IPS İletişim Vakfı/ bianet ve Civil Rights Defenders (CRD) ortaklığı, Hafıza Merkezi katkısıyla 20 Temmuz günü düzenlenen “Yargı Haberciliği: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” isimli yuvarlak masa toplantısında akademisyenler, gazeteciler, hak savunucuları ve avukatlar bir araya geldiler, Türkiye’deki yargı haberciliğini masaya yatırdılar.
Prof. Dr. Aslı Tunç'un Akademisyen Gözünden Yargı Haberciliği sunumunun ardından Gökçer Tahincioğlu’nun gerçekleştirdiği Gazetecilik Gözünden Yargı Haberciliği sunumunu paylaşıyoruz.
* * *
Ben mesleğe 1997 yılında adliye muhabiri olarak başladım. 97-98’den itibaren yargı muhabiri demeye başladık kendimize. Kendimizi o eski tip adliye muhabirinden, polis-adliye muhabirliği, 3. sayfa muhabirliği gibi bir gelenekten biraz ayırma motivasyonumuz vardı.
Şöyle bakıyorduk meseleye. Onlar giderler suçüstü savcılığından cinayet izlerler, biz farklı bakıyoruz. Oysa ki yaptıkları çok kıymetliydi, bugün daha iyi görüyoruz ve hepimiz aslında aynı işi yapıyoruz. Bundan sonra da aynı işi yapacağız. O gelenek üzerinden ama bugüne uygun biçimde.
Avukat odaklı habercilik
Benim başladığım dönemle bugünü kıyaslayarak başlayabilirim belki. Bir kere Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) ve Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) yoktu. Avukatların sorguya girme, sorgu sırasında yanında bulunma, iddianameyi Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden alma, sorgu tutanağına hemen erişme olanakları yoktu. Genelde biz gazeteciler avukatlarla kapının önünde saatlerce beklerdik.
Savcıyla ya da savcılık kalemi ile iletişim kurması zorunlu olan, yani savcılarla ya da hakimlerle iletişiminiz yoksa mesleği yapamayacağınız bir adliye muhabirliği tipinden geliyorum ben. Bugünle en büyük farkı burada görüyorum. Sorunların başına avukat odaklı haberciliği koydum o yüzden. Çok temel bir sorun olarak şunu görüyorum.
Maalesef özellikle ana akım medya da alternatif medya da birçok arkadaşımız siyaseten yakın olduğu daha çok belli tip davalara giren avukatlardan besleniyor sadece. Daha açık konuşayım. 10 Ekim davası ile ilgili haberleri ağırlıklı olarak bir basın organı yapıyor.
Bir başka politik davayı bir başka basın organı. Emeğini küçültmek için söylemiyorum ama biz biliyoruz ki avukatların oradan çıkarttığı belge, bilgi önce belli bir gazeteye gidecek ya da x dosya da başka bir yere gidecek. Onun için bir kere mesleğe yeni başlayan arkadaşların bence en büyük sorunlarından bir tanesi bu.
Avukat:”Bilmiyorsan arama”
Bizim başladığımız dönemde çok mu doğru yapılıyordu, hayır. Bir kere en başta mesleki yetersizliğimiz vardı. Bu hala devam eden bir sorun. “Manisalı Gençlere İşkence” dosyasında yeni muhabirdim. Dosyanın avukatı Sabri Ergül’ü aramıştım soru sormak için.
O kadar soramamıştım ki 'bilmiyorsan arama' demişti, kapatmıştı. Benim için çok büyük bir derstir. O dönemde onun da utancı ile ne yapabilirim diye düşündüğümde, hukuk mezunu olmayan biri olarak, adliyeyi tanımak gerektiğini düşündüm.
Sil baştan işleyişi, temel hukuki kavramları öğrenmek. Hukuk mezunu olmanıza da gerek yok. Bir stajyer ruhuyla yaklaşarak öğrenmek mümkün.
Ankara-İstanbul farkı
Ankara’da elbette İstanbul’a göre biraz daha farklı yapılıyor adliye muhabirliği. Adliyeyi bilmekle kalmayacaksınız Yargıtay’ı, Anayasa Mahkemesi’ni, Danıştay’ı, Adalet Bakanlığı’nı bilmek zorundasınız. Tasarı okumak zorundasınız çok fazla.
