Bağımsız Gazetecilik Platformu P24 ile Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) İletişim Fakültesi işbirliğiyle, BAU Galata yerleşkesinde “Ayrımcılık ve Habercilik” semineri düzenlendi.
P24'ten gazeteci Yavuz Baydar'ın moderatörlüğünde dün yapılan seminere gazeteci Tuğrul Eryılmaz, Milliyet Gazetesi köşe yazarı Mehveş Evin, Bianet.org'un Yayın Yönetmeni Haluk Kalafat ve ve akademisyen Mahmut Çınar katıldı.
Seminerde, gazeteciler mesleki deneyimlerinden hareketle, Türkiye'de yaygın haber dilindeki ayrımcılık örneklerine değindi; ayrımcılıkla mücadele yöntemleri anlatıldı. Konuşmacılardan Mahmut Çınar ise ayrımcılıkla ilgili temel kavramları açıkladı; tarihi ve siyasi referanslarla ayrımcılığın nasıl üretildiğini anlattı.
Seminere çoğunluğu gazeteci adayı öğrencilerden ve profesyonel gazetecilerden oluşan yaklaşık 30 kişilik bir grup katıldı.
Eryılmaz: Ülkenin siyasal kültürü gazeteciliğe yansıyor
Seminerin ilk konuşmacısı olan gazeteci Tuğrul Eryılmaz, sözlerine siyasi iktidarların ve medya yöneticilerinin gazetecilere uyguladığı çeşitli baskıları anlatarak başladı. Yakın dönemde işinden edilen Eryılmaz, bu süreci anlatırken "Gazetecilik dışındaki etmenlerin nasıl devreye girdiğini gördüm" diye konuştu. Eryılmaz, basına yönelik yasak ve sansürün; iktidarlara ve değişen siyasi konjonktüre göre farklılaştığını anlattı.
Tuğrul Eryılmaz, "Kendi ülkenizin siyasal ikliminden farklı bir gazetecilik beklemek yanlış... Senin ülkenin, yaşadığın toprakların siyasal kültürü ne ise bu gazeteciliğe yansıyor; gazetecilik derken bahsettiğim ana akım medya..." şeklinde konuştu. Eryılmaz, Ak Parti döneminde bir çeşit "misyoner görevi üstlenen muhafazakar medya" tarzının oluştuğunu söyledi.
İfade özgürlüğü ve nefret söylemi
Gazeteci Tuğrul Eryılmaz, "Bir yandan 'ifade özgürlüğü' diye kıyamet koparken bir taraftan 'nefret söylemi' çıktı..." diyerek ifade özgürlüğü hakkı ve nefret söylemi üretme arasındaki ince çizgiye değindi. Eryılmaz, "Buna formül sunmak çok zor; o yüzden gazeteci olarak bireysel duruşunuz, nasıl bir bilgi birikimiyle geldiğiniz çok önemli" dedi.
Meslek hayatı boyunca, "Türkiye'nin egemen siyasal kimliğinin aksine cinsel, dinsel, fiziksel yapıya (bedensel engel, kilo, vb.) yönelik ayrımcılıkla kavga ettiğini" belirten Eryılmaz, 12 Eylül askeri darbesinden sonraki süreçte Nokta Dergisi'nde çalışırken yaşadıklarından örnekler verdi.
Gazeteci Eryılmaz, verdiği iki ayrı örnekle eşcinsellere ve bir muhafazakar gazeteye yapılan ayrımcılığa karşı nasıl tavrı aldıklarını anlattı. Verilen örnekler ayrımcılığa karşı yapılan haberlerin ne tür baskılarla engellenmeye çalıştığını gösteren türdendi.
"Bu dergide kaç kez Kürt adı geçiyor?"
Tuğrul Eryılmaz konuşmasında Türkiye'deki dezavantajlı etnik gruplara yönelik ayrımcılığa da değindi. Kürtlere yönelik baskının yoğun yaşandığı 1990'larda, çalıştığı derginin patronunun, dergideki haberlerde geçen "Kürt" sözcüğünü sayıp, kendisine "Bu dergide kaç kez Kürt adı geçiyor" şeklinde hesap sorduğunu anlattı. Eryılmaz, o dönemlerde ayrımcı haberlere Türkiye'de "haberi çarpıtma" gibi kavramlar kullanıldığını belirtip, "Batılılar bunun adını koydu; önce ayrımcılık, sonra ötekileştirme ve ardından nefret söylemi dediler" diye ekledi.
