"Cüneyt Aydınlar’ın annesi Menekşe Aydınlar, bana “Keşke annen de burada olsaydı. Benim derdimden bir tek anneler anlar. Başka kimse anlamaz, bilmez” demişti. Haklı. Cumartesi Anneleri’nin ne yaşadığını anlamam mümkün değil. Kitabın bir eksiği de şu oldu açıkçası, Kürtçe bilmiyorum. Keşke Kürtçe bilen bir gazeteci bu kitabı yapsaydı diye çok düşündüm. Çünkü bazı anneler Türkçe bilmiyordu ya da kendini Kürtçede olduğu kadar Türkçe ifade edemiyordu. Tercümede yardımcı olanlar oldu elbette ama Kürtçe bilseydim o anlatıları çok daha iyi aktarabilirdim. Bu da benim vicdani yüküm olarak kaldı."
Cumartesi Anneleri/İnsanları, ilk eylemini 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü saat 12’de yaptı.
Polis saldırılarına aldırış etmeden, hava koşullarına bakmadan, her hafta “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle devam elemler, 600. ve 750’inci haftalardaki yoğun polis şiddetine rağmen devam etti. Sonrasında bir süre İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) İstanbul Beyoğlu’ndaki dernek şubesi önünde devam eden eylemler, pandemi ile birlikte online ortama taşındı.
Normalleşme süreci ile birlikte yeniden Galatasaray Meydanı’nda eylem yapmak isteyen Cumartesi Anneleri/İnsanları, haftalarca polislerce engellendi.
Anayasa Mahkemesi’nin “Cumartesi Anneleri’nin eylemi yapma hakkının engellenmesi hak ihlalidir” kararına rağmen, polisler Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın eylemlerine izin vermedi. Cumartesi Anneleri/İnsanları ve hak savunucuları haftalar boyunca işkence ile gözaltına alındı.
Ancak, toplumsal muhalefetin baskısı ile kayıp yakınları 4 Kasım 2023 Cumartesi günü yeniden Galatasaray Meydanı’nda açıklama yapma hakkını kazandı. Ancak, açıklamada kişi sayısı 10 kişi ile sınırlandı.
Türkiye’nin en uzun süren eylemi özelliğini taşıyan Cumartesi Anneleri, gelecek hafta 25 Mayıs'ta bininci haftaya ulaşıyor.
Bu tarihi gün öncesinde gazeteci Serdar Korucu, gözaltında kaybedilen 18 kişi için 22 kayıp yakınıyla görüşerek "Cumartesi Anneleri: Galatasaray Meydanı'nda 1000 hafta" kitabını Doğan Kitap’tan çıkarttı.
Korucu, kitabının detaylarını bianet’e anlattı.
“Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle bin haftadır devam eden adalet arayışındaki kayıplar ve kayıpların yakınları biricik. Hakikaten belgesel niteliğinde müthiş bir iş çıkarmışsınız, nereden aklınıza geldi?
Kitabın temeli yaklaşık 9 ay önce Besna Tosun ile buluştuğumuz 4 Ağustos günü atıldı. Aklımda yeni kitap projeleri vardı, ben bunları anlatacaktım. Besna ise “Cumartesi Anneleri’nin kitabı yok biliyorsun değil mi?” dedi. Derin bir sessizlik yaşandı aramızda. Cumartesi Anneleri’ni elbette biliyorum ama benden çok daha uzun zamandır, katbekat eskiden beri takip eden, pek çok zorlukla mücadele eden, onların seslerini kamuoyuyla paylaşan meslektaşlarım var.
Ve kitap gibi kalıcı bir çalışmada bu eylemleri anlatırken yetersiz kalacağımdan endişeleniyordum. Başta Besna olmak üzere İnsan Hakları Derneği, İstanbul Şubesi Kayıplar Komisyonu’nun desteğiyle bu çalışmayı çıkarttım. Önsözde de ifade ettiğim gibi, bu kitap benim değil, Cumartesi Anneleri’nin kitabı. Ben sadece aktaranım, derleyip toplamaya çalışanım.
“Önümüzde kısıtlı zaman vardı”
Siz kitapta yer vermek istediğiniz kayıp yakınlarına nasıl karar verdiniz? Nasıl bir yol belirlediniz?
Kitapta gözaltında kaybedilen 18 kişi için 22 kayıp yakınının anlatısı bulunuyor. Kayıplar Komisyonu bu konuda da yardım etti. Liste daha uzundu. Bunun notunu düşmüş olayım. Yapmak istediğimiz başka röportajlar da vardı ama kiminin sağlık durumu elvermedi, kimi yurtdışındaydı. Üstelik önümüzde kısıtlı zaman vardı. Yetiştiremedik ne yazık ki…
“Kayıplar mücadelesi tek bir hükümetle sınırlı değil”
Kitap için ne kadar zaman çalıştınız? Nasıl bir çalışma yöntemi belirlediniz?
Sadece 9 ay önce başladığım için çok hızlı harekete geçmek gerekiyordu. İlk başta Edirne’ye gittim, Türkoğlu ailesine. İstanbul’a yakın olduğu için bu seçimi yaptık.
Münübe Türkoğlu ile görüşmede en ilgimi çeken ayrıntı, gözaltında kaybetmenin 90’lı yıllarda Kürtlere yönelik sistematik uygulandığını gösteren anlatısıydı: “DGM savcısı, ‘Gözaltında kaybetmeler, gerçi gözaltına alınmamış ama gözaltında kaybetmeler Güneydoğu’da çok var ama Trakya’da yok. İlk defa duyuyorum’ dedi. ‘Trakya’da ilk defa duyuyorum’ dedi.” Daha sonra yaklaşık 10 gün içerisinde Diyarbakır-Batman-Mardin-Şırnak hattında röportajlara başladım. En sonundaysa İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda eyleme katılmayı sürdüren ailelerle devam ettim.
Kayıplar mücadelesini kitaplaştırmak sizin için neden önemli?
Gözaltında kayıplar mücadelesi tek bir hükümetle sınırlı değil. Bu nedenle netameli bir konu. Evet, gözaltında kaybedildikleri sırada iktidarda olan bir yönetim var ve onlar birincil sorumlu olarak görülebilir ama bununla sınırlı değil. İktidarlar değişse de bu suçun devamlılığını görüyoruz. Sorumluluk, bütün kaybedilenlerin akıbetinin açıklanması ve onları kaybedenlerin hakkaniyetle yargılanması, cezalandırılmasıyla aşılabilir.
Hepimizin, tüm toplumun Cumartesi Anneleri’ne borcu var. Onlar gözaltında kaybedilen yakınları için her şeyi göze alıp Galatasaray’a çıkmasaydı, kayıplar devam ederdi. Belki siz belki ben belki bir yakınımız da kaybedilebilirdi.
Onların görünürlüğüyle, seslerini duyurmasıyla kayıpların azaldığını veriler de gösteriyor. Kitabın sonunda yaklaşık 600 kişilik bir gözaltında kaybedilen listesi yer alıyor. Bu İHD tarafından doğrulanan ama hala üstünde çalışılan bir liste. Listede muhakkak eksikler var. Çünkü hala üstünde çalışılıyor ama alelacele kitaba eklemiş olmanın sorumluluğu benim açıkçası. Bir niyetim vardı, gözaltında kaybedilenlerin kitapta yer alan 18 kişiden ibaret olmadığının anlaşılması, hatırlanması, belirginleşmesi. Amacına ulaşır umarım…
“Keşke daha çok yazılsa”
Bin haftadır, zaman zaman polis müdahalesiz fakat daha çok polis müdahaleli ve engellemeli devam eden kayıplar mücadelesinin Türkiye’nin insan haklarıyla ilgili politikasında etkisi önemi yeri ne sizce?
Kayıplar mücadelesi üstüne çok daha fazla çalışılması gereken konulardan. Sevgili Nadire Mater, Eren Keskin, Sebla Arcan, Nimet Tanrıkulu, Gülizar Tuncer, Leman Yurtsever, Filiz Karakuş, Filiz Koçali gibi çok değerli insan hakları savunucuları başlangıcından, ilk döneminden bu yana gözaltında kaybedilenlere destek verdi, vermeye de devam ediyor.
Slogan atmadan, yürüyüş yapmadan sadece oturarak taleplerini ileten bu eylem Türkiye’nin en uzun süreli eylemi. Üzerine çok değerli çalışmalar var elbette. Tek tek saysam muhakkak birini atlarım, unuturum diye korkuyorum ama Hafıza Merkezi’nin raporları, özellikle de Özgür Sevgi Göral’ın yazdıklarını, haddim olmayarak, çok kıymetli buluyorum. Çok şey öğrendim kendilerinden. Keşke daha çok yazılsa, çizilse, konuşulsa…
Kitabın daha başında Metin Göktepe’nin fotoğrafını gördük, bunu özellikle mi tercih etiniz? Fotoğraflara nasıl karar verdiniz?
Editörüm Sevim Erdoğan ile konuştuğumuzda ilk isteğim buydu: Metin Göktepe fotoğrafı ile başlamak. Göktepe’nin çektiği fotoğrafı, bugün de keşke benzeri olsa dediğim Pazartesi dergisinde karşıma çıktı. Bu çok değerliydi benim için.
