Mustafa Hoş, Ahmet Sever, Engin Korkmaz, Mustafa Sönmez, Oktay Candemir, Cem Şimşek, Erk Acarer, Necla Demir, Ali Ergin Demirhan ve Onur Emre Yağan... Bu isimler son aylarda Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen Türk Ceza Kanunu (TCK) 299'dan yargılanan gazetecilerden birkaçı.
Aralarından iki gazeteci sadece Kasım'ın başından bugüne kadar görülen davalarda ayrı ayrı 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezasına çarptırdı. İleri Haber'in eski Genel Yayın Yönetmeni Onur Emre Yağan onlardan biri. Yağan üstelik genel yayın yönetmenliğini yapmadığı dönemde gazetenin Twitter hesabından yapılan paylaşımlar nedeniyle ceza aldı.
Sendika.Org editörü Ali Ergin Demirhan da 2018'de attığı 6 tweet gerekçe gösterilerek yargılandığı davadan ceza alarak ayrıldı. Bu Demirhan'ın aldığı ilk ceza da değildi. Demirhan 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimleri'nde attığı bir tweet nedeniyle de daha önce 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Demirhan'ın yine Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla yargılandığı bir başka dava yarın (19 Kasım) İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek.
TIKLAYIN - "Kastet ya da kastetme, Cumhurbaşkanına hakaretten kaçış yok"
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu'yla son dönemdeki Cumhurbaşkanına hakaret yargılamalarını konuştuk...
"Çelişkili ve hazin bir durum"
Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen bu madde (TCK 299) bir baskı aracı olarak mı kullanılıyor?
Her fırsatta 'herkesin Cumhurbaşkanı' olduğunu savunan Recep Tayyip Erdoğan’ın, haber yoluyla, sosyal medya veya kamuya açık alanda dile getirilen her eleştiri ve sert söz nedeniyle genç, yaşlı, işçi, aydın, gazeteci demeden, on binlerce insanı yargılatması kadar çelişkili ve hazin bir durum olamaz.
Bu düzenlemenin, Türkiye’nin son altı yılda toplumun kutuplaşmasında katalizör işlevi gördüğünü bugün daha iyi anlıyoruz.
Genç bir öğrenci veya üniversitelinin, işçi veya sendikacının, siyasi parti temsilcisi veya esnafın, Cumhurbaşkanı’nı eleştirmesi nedeniyle sabahın köründe evinden gözaltına alınıp, tutuklanıp veya yargılanmasının kamuoyundaki karşılığı uyum ve uzlaşı kültüründen uzaklaşmak oldu.
"Araçsallaştırılıp baskı aracına dönüştü"
Peki, bu düzenleme hayatımıza nasıl girdi?
Bu düzenleme, 2000’ler öncesinde de vardı ancak 90’larda izlediğimiz onca davadan buna dair bir yargılama zihnimde canlanmıyor. Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Gerçek Gündem Yayın Yönetmeni Barış Yarkadaş'a açtığı dava aklıma gelen nadir örneklerden biri.
Erdoğan henüz 'ülkeyi düzlüğe çıkaracak reformist' iken yapılan en büyük yanlışlardan biri, Avrupa Birliği üyeliği müzakereleri çerçevesinde Türk Ceza Kanunu 2005’te yenilenirken, eski TCK’daki 158. Madde olduğu gibi yeni TCK’ya taşınması oldu.
Hatırlayalım, medya temsilcileri, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) öncülüğünde, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” düzenlemesi de dahil TCK’deki 20’yi aşkın maddenin büyük sorunlara neden olacağı uyarısıyla İstanbul Valiliği önünde eylemler yapmıştı. Hatta bu eylemler yeni TCK’nin yürürlüğünün, sorunlar gözden geçirilmek üzere, altı aya kadar uzatılmasını da sağlamıştı.
Bugün için TCK’nın 299. Maddesi, belli kurumlar belli ölçülerde dönüştüğü atılım süreçlerinde dahi, liderlerin yurttaşa karşı güçle kuşanmaktan vazgeçemediğinin göstergesidir. Reforma imza atan iradenin, günü geldiğinde kıyıda köşede tuttuğu o gün için marjinal gözüken bir düzenlemeyi araçsallaştırıp baskı aracına dönüştürebileceğini de acı şekilde hep birlikte öğrenmiş oluyoruz.