Tuğrul Eryılmaz, "Önce söz vardı; önce eylem yoktu" diyerek söylemin önemini vurguladı. Eryılmaz, ayrımcı dilin her zaman var olduğunu; ancak yakın dönemde buna karşı mücadelenin öne çıktığını belirtti.
Kadınlar ve LGBTİ’ler ayrımcılık mağduru
Gazeteci Tuğrul Eryılmaz, hem haberde temsil hem fırsat eşitliği açısından kadınların ve LGBTİ bireylerin ayrımcılığa uğradığını söyledi. "Bana bir tane TV ya da gazetenin kadın yayın yönetmeni söyleyin" diye soran Tuğrul Eryılmaz, kadın gazetecilerin editörlük ve yayın yönetmenliği gibi görevler üstlenmesinin engellendiğini söyledi. Eryılmaz, kadın muhabirlerin de genellikle magazin gibi alanlara yönlendirildiğini belirtti.
Radikal Gazetesi'nde çalıştığı dönemde yaşadığı bir ayrımcılık örneğini anlatan Eryılmaz, kendisinin gazeteye aldığı başörtülü kadın stajyerin, insan kaynakları tarafından ayrımcılığa uğradığını; kurumdan uzaklaştırılmak istendiğini söyledi.
Haber dilindeki ayrımcılığa değinen Eryılmaz, editörlük yaptığı dönemde kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerine özellikle kadın muhabir gönderdiğini söyleyerek bu gibi durumlarda kadın muhabirlerin mağdurla daha iyi empati kurabileceğini anlattı. Böylelikle mağdura yönelik ayrımcılığın önüne geçildiğini belirtti. Eryılmaz, erkek muhabirlerin kadınlara yönelik ayrımcılığı daha kolay ürettiğini vurguladı.
Bianet.org'un Yayın Yönetmeni Haluk Kalafat ise, Bianet’te bu tarz haberlere özellikle erkek muhabir gönderdiklerini söyledi. Kalafat, böylelikle erkeklerde ayrımcılığa karşı bir bilinç ve duyarlılık oluşmasını amaçladıklarını belirtti.
Gazeteci Tuğrul Eryılmaz, dezavantajlı grupların reklamlarda ve televizyon dizilerinde ayrımcı bir bakışla temsil edildiğini söyledi; sınıfsal ayrımcılığın da bir ayrımcılık türü olduğunu ancak çoğu zaman bunun gözden kaçırıldığını vurguladı.
Evin: “Siyasetçiler nefret söylemi üretiyor”
Seminerdeki bir diğer konuşmacı Mehveş Evin, Tuğrul Eryılmaz'ın konuşmasına atıfla, Kürtlerin ve başörtülü kadınların ayrımcılığa maruz kaldığını söyledi. Mehveş Evin, "Siyasi iktidarın değişmesiyle, Kürtlere ayrımcılık konusunda medyada biraz olsun mesafe aldığımızı düşünüyorum ama tabii başörtülüler konusunda hala bir ayrımcılık var" dedi.
Mehveş Evin, “Korkunç bir nefrete boğulmuş durumdayız” diyerek siyasetçilerin sürekli nefret söylemi ve ayrımcılık ürettiklerini belirtti. Evin, siyasetçiler tarafından üretilen nefret söyleminin en uç örneği olarak Başbakan Erdoğan’ın 2011’de katıldığı bir televizyon programında azınlıklara yönelik nefret söylemini örnek gösterdi. Başbakan Erdoğan, "Bizim için de neler yazdılar! Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz kaldı" şeklinde konuşmuştu.
Ayrımcılığa karşı medya izleme
Mehveş Evin, STK’ların medyayı düzenli izlemesi ve raporlamasının önemini vurguladı. Hrant Dink Vakfı ve Kadınların Medya İzleme Grubu’nun (MEDİZ) medya izleme açısından en etkin kurumlar olduklarını belirten Evin, yayınlanan medya izleme raporlarından bazı veriler aktardı.
Mehveş Evin’in aktardığı, Hrant Dink Vakfı’nın yayınladığı medya izleme raporlarına göre Türkiye’de en çok köşe yazarları nefret söylemi içeren ifadeler kullanıyor. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar nefret söyleminin en yoğun mağdurları.