Yeni düzenlemeleri sizden soracaklardır. Bunlara hakim olmak zorunda hissettim. Bir süre sonra bir ceza duruşmasına girdiğimde neden bahsedildiğini, kimseye sormadan, çok hızlı anlamaya başladığımı gördüm. İncelikleri görebilmeye başladım. Boşanmayla ilgili bir davaya girdiğimde bunu anlamaya başladım, ceza davasını, hukuk davasını. Zaten biz ne kadar kendimizi ayırt etmeye çalışsak da bir geleneğin üzerinden geliyorduk.
Hakikaten onların nasıl yaptığını izleme olanağı buluyorduk. Galiba bu deneyim aktarımı medyanın içine düştüğü halle zaman içerisinde çok azaldı.
Uzmanlaşmak
Medyada adliye muhabirlerine karşı sabırlı davranılır. Bugün bizim gazeteye adliye için yeni bir stajyer geliyorsa onun bir siyaset muhabirinden nerdeyse bir iki sene sonra pişeceği varsayılır. Uzun bir süreçtir. Duruşmaya gönderir, bir şey okutursunuz.
Ama mesela biraz önce söylendiği gibi adliye muhabiri polise bakmaz, belki eskiden bakıyordu ama şimdi zorunlu olarak belki, kadro yoksunluğundan dolayı belki baktırırsınız ama ikisinde birden uzmanlaşması mümkün değildir.
Zaten doğası gereği mümkün değildir. Evet belki bütün olarak adalet muhabirliği, gazeteciliği gibi bir kavram üzerinden konuşabiliriz. Merkez dışı yerel medyada biraz da mecburiyetten hala böyle yapılıyor.
Yerelde
Yerel medya demişken, bir gazeteci olarak yargı muhabirliğinin yerelde büyük şehirlerden daha iyi yapıldığını düşünüyorum. Yerel muhabirlerin dava izleme pratiklerinin daha iyi olduğunu düşünüyorum, davayı daha derinlemesine izlediklerini düşünüyorum.
Büyük kentlerde duruşma izleyip çıkışta avukattan demeç alıp sonra da ajanstan takla attırmaya dayalı bir yargı haberciliği tipi gelişti. Buraya gelirken kötü haber örnekleri de sorulmuştu. Ben bilerek kötü örnek aramadım.
Kozmik oda mütalaası diye aradım. Birbirine küfreden ne kadar site varsa karşıt kutuplardan, tamamı aynı başlıkla içerikle haberler yapmış. Yaklaşık, böyle 100 site buldum. Getirdim. Çünkü hepsi ajanstan almıştı haberi.
Yerelde bizim “eski tip” dediğimiz, ana akımda da örnekleri azalan dosyayı kendisinin okuduğu, ajandasına sadece duruşma tarihini not almadığı, o duruşmadan önce dosyaya hangi evrakların dosyaya gireceğini önceden bilip savcı veya avukatı gidip bunaltan hatta avukatı adliyeye gönderen, avukata “git şunu al” denen bir muhabirlik yapılıyor. Bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Haber yazmayı öğrenemeden
Ankara’da ve İstanbul’da ağırlıklı olarak basının içinde bulunduğu durum, istihdam sorunları, gazeteci arkadaşların olanaksızlıkları nedeniyle artık şöyle bir tip muhabirlik gelişmiş durumda; duruşmaya giren, çıkışta mikrofonla “bu şunu” dedi diye anlatan, hukuken ne olduğunu ise söylemeyen.
Aslında Anadolu Ajansı’nın yaptığı işi, daha kötü anlatarak yapan. Kendi suçları da değil tabii. Deneyim şansı olmadan, o hazırlık sürecini geçirmeden, daha alanla ilgili haber yazmayı bilmeden, belki trafik kazası haberi versek o sırada yazamayacak, vakte ihtiyacı olan arkadaşlar derinlikli dosyalarda görevlendiriliyor.
Dolayısıyla anlattığını dinlediğimde duruşmada ne olduğuna dair hiçbir şey anlamıyorum. Dönüp bu kadar kötü bulduğumuz ajans haberini okumak zorunda kalıyorum.
Dosya takibi
Mesleğe ilk başladığım 1997 yılında “artık yargı muhabirliği en önemli alan” derlerdi. Biz zannediyorduk ki, umut operasyonları filan, Türkiye bunlarla kalacak. Evet bambaşka bir hatta girdi ve şu anda muhabirlik yapılacak en yoğun alan haline geldi.