"Siyaseti de zehirleyen bir yönü var"
TCK 299'un kaldırılması ne anlama gelir?
Avrupa Birliği (AB) reformlarının feda edildiği, toplumun derin bir politik kamplaşmaya itildiği, ekonomik kriz yaşayan, Covid salgını gibi türlü sıkıntılara baş etmek zorunda kalan yurttaşın kamplaşmaya itildiği bir dönemde siyasetçisine ve iktidara sesini duyurması, yakınması veya eleştirmesi soluk katabilir. Öte yandan, Cumhurbaşkanı, hakarete maruz kalmışsa herkes gibi tazminat yoluyla hak arama yoluna girmelidir.
Partili Cumhurbaşkanı olan, üstelik dokunulmazlığı olan bir kişinin, ceza kanununda özel zırh ile korunmasının siyaseti de zehirleyen bir yönü olduğunu toplumca gördük. Bizdeki çarpıklığı şu oldu; Cumhurbaşkanı istediği gazeteciyi, hak savunucusunu, siyasi parti yetkilisini kamuoyu önünde küçük düşürebiliyor, hedef gösterebiliyor. Buna yönelik itiraz ve tepkiler yükselince Emniyet ve savcılık ilgililer hakkında işlem yapıyor. Demokratik düzende yurttaşa hesap vermesi beklenen Cumhurbaşkanı dokunulmazken, hesap sormaya yeltenen, sorgulayan yurttaş veya gazeteci 4 yıl 8 ay hapisle yargılanıyor.
Bir yetkiliyi korumaya, dokunulmaz kılmaya dönük özel düzenlemeler, nasıl uygulanırlarsa, o yetkiliyle o şekilde özdeşleşir. Bugünkü acı şöhret, sadece bu antidemokratik maddeye yönelik değil, bizzat Cumhurbaşkanı’nadır da… Unutulmayacaktır.
"12 bin kişi yargılandı"
Şu ana kadar ne kadar kişiye soruşturma açıldığını, bu soruşturmaların kaçının davaya dönüştüğünü biliyor muyuz?
Tabloya bakınca, “Cumhurbaşkanı’na hakaret”in mahkemelerdeki pratiğe göz atınca anlıyoruz ki, düzenleme düpedüz otoriteyi güçlendirip kutsiyet kazandırmak, liderlik gücünün erişilmezliğini yerleşik hale getirmek için kullanılıyor.
Adalet Bakanlığı'nın 2019 istatistiklerine göre, TCK'nin 1 yıldan 4 yıla kadar hapisle cezalandırılmayı, bunun alenen işlenmesi durumunda da altıda bir oranında arttırılmasını öngören 299'uncu maddesinden bir yılda 36 bin 66 kişi kovuşturmaya uğradı. Bunlardan 12 bin 298'i açılan davalarda yargılanırken, 3 bin 831 kişi ceza aldı.
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı verilere göre 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in döneminde Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasından 163 kişiye dava açılırken, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde ise 848 kişiye dava açıldı.
Bu dönem içerisinde İstanbul, Ankara ve Diyarbakır adliyelerinde yüzlerce gazeteci bu suçlamalarla açılan davalar yoluyla yıpratıldı.
"Kulaklar tıkanarak bugüne gelindi"
Cumhurbaşkanlığı ve hakaret konusunun dünyadaki seyri nedir?
Düşünün ki, 25 yıldır gazeteci haklarını izlemeye çalışıyorum; bugüne kadar bir tek İspanya’da devlet liderlerini koruyan bir düzenlemenin bir gazeteciye karşı kullanıldığını hatırlıyorum. Fas Kralı’nın düzenlediği ziyaret sonrasında gelişen bir soruşturma veya kovuşturma söz konusuydu. Belki 15 yıl olmuştur.
Diğer bir örnekte Fransa, dönemin Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi kendisine ait sözleri içerir “Defol Git, Zavallı Aptal” (“Casse toi pov'con”) yazılı pankartla protesto eden hak savunucusu Hervé Eon’un 30 euro (90 TL) cezaya mahkum edilmesi nedeniyle AİHM’de 2013'te haksız bulundu. Bunun üzerine Fransa, aynı yıl, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” maddesini yürürlükten kaldırdı. Fransa, 30 euro ceza için maddeyi gündeminden çıkardı; Türkiye’de verildiğinde para cezasının ağırlığı 1000 euro! Düşünün.