Mehveş Evin’in aktardığı bir diğer veri, Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye göç eden Suriyeli mülteci sayısı artarken, medyada Suriyeli mültecilere yönelik nefret söyleminin arttığını gösteriyor.
Raporlardan veri aktarmaya devam eden Evin, kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik nefret söyleminin yoğun artış gösterdiğini belirtti. Siyasi atmosfere göre ayrımcılık mağduru olan kişi ve grupların farklılaştığını belirten Evin, Gezi Direnişi sırasında oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın hedef gösterilme sürecini örnek verdi.
“Dine hakaret cezası çıkaran ülke sayısında artış”
Ayrımcılığa dünya ölçeğinde de değinen Mehveş Evin, “Batı yasalarla bayağı aşama katetse de gizli kalmış ayrımcılık çok yoğun” dedi. Evin, Uluslararası Af Örgütü’nün ayrımcılıkla ilgili raporundan veriler sunarak; ırkçılığın, homofobinin, islamofobinin ve antisemitizmin boyutlarına dikkat çekti.
Rusya’ya değinen Mehveş Evin, ifade özgürlüğünün sınırlarının daraldığını; yurttaşların kamusal alanda eylem yapmasının ağır para cezasıyla sonuçlandığını belirtti. Evin, Rusya’da “dini duyguları rencide etmenin” üç yıla kadar hapisle cezalandırılabildiğini ekledi.
“Dünyada dine hakaret yasası çıkaran ülkelerin sayısı artıyor” diyen Mehveş Evin, “Pakistan bu konuda birinci” şeklinde konuştu. Evin’in aktardığı verilere göre, Pakistan’da dine hakaret suçundan yargılanan 14 kişi idam edildi, 19 kişi ömür boyu ceza aldı.
Konuşmasına Türkiye’deki ayrımcılık örnekleriyle devam eden Mehveş Evin, Sevan Nişanyan’ın hapsedilmesine değindi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın kameralar önünde Sevan Nişanyan’ın cezalandırılması gerektiğini söylemesinden sonra Nişanyan’ın hapis cezası aldığını aktaran Evin, “Bir ara 301. maddeyi tartışıyorduk, şimdi dine hakaret konuşuluyor” diyerek, ifade özgürlüğünün sınırlarının bu yönde daraldığını vurguladı. Bir gazetedeki Sevan Nişayan’la ilgili haberi gösteren Evin, gazetenin Nişanyan’a yönelik ayrımcı dilini gösterdi.
“Karma medya çok önemli”
Mehveş Evin, 2011 yılında sunucu Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından, köşe yazarı Hıncal Uluç’un “su testisi su yolunda kırılır” yorumunu nefret söyleminin en açık örneklerinden biri olarak gösterdi. Kendisinin de aralarında bulunduğu bir grup gazeteci ve akademisyenin ortak bir bildiri yazarak “Ayrımcı dile son verilsin” dediklerini ve sosyal medya üzerinden toplumun geniş kesimlerinden destek gördüklerini belirten Evin, ayrımcılıkla mücadelenin önemini vurguladı.
Mehveş Evin sözlerini “Karma medya çok önemli, bunu bir türlü sağlayamıyoruz; kadın sasyısı çok az…” diyerek bitirdi.
Kalafat: “Gazetecinin ‘bilmiyordum deme lüksü yok”
Seminerin 3. Konuşmacısı, bianet’in Yayın Yönetmeni Haluk Kalafat’tı.
Haluk Kalafat, bianet’in ayrımcı dille nasıl mücadele ettiğini anlattı. Dile yerleşmiş ayrımcı ifadelerden bahseden Haluk Kalafat, bir gazetecinin ayrımcı dil kullanıp “ayrımcı ifade olduğunu bilmiyordum” deme lüksü olmadığını söyledi; nefret söyleminin nefret suçuna dönüşme potansiyeli olduğunu vurguladı.
Ayrımcılığın Türkiye ile sınırlı olmadığı ve dünyada da çeşitli örneklerine rastlandığını anlatan Haluk Kalafat, ayrımcılık ve medya üzerine çalışan akademiysen Van Dijk’a atıfla örneğin “Müslüman çoğunluğun olduğu yerde Müslümalarla ilgili konuşuyorsanız konuştuğunuz şey ifade özgürlüğüne girebilir, fakat tersi durumda ifade özgürlüğü daralır” şeklinde konuştu.