Ama orada da en eleştirel haberler kadına şiddet, çocuk istismarı dosyalarından geliyor. Bunun bir nedeni var elbette. Artık orada uzmanlaşmış bir muhabir grubu görüyorum. Fakat birçok ana dosya diyebileceğimiz davaya böyle bakılmıyor.
Ankara’da 20-30’a yakın Gülen cemaati bağlantılı dosyası var. İddianameleri biliyorum kaba taslak ama içeriği bilmiyorum ve yargı muhabiri arkadaşların da bildiğini sanmıyorum. İstanbul’da da bir o kadar Gülen Cemaati bağlantılı dosya var.
Emek gösteren arkadaşlarımızın da okuduğunu zannetmiyorum. Oysa bizim temel işimiz bu. Çünkü 15 Temmuz’da ne oldu, ne bitti, açık istihbarat kaynakları yani dosyalar var elimizde. 10 Ekim Ankara Garı katliamını örnek verdim.
Suruç’tan başlayarak bugüne bir dizi katliam yaşadık ve bunların dosyalarını takip eden sivil toplum kuruluşları var ama ben kendimi de katarak söylüyorum, muhabir arkadaşların bu dosyaları baştan sona okuduğunu, bütün klasörleri kastediyorum, okuduğunu sanmıyorum.
Yargı muhabirliği nerede başlar?
Bir kişinin gözaltına alınması ya da soruşturmanın açılması ile başlar. Siz bunu savcıdan öğrenirsiniz ya da polis kaynakları sızdırır. Siz gözaltı süresini bilirsiniz, polisteyken sizin yapacağınız pek bir şey yoktur ama savcılığa çıkarıldığından itibaren ilk sorguyu takip edersiniz, hakimliğe çıkarsa onu takip edersiniz ama asıl iş ondan sonra başlar.
Bizim yargı muhabirinin ajandası herkesten farklıdır. Sadece duruşma takip etmez, adli tıpa götürülmüşse o raporu takip eder. Dosyanın her tarafına bakmak zorundadır ve gelinen noktada ben en büyük sorunun burada yaşandığını düşünüyorum. Hiçbirimizin buna vakti yok. Bir bölümümüz de böyle bakılması gerektiğini bilmiyor. O kadar çok dava, o kadar kapsamlı dosyalar var.
Ama mesela; Fikret İlkiz hocanın Ergenekon yargılamaları döneminde çıkardığı çok tarihi bir belgedir, dosya okumanın önemini gösterir. CMK’nın “istihbari dinlemeler kanıt sayılamaz” açık hükmüne rağmen gizlice dinlenen telefon kayıtları kanıt olarak dosyaya konulmuştu. Biz bunu hocamızın dosyayı araştırmasıyla öğrendik. Sadece fiziki takip değil çok ince okumasını yapması sayesinde bunu haber yapmıştık.
Usta çırak ilişkisi
Yargı muhabirliğinin ağırlıkla bir usta çırak ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Ben bizden önceki kuşaktan bakarak öğrendim. Bugün bu şansın pek olmadığı inancındayım.
Bu olmadığı zaman, herkesin el yordamıyla kendi başına sürekli deneyimleyerek bir yol bulmaya çalıştığı bir sürece dönüşüyor. Artık yargıya bakan arkadaşların büyük bölümünün çok düzenli maaşla uzun yıllar çalışma olanağı olmadığı için bu şansın da yitirildiğini düşünüyorum.
Hakim ve savcı ile muhatap olarak hiç haber yapılmıyor. Yanlışsa arkadaşlar düzeltsin. Oysaki Ergenekon yargılamaları öncesinde biz, Ergenekon’da zaten bizle görüşmeyip bir whatsApp programları üzerinde kendilerine yakın insanlarla temas kuruyorlardı.
Ama biz öncesinde şunu ısrarla yapabiliyorduk. Neredeyse savcıyı sorgular nitelikte, “bunu ne yaptınız”, “şunu ne yaptınız” diye soruyorduk. Ben gazeteciyim, o savcı. İkimizde” off the record” [kayda geçmeyecek şekilde] konuştuğumuzu biliyoruz ama savcı yine de soruma cevap vermek zorunda. Galiba bir statü farkı oldu, hakimlerin kürsüde daha yukarıda durması gibi.
Savcılar, hakimlerle
Artık hakimleri, savcıları muhatap olunamaz soru sorulamaz, gidip de sorgulanamaz gibi görüyoruz. Ya bizi tutuklar ya soruşturma açar gibi görüyoruz. Arkadaşları çok riskli alanlarda zorlamak da doğru değil. Daha güvencesiz buluyorum yeni arkadaşları hukuki anlamda.
O hakim ya da savcı ile muhataplık olmadığı zaman biz neyi ıskalıyoruz; işte bu avukat odaklı habercilik dediğimiz şey buradan başlıyor. Avukatın kişisel kapasitesini, çalışma performansına, dünya görüşüne, dosyaya nasıl baktığına dayalı bir habercilik tarzı gelişiyor çok doğal olarak.
Avukat diyor ki bence böyle değil. Var mı evrak, evrak da sormuyoruz, söylemiş zaten. Çok yoğunlaştığımız dosyalarda böyle olmuyor ama onlarca dosya var, bunların çok büyük bir bölümünde böyle yapıyoruz.
Dosya okumuyoruz
Bir başka başlık; dosyayı okuyamıyoruz. İçtihat takibi dediğimiz alışkanlık unutuldu. Bence hala bütün işlevsizliğine rağmen Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay kararlarını takip zorunlu. Artık unutulmuş bir çalışma alanı da bu.
Ceza Genel Kurulu’ndan hangi dosyaların çıktığını biz bilmiyoruz, oysaki çok gerici kararlar çıkıyor. Bugün bu istismar vakalarını, cinsel saldırı olaylarını bu kadar tartışıyorsak Anayasa Mahkemesinin dört beş sene önceki karar yoğunluklarının etkisi var. Fakat AA dışında bu alanda muhabire bak diyen, ora ile iletişim kurduran bir başka yayın organı yok.
Adliyeye hakimiyet
Bir diğeri, bunu aslında biraz merak da ediyorum. Ben çok uzun süredir masadan gazetecilik yapan birisiyim. Alandan da kopuğum o anlamda. Adliyeye hakimiyet dediğimiz şey vardır.
Kaç savcı terör savcısıysa bunların hangilerine hangi tip dosyanın geldiği, basın savcılarının ne iş yaptığı, suçüstü savcılığında ne olup bittiği, aile mahkemelerine giderseniz ne olur?
Bugün o kayyum atanan dosyalarda iş mahkemelerinde ne gibi kararlar veriliyor? Tedbir konuluyorsa mal varlığına, mesela, atıyorum Adnan Oktar’ın, hangi mal varlıklarına konulmuş, bu adamın nesi var, neden o mal varlıklarına konulmuş da diğerlerine konulmamış.
Ben, biraz eski kafayla, bir adliye muhabirinin bunların tamamına hakim olması gerektiğini düşünüyorum. Bunların tamamına hakim olmazsanız bence bir dosyayı izleme şansınız yoktur.
Adnan Oktar Operasyonu
Bugün işte Adnan Oktar grubuna operasyon yapılıyor, ben, mesela, bu adamın neyi vardı bilmiyorum, 3500 lira maaş alıyormuş onu biliyorum o da hakimlik sorgusundan. Hakimlik sorgusu da avukatın girip bizi bilgilendireceği bir şey. Avukattan öğreneceğiz. Peki var mı iş mahkemesine giden bir muhabir arkadaş. Yok. Oradaki hakimi tanıyan, kalemden birisini bilen var mı? Yok.
Adliyeye hakimiyet bunların tamamını izleyebilmeyi sağlar. O zaman bunu yapamıyorsanız, şunu yapmak zorunda kalırsınız. Fikret hocanın (İlkiz) eline bir boşanma dosyası gelir, onun sevdiği gazeteci benimdir, beni arar, “dehşet bir boşanma davası var,” der. Ben o gün Fikret Hoca ile önceden iki kez yemek yemiş olduğum için iyi gazeteci olurum. Diğerleri de kötü gazeteci olur.
Cezaevi muhabirliği
Biz de cezaevi muhabirliği diye bir şey vardı. Adliye muhabiri cezaevini de bilmek zorundadır. Savcısını, hakimini, müdürü bilir, tanır. Ama şunu da unutmuyorum elbette. Listenin başına şunu koyuyorum; çalışacak kurum kalmadı.
Mesleğe yeni başlayan arkadaşların hem bir geleneksel yargı muhabiri ile çalışma şansları hem kendilerinin geleneksel metotlarla çalışma şansını bulmaları pek kolay değil.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim. En başından en sonuna kadar ben belki o alandan gelmiş olmamın etkisiyle mesleğin en etkili yapılabileceği alanların başına yargı muhabirliğini koyuyorum.
Eskiden siyasetti bu. Artık öyle değil. Özellikle ana akımda yargı muhabirliğinin neredeyse bitmesi ve alternatif medyanın belli davalara odaklı ve bahsettiğim tarzda dosyayı izler hale gelmesi sorunumuz.
Özel haber
Özel haber yapmak biraz daha sıkıntılı ve bütün bu karmaşa içerisinde pek de kıymetli değil belki artık. Biz özel haber motivasyonunda şunu görüyorduk, üç gün konuşulurum, diğer gazetenin canı yanar gibi bir motivasyonumuz vardı. Meslek rekabetçiydi. Şimdi öyle bir motivasyon yok. Ama bu hep böyle sürecek diye de bir şey yok. Bir yandan da bence çok değerli arkadaşlar kendi kendilerini, bütün zor koşullara rağmen büyük emekle yetiştiriyorlar. Onların deneyimlerinin önemli olacağını düşünüyorum. Ben ister istemez bir kıyasla bakıyorum hadiseye ama kıyas da bizi bir yere götürmeyecek. Sıfırdan ele almalıyız.
Hak haberciliği
12 Eylül’den bu yana, bugün hak haberciliği denilen kökleşmiş bir gazetecilik geleneği de var. Bunu adliye muhabirliğinin içine bu kez bilinçli olarak katabilirsek, oradan bir sonuç alacağımızı aslında belki arzuladığımız insan haklarına karşı saygılı, kişi haklarını gözeten ve davaları nesnel takip eden bir seviye yakalayabiliriz.
Gazeteci taraf mıdır? Bence sonuna kadar taraftır ama tarafgir yazabilir mi, yazamaz. Nesnellikten uzaklaşamazsınız. Orada öyle olmuşsa olmuştur. Şöyle sorunlu şeyler görüyoruz, bir siyasi parti sözcüsü gibi haber aktarımı.
Okuyacaksın
O geleneği de unutmadan, yaşadığımız son dönem sıkıntılara da ele alarak, yeni bir tanım, başlangıç yapmamız lazım. Ama sonuç olarak bu işin bir abece’si var. Gazetecilik dünyanın her yerinde gazetecilik, aynı işi yapıyoruz hepimiz.
Yani 801 maddelik kararname çıkmışsa, yargı muhabiri onu okur, kimse okumuyorsa da okur. Bunu geride bırakamayız misal. Kararları herkesten farklı okuyabilmesi lazım.
“Kozmik oda” davasında ajans dedi ki “mütalaa çıktı”. Tamam çıktı, kozmik odadan sır niteliğinde 356 belge çalmışlar. Nedir onlar? Biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Kime göre sır, niye sır ya da bu sırlar şimdi cemaatin elinde mi?
Ezberden bunu söyleyebiliriz de bunlar bulunabilecek bilgiler. Evet klasik anlamda bu gazeteciliği yapan ama yeni dönemin hızına, yetişemezliğine çare olabilecek bir yargı muhabirliği tarif etmek gerekiyor. Ankara özelinde bakıyorum, nispeten beş altı kişi ile devam eden bir gelenek hala var.
Burada imzalardan takip edebildiğim kadarıyla hala adliyeye bakan muhabirler var, yerelde birkaç arkadaşımız var ama arkalarından gelen ekip yok. Ya da gazeteci tanımına çok da uymayan bir kuşak geliyor diyelim.
Durmaksızın ben gazeteciyim diye kendini tanımlayan ama hiçbir şey anlatmayıp, hiçbir haber üretmeyen bir profil var. Bunu iktidara yakın medya için söylemiyorum. Her yerde artık böyle bir profil görüyoruz. Aktivizm gibi bu işi yapan, para verilmeyen, temel mesleği bu olmayan. Buna karşılık, bir yargı muhabiri kuşağını mutlaka, gelenekle-bugünün koşullarını birleştirerek oluşturmamız gerekiyor. (GT/HK)
Gökçer Tahincioğlu hakkındaMilliyet gazetesi Ankara Haber Müdürü. İki dönemdir Çağdaş Gazeteciler Derneği yönetim kurulu üyesi görevini yapıyor. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezun oldu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Anabilim Dalı'nda, "Askeri Darbeler Öