Yaz sıcaklarının denizdeki petrol yataklarından taşıdığı 'neft' kokusu da yoktu henüz. Küçük bir semaver getirtmiştik masamıza. Biraz da kurutulmuş meyve: kayısı, erik, üzüm. Mütevazı bir yerdi oturduğumuz açıkhava çayhanesi.
"Şu kadarcık bir yerden bile mutlaka haraç alınıyor" diye anlatıyordu Elmar. "En ufak bir işyeri bile bazen kazandığının çoğunu haraç olarak vermek zorunda. Her tür girişimciliği daha baştan öldürüyor bizdeki yöntemler. Kimisi bu durumda çalışmaya bile deymez diye düşünerek hiç kalkışmıyor işe".
Elmar'ın bir matbaası vardı, ama işadamı değildi kendisi. Gazeteciydi. Matbaanın geliri çıkardığı gazeteleri yaşatmaya yarıyordu.
Bakinski Bulevar (Baku Bulvarı) daha çok geniş halk yığınlarına seslenen bir gazeteydi, Monitor ise daha sınırlı bir aydın kesiminin izlediği haftalık bir dergiydi ve daha çok birincinin satışlarıyla ayakta durabiliyordu.
Görüştüğümüzde matbaa kapatılmıştı. Otuz kadar işçi işsiz kalmıştı. Sadece işsiz kalmak değil, başka bir yerde kendilerine iş verilmesi bile iktidar tarafından yasaklanmıştı. Çünkü Elmar'ın yanında çalışmak gibi bir "suç"tan damgalıydılar.
Elmar ise ağır para cezalarına çarptırılmış, bunların altından kalkacak bir yol arıyordu. Matbaa kapandığı için Bakinksi Bulevar artık çıkamıyordu, Monitor'un bile çıkması kuşkuluydu bu durumda.
Elmar Hüseyinov'un bütün suçu iktidarı eleştirmek, Aliyev sülalesinin yolsuzluklarını korkmadan açığa vurmak, kokuşmuş düzenin baskılarına boyun eğmeyen, yıldırılamayan, gerçek bir gazeteci olmaktı.
Elmar'dan ayrıldıktan sonra rıhtım boyunca uzun uzun düşünerek dolaştım. Bu kent yirminci yüzyıl başlarında sosyalist devrimin hazırlandığı en önemli merkezlerden biriydi.
Petrol endüstrisi güçlü ve kalabalık bir işçi sınıfı yaratmıştı. Henüz genç bir devrimci olan Stalin proletaryayı örgütleme çalışmalarına ilkin buradan başlamıştı.
Bugün ise...
Kulağımda bir ses "Baku ne ifade ediyor?" diye soruyor. "Baku demek, petrol demek. Amerikan kapitalizmi bütün dünyada bir petrol tekeli oluşturmaya çalışıyor. Petrol için mücadele veriliyor. Amerikan bankerleri ve Amerikan kapitalistleri nerede petrol varsa orayı ele geçirmeye ve halkları köle etmeye çalışıyorlar."
Hayır bu sözler bugün söylenmiş değil. Seksen beş yıl önce Baku'da toplanan
Doğu Halkları Kongresi sırasında Amerikalı gazeteci-devrimci John Reed tarafından yapılan bir değerlendirmeydi. Ama aynı gözlem bugün için de geçerli.
Bağdat'tan Baku'ya, Afganistan'a kadar petrol için kan döken Amerika ve onunla işbirliği yaparak kendi keselerini dolduran yerli diktatörler, kuklalar. Halka ise petrolden kalan tek şey gözyaşları, korku, kan ve ateş.
Azeriler yüzyıl başında petrole üşüşen kapitalistlerden kurtulmuşlardı, ama yirminci yüzyıl kapanırken her şey yine eskiye dönmüşe benziyor. Başta Amerikalılar ve İngilizler olmak üzere bütün petrol vampirleri yine Baku'da.
Ve onlara yol açan, teşrifatçılık yapan, pay dağıtan, pay alan Aliyev aile şirketi.
Eski KGB'ci, eski polit büro üyesi Haydar Aliyev, kızı, damadı, bugün iktidarı devralan oğlu İlham...
"Aile" Azerbaycan'ı özel çiftliği gibi yöneterek, petrol ve havyara el koyarken "fehleler" (işçiler) giderek yoksullaştılar, her tarafından petrol fışkıran ülkede işsizlik giderek büyüdü, buna paralel olarak akıl almaz bir yolsuzluk ve rüşvet düzeni yaşamın her alanını bir örümcek ağı gibi sardı.
Elmar Hüseyinov bu sisteme karşı direnen tek kişi, tek gazeteci değildi Azerbaycan'da. Ama yalnızdı, herhangi bir politik partiye bağlı değildi. Kurduğu gazeteleri tek başına ayakta tutmaya çalışıyordu.
Büro olarak kiraladığı yerlerden her seferinde çıkarılmıştı, matbaası kapatıldıktan sonra, hiç bir devlet matbaası veya özel kuruluş gazetesini basmayınca, kendisi oturup teksirle çoğalttığı olmuştu. Dağıtıma giremeyen gazeteyi özel kişiler alıp sokakta satarken saldırıya uğramışlar, dövülmüşlerdi.
Ve geçen akşam, hiç beklemediğim bir anda, bilgisayarıma düşen bir haber oldu Elmar Hüseyinov. Öldürülmüştü. Evine girmeden, asansörden çıkar çıkmaz koridorda, kapısının önünde yedi kurşun boşaltılmıştı üstüne. Babası kapıyı açtığında oğlunun kanlı cesedini bulmuştu yerde.
İnanamayarak bir kaç kez okudum haberi. Azerbaycan'a koşup gitmek, bunun doğru olmadığını Elmar'ın kendisinden öğrenmek geldi içimden. İsyan, ürperme, korku, öfke ve suçluluk duygusu kapladı içimi.
Bir şey yapamamış, yardım edememiş, onu kurtaramamış olmanın verdiği suçluk duygusu. Bilineni önleyememiş olmanın suçluluğu.
"Böyle bir şeyi bekliyorduk, ama bugün değil demiş Elmar'ın babası. Evet, biliyorduk ve bekliyorduk, ama bugün değil... Bugün değil... Hiç bir gün...(ND/BA)