Haluk Kalafat, ayrımcı ifadelerden bahsederken, “Çingene” sözcüğüne negatif bir anlam yüklendiği için “Roman” sözcüğünün kullanılmaya başlandığını, ancak bu “kötü tınıyı atmak” ve “yüzleşmek için “Çingene” sözcüğünün kullanılması gerektiğini belirtti.
“Herkesin yüzleşmesi lazım”
Haluk Kalafat konuşmasına şöyle devam etti: “Karadenizliyim ben, ama bir dönem Türk’üm demekten utandım... Öyle dönemlerimiz oldu; bilgiyi saklıyoruz ve o yüzden bu tür şeylerle yüzleşemiyoruz. Nötr olun, empati kurun; Türk olun ama empati yapacak kadar da dünya insanı olun.”
Ayrımcılıkla yüzleşmenin tüm toplumsal gruplar için gerekli olduğunu belirten Kalafat, “Herkesin birbiriyle yüzleşmesi önemli… Musa Anter bunu Ermeniler için yaptı. Çok değerliydi; Kürtlerin Ermenilere yaptığı mezalimleri anlattı. Sadece bizim değil herkesin yapması lazım” dedi.
Gazeteci haber yazarken “ülkemiz” gibi sahiplik/aidiyet belirten ifadeler kullanmalı mı sorusu üzerine konuşan Haluk Kalafat, “Ben ülkemiz demiyorum; gazeteciliğin ülkesi olmaz. Eğer ‘ülkeniz’ varsa sizin için Suriye’den gelen insanlar sorundur; o yüzden Türkiyemiz, bayrağımız demeye devam edersiniz” şeklinde konuştu.
bianet’in haber diline değinen Haluk Kalafat, “Kadın cinayetlerinden” bahsederken aslında orada erkeklerin işlediği bir cinayet var; biz bunu “erkekler” vurgusuyla değerlendiriyoruz” ded.
“Bireyin olduğu taraftayız”
“Erdoğan’ın konuşmaları bizim için çok büyük bir sorun çünkü bir erk sahibi” diyen Haluk Kalafat, “Devletin olduğu, kurumun olduğu yerde biz bireyin olduğu taraftayız. Hak temelli gazetecilik de bunu gerektirir” şeklinde konuştu.
Hayvan Hakları ve Çocuk Hakları konusunda mağdurların kendilerini savunacak durumda olmamalarından ötürü ciddi sorunlar yaşandığını belirten Haluk Kalafat şöyle konuştu:
“Çocuk konusunda işin çok başındayız. Son dönemlerde kaybolan tecavüze uğrayan çocuklar gündem olmaya başladı. Aslında hep olan şeyler görünür olmaya başladı. Yaşananların her biri ayrı vaka ama sonuç olarak ortak nokta; biz çocuklarımızı koruyamıyoruz.”
“Dilin değişmesi çok önemli; önce söz vardı”
bianet’in haber dili konusunda STK’lardan devamlı öneri aldığı, gerekli durumlarda bir araya gelindiğini belirten Haluk Kalafat, sosyal medyadaki eleştirilerin de yol gösterici olabildiğini söyledi. bianet’te gazetecilerin belli kategorilerde çalışıp uzmanlaştığını anlatan Kalafat, o alanlarda gerekli duyulduğu durumlarda akademisyenlerden ve STK’lardan yardım istediklerini söyledi. Kalafat, “Çevremizden aldığımız doneleri alıp ona bir formülasyon getiriyoruz, dil yavaş yavaş oturuyor. Sürekli duyargaları açık tutmaya çalışıyoruz, söylenen her şeyi aramamızda tartışıyoruz” dedi. bianet’te “LGBTİ” ifadesinin kullanımının da bu çeşit bir süreç sonunda geliştiğini belirtti.
Kullanılan “gavur İzmir” , “ibne”, “amele yanığı”, “kıro” gibi birçok ifadenin ayrımcılık içerdiğini belirten Haluk Kalafat, “Türk” sözcüğünün de Flemenkçe, İspanyolca ve Sırpça’da hakaret olarak kullanıldığını söyledi.
bianet Yayın Yönetmeni Haluk Kalafat, konuşmasını “Bu ayrımcı ifadeler çok çirkin… Bunlardan arınmamız lazım” diyerek bitirdi.
