbir sonuç çıkmayacağı düşüncesiyle “uğraşmaya değmez” diyor. Bir kısmı alanda yine aynı polislerle karşılaşacağı ve hedef haline geleceği düşüncesiyle şikayetçi olmuyor. İki gerekçenin de haklı yanları var elbette. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki herkes, hepimiz kendimizi yalnız ve sahipsiz hissediyoruz.
Ama AYM sadece Beyza Kural Yılancı kararında değil, İmrek ve Biçici kararlarında da, gazetecilere karşı tehdit, şiddet ve engellemelerin ifade özgürlüğü alanındaki önemli meselelerden biri olduğunu, bunun için “başta yargı olmak üzere kamu gücünü kullanan organların gazetecilere yönelik muamelelerinde zihinsel ve kültürel değişiklikler yapılması gerektiğini”, basın özgürlüğünün farklı ve çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve toplumun bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığını, bunun muhalif gruplarca gerçekleştirilen toplantılar ve gösteriler hakkında bilgilendirilmeyi de içerdiğini söylüyor.
Sahada yer alan gazetecilerin görevlerini yaptıkları sırada polis şiddetine ve engellemesine uğramalarının basın özgürlüğünün ihlali olduğunu ekliyor.
Bu nedenle de bu kararlardan çıkarılacak en kestirme sonuç; gazetecilerin maruz kaldığı her türlü engellemeyi ve her türlü şiddeti belgelemesi ve her şeye rağmen şikayet etmesi gerektiği.
Keza Beyza’nın kararı bir kez daha gösterdi ki, “bundan sonra böyle, hepinize öğreticez” filan diye külhanbeylik yapıp, kendisini devletin sahibi sananların da, “kimse bana dokunamaz” sananların da, o kadar da dokunulmaz olmadıklarını görmelerinin başka yolu yok.
"Polisler de yargı önüne çıkmış olmaktan şaşkın"
AYM kararı sonrası bir dava açıldı, ilk duruşma yapıldı. Yargılanan iki polis ifade verdi. Atmosfer nasıldı?
Anayasa Mahkemesi kararında, savcılığın soruşturmayı gereği gibi yürütmediği de, ihmal ve özensizlikler de uzun uzun tartışıldığı ve soruşturmanın yeniden yapılması için dosya geri gönderildiği halde, iddianame aynı özensizlikleri taşıyor, suç da “iş ve çalışma hürriyetinin ihlali!
AYM kararında söz edilen “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele”den de, “ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü” ihlallerinden de eser yok. Yani görev savma kabilinden bir iddianame ile karşı karşıyayız. İlk duruşma da bu paralelde geçti, iddianamedeki eksikliklere ve sanıklardan diğer ihlalleri nedeniyle ek savunma alınmasına yönelik taleplerimiz reddedildi. Oysa ceza kanundaki suç tiplerinden darp var, tehdit var, ifade özgürlüğünün yayılmasını engelleme var.
Sanıklar da 6 yıl sonra olsa da, yargı önüne çıkmış olmaktan bir miktar şaşkın ama yine de yargılanan polislerde görmeye alışık olduğumuz özgüven ve cürete sahiptiler. Temel olarak da eylemci sandık, gazeteci olduğunu söylemedi ki vs dediler. Beyza’nın “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyen sanık tarafından gözaltı aracına sürüklenirken, boynunda, sonrasında elinde olan basın kartının fotoğrafları var, o fotoğrafları gösterip “peki bu ne” dedik. Mırın kırın etti, o ne bilmiyorum dedi.
İkinci duruşma yarın
Yarın ikinci duruşma olacak, ne bekliyorsunuz?
Üç polis yargılanıyor. Üçüncü polis ilk duruşmaya gelmedi. Zorla getirme kararı var, bu nedenle bu duruşmaya geleceğini tahmin ediyorum. Bu aşamadan sonra görgü tanıklarının ifadeleri alınacak. Neyse ki o gün yaşananların çok sayıda gazeteci tanığı var.
TIKLAYIN - “AYM’nin bu kararı tüm gazeteciler için emsal”
"Hiçbir şey eskisi gibi değil" demişti |
TIKLAYIN - bianet Muhabiri Beyza Kural'a Ters Kelepçeyle Gözaltı Girişimi 6 Kasım 2015’te, İstanbul, Beyazıt'taki YÖK protestosunda polis, bianet muhabiri Beyza Kural'ı ters kelepçe takarak gözaltına almak istedi, bu sırada da “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi değil artık, bunu öğreteceğiz size” diye bağırdı. Diğer muhabirlerin müdahalesi sonucu Kural serbest bırakıldı. Avukat Eyüboğlu’nun polisler hakkında yaptığı şikayetler takipsizlik ve itirazları da mahkemelerce, polislerin “zor kullanma yetkisini aşmadığı” gerekçesiyle retle sonuçlanmıştı. TIKLAYIN - VİDEO - Polis: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil Artık, Size Öğreteceğiz AYM: Basın özgürlüğü ihlal edildi Anayasa Mahkemesi (AYM), Beyza Kural’ın avukatı Oya Meriç Eyüboğlu aracılığıyla yaptığı başvurusu 18 Şubat 2021’de sonuçlandırmıştı. AYM’nin gerekçeli kararında, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı, 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve 28. maddesinde güvence oluna alınan basın özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmedilmişti. Ayrıca, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasına ve Kural’a 15 bin lira manevi tazminat ödenmesine karar verildi. |
(HA)