Diğer fotoğraflar için de uzun zamandır Cumartesi Anneleri’ni takip eden diğer arkadaşlarımdan, meslektaşlarımdan yardım istedim. Ayhan Şanlı, Hayri Tunç, Eylem Nazlıer, Emre Orman ve Aydın Atay, konuyu açar açmaz, Cumartesi Anneleri kitabı hazırladığımızı söyler söylemez arşivlerini açtılar, fotoğraflarını karşılık beklemeden paylaştılar. Onların sayesinde Türkiye’nin en uzun süreli bu eyleminin meydandaki fotoğrafları da kitapta yer aldı.
Fehmi Tosun’a dair şu bilgiyi okuyoruz kitapta: “Dedesi Çanakkale’de savaştı torununu devlet kaybetti.” Bunun gibi etkileyici olan başka detaylar ayrıntılar nelerdi sizce?
Hepsinin anlatısı çok değerli. Hepsine tekrar tekrar teşekkür ediyorum anlatılarını paylaştıkları için. Kayıp yakınları her Cumartesi eylemlerde gazetecilerle konuşuyorlar ama konu kitap olunca, gözaltında kaybedilenleri uzun uzun anlattılar. Saatler boyunca, sayfalar dolusu. Bu da ister istemez travmalarını tetikledi, onları çok zorladı. Mesela Maside Ocak ile konuşurken boğazımız düğüm düğüm oldu, ara vermek zorunda kaldık. Çünkü ayrıntılı anlatmak çok yıpratıcıydı. Sadece Maside de değil. Hepsi çok zorlandı. Söyleşi sonrasında sarılıp ağladık çoğuyla. Bana en ağır gelen Emine Ocak oldu. Demans başladığı için anlatmakta çok daha zorlanıyordu. Röportajdan birkaç ay önce, Kasım ayında babamı Alzheimer’dan kaybettiğim için bu durum benim için de daha ağırdı.
Bu kitabın bence en özel yanı şu: Kitapta kaybedilenlerin insani yönleri de var. Hasan Ocak’ın çocukları sevindirmek için cebinde şeker taşıdığını anlattı Maside. Ya da müzik dinlemeyi, sinemayı, tiyatroyu seven resim yapan bir Hayrettin Eren var bu kitapta, İkbal Eren’in anlatımıyla. Hepsinin tek tek bu özelikleri var. Şunu vurgulamak istedik, gözaltında kayıplar sadece sayı değil, onlar insan ve sizin gibi benim gibi hayattan keyif alıyorlardı. Hanım Tosun, eşi Fehmi Tosun’un futbol oynamayı sevdiğini anlattı. Ve kızı Besna bu ayrıntıyı annesinin söyleşisinden öğrendi. Bu gözaltında kaybın aile içinde de nasıl bir travma yarattığını bize gösteriyor.
Son olarak siz kayıp yakınlarının mücadelesinden ne öğrendiniz?
Kendi payıma öğrendiğim, gözaltında kaybedilmenin bir aileye yapılabilecek en büyük işkence olduğu. En değerlinizi alıyorlar ve başına ne geldiğini bile söylemiyorlar. Öldü mü, yaşıyor mu, durumu ne, bilmiyorsunuz. Her an kapı çalınabilir, geri dönebilir umuduyla yaşıyorsunuz. Tüm aile bu yolla cezalandırılıyor ve açılan yara kapanmıyor.
Son olarak sizin eklemek istedikleriniz nedir?
Bir de parantez açayım, Kayıplar Komisyonu insanüstü bir şekilde çalışıyor, İHD İstanbul Şubesi çatısı altında. Herhangi bir yerden fon almıyor. Sadece bağış kabul ediyor. Bu nedenle ben de kitabın yazar gelirini komisyona bağışlayacağım. Umarım daha çok destek alırlar. Hepimizin onların varlığına ihtiyacı var. İyi ki varlar…
Ve son olarak yayınevine teşekkür etmem gerekli. Çünkü bu kitabı dağıtım ağı güçlü büyük bir yayınevinden çıkarma isteğim vardı. Cem Erciyes’e Doğan Kitap’ın kapısını açtığı için müteşekkirim. Üstelik ona kitabı çok çok geç önermeme rağmen… Kitap takviminde olmamasına karşın, ki bu takvim aylar öncesinde belirlenir, bu işe verdikleri değerle bir istisna yaptı yayınevi. Kitabın editörü de daha önce birlikte çalıştığım Sevim Erdoğan oldu. Hem Cem hem de Sevim ablayla yeniden yolumun kesişmesi benim şansımdı. Dediğim gibi, yaklaşık 9 ayda 350 sayfalık bir metin toparlayıp birkaç haftalık yayınevi temposu sonrasında yayıma hazırladık. Muhakkak içinde hatası, eksiği olacaktır, artık onlar da benim boynuma.
(EMK)