Çınar: Kalıpyargılar bir tür kısayol
Seminerin son konuşmacısı, Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi Mahmut Çınar’dı. Medya ve ayrımcılık alanında akademik çalışmalar yapan Çınar, konuşmasında ayrımcılıkla ilgili temel kavramları açıkladı.
Mahmut Çınar ayrımcılığı şöyle tanımladı; “Ayrımcılık önyargılara ve kalıpyargılara dayanan; bireyin bir gruba olan aidiyetine ya da varsayılan aidiyetine göre birtakım haklarından mahrum edilmesi, karar alma mekanizmalarından mahrum bırakılmasıdır.”
Çınar “Kalıpyargılar bir tür kısayol. Birine Kürt dediğinizde bir sürü referans yüklüyorsunuz. Gazeteciler zamanla ve kelimelerle yarışıyor” diyerek kalıpyargıların kullanım nedenlerine değindi.
“Ayrımcılık politik bir süreçtir”
Mahmut Çınar konuşmasına şöyle devam etti:
“Ayrımcılık aslında politik bir süreçtir. Doğduğunuzda bir etnik kimliğe, bir dine mensup olarak doğabilirsiniz. Aslında boş geliyorsunuz ama öğreniyorsunuz; aileden, eğitimden… Bunları da siyaset belirler. Siyasi erkler oluşturuyor bu dili. Çünkü ona güç veren birtakım kategorileri bırakmak istemiyor. Erkek egemen toplumda erkekler sahip oldukları gücü kaybetmek istemiyor. Sünni Müslümanların, Türklerin egemen olduğu bir yerde Sünni Müslümanlar, Türkler güçlerini kaybetmek istemiyor.”
“Kimlik konsensüsü sorun yaratıyor”
Mahmut Çınar, ana akım medyanın tavrını değerlendirirken, “Ana akım bir çoğunluğa hitap ettiğini varsayar. Ben ona kimlik konsensüsü diyorum. Ana akım “biz” derken topluğun çoğunluğunun o konsensüse girdiğini düşünür” dedi. Çınar ‘3’ü kadın 6 terörist’ ifadesi ya da gazete sayfalarına yerleştirilen ‘güzel kadın’ fotoğraflarının, gazeteyi erkeklerin okuduğu önkabulünden kaynaklandığını belirtti. “Bu kimlik konsensüsü büyük sorun yaratıyor” dedi.
Mahmut Çınar, bariz bir biçimde, ilk bakışta görünür olan ayrımcı dil ve nefret söyleminden farklı olan “banal milliyeçilik” kavramından bahsetti. Çınar, şöyle devam etti:
“Banal milliyetçilik kavramını yaratan iki temel kavram ‘biz’ ve ‘burası’. Bunu her çeşit gazete yapıyor… ‘Ülkemiz’ diyerek inanılmaz bir aidiyet duygusu yaratıyorsun ve ontolojik olarak her biz bir karşıtını; ötekini yaratır.”
Ana akım medyanın çoğunluğun değer yargılarının dışına çıkmaktan korktuğunu belirten Mahmut Çınar bunun karşılıklı döngüsel bir sarmal olduğunu vurguladı. “Ana akım medyada görünmez, banal bir dil” kullanıldığını anlatan Çınar, ‘normal’ ve ‘anormal’ sınıflandırması üzerinden üretilen ayrımcılığa değindi; “Normal olanı senin kültür dünyanı, ideolojini kuran belirler” diye ekledi.
Ayrımcılığın aileyle başlayan eğitimle süren politik bir süreç olduğunu belirten Mahmut Çınar, ayrımcı dilden arınmanın da kişisel bir süreç; kişisel bir mücadele olduğunu söyledi.
Gazetecilerin bireysel olarak ayrımcı dil ve bakıştan arınmış olsa bile medyada ayrımcı söylemin bitmesinin pek mümkün görünmediğini belirten Mahmut Çınar, siyasi erkin ve ekonomik çıkar gruplarının ayrımcılığı iktidarlarını sürdürmek için kullandıklarını söyledi.
Seminer, soru-cevap kısmından sonra yapılan atölye çalışmasıyla sona erdi. Atölye çalışmasında Haluk Kalafat ve Mahmut Çınar ayrımcı söylem içeren çeşitli haberleri katılımcılarla beraber irdeledi. Haber nasıl yazılmamalı ve nasıl yazılmalı sorusuna cevap arandı. (SY/HK)