İstanbul’da asliye ceza mahkemelerinin, 299'un iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi taleplerinde, “Avrupa’da birçok ülkede var” argümanına sığınması çok sorumsuzca oldu. Anayasa Mahkemesi’nin de, İstanbul ve Karşıyaka asliye ceza mahkemelerinin başvurularında, “Maddenin sırf TCK’da bulunması Anayasaya aykırılık oluşturmaz” şeklinde karar vermesi de bize göre bir cesaretsizlik örneğiydi.
Biliyoruz ki, Avrupa Konseyi’nin uzmanlar kurulu olan Venedik Komisyonu, 2016'da sadece “Cumhurbaşkanı’na hakaret” düzenlemesini değil, “Türklüğü ve devlet kurumlarını aşağılamak” suçlamasını içeren TCK 301. maddesini ve 'hakaret'e ilişkin TCK 125. maddesinde de değişikliğe gidilmesini tavsiye etmişti. Ancak buna da kulaklar tıkanarak bugüne gelindi.
"Hapisle hizaya getirmek..."
Tazminat davası açmak yerine neden ceza davaları açılıyor?
Bu yasal altyapıyla, özellikle de bu yargı pratiğiyle, demokrasiye dair herhangi bir iddiada bulunamazsınız. Bu düzenlemelerin çağdaşlık ve demokratik dünyayla bir alasını kuramazsınız.
Demek ki Türkiye’nin de demokratik yargı değerleriyle bir bağlantısı kalmamış ki, hapisle hizaya getirmek olağan bir uygulamaya dönüşmüş. Anayasa Mahkemesi bir an önce, 299. Maddeyle ilgili önündeki dosyaları, adliyelerdeki bu çileyi sonlandırmak için görüşmelidir. Gazetecilerin adliyede bu suçlamamalarla yıpratılmasının toplumun da baskılanması açısından bir mesaj taşıdığı gün gibi ortada. Gazeteciyi yıldırırsanız, toplumsal sorunları değil dile getirmeyi, gitgide kamuoyu önünde sorunlara tanıklık edecek bir kimse bulamazsınız. Gazeteci röportaj yapacak kaynak, yurttaş da sorunlarını gündeme taşıyacak haberci arar durur…
İster Cumhurbaşkanı olsun, isterse hakaret suçunu düzenleyen TCK’nın 125. Maddesi yönünden bir siyasi yetkili olsun, hakaret yönünde bir iddiası varsa bunu tazminat hukuku ve davası çerçevesinde halletme yoluna gitmelidir.
"Yargı eliyle yaratılan tahribat"
1 Eylül’deki Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuşan Erdoğan, 1. Yargı Reform Paketi’ne de atıfta bulunarak iktidarlarında Türkiye’de ‘ifade özgürlüğünün’ daha ileriye gittiğini söylemişti...
Bu mesajların bizim yıllardır yüzleştiğimiz acı gerçekle bir bağı yok, ne yazık ki. İşin doğrusu, Cumhurbaşkanı’nın uzmanlarınca yanıltıldığını da artık düşünmüyorum. Cumhurbaşkanı, özellikle yargı eliyle yaratılan bu tahribat konusunda, temel özgürlüklerle ilgili karneyi tozpembe göstermeye çalışıyor ve kamuoyunu yanıltıyor. Demokratik yargı, şeffaflık, hesap verebilirlik, liyakat, günümüz Türkiyesi’nde yabancı kavram ve değerler.
TIKLAYIN -BİA MANİFEST: TCK 299 Kaldırılmalı
TIKLAYIN - BİA Medya Gözlem - 2020 Üçüncü Çeyrek - Basın Açıklaması
TIKLAYIN - BİA Medya Gözlem - 2020 Üçüncü Çeyrek - Tam Metin
TIKLAYIN - BİA Medya Gözlem - 2020 Üçüncü Çeyrek - Düzenlemeler, Tepkiler, Hak Aramalar
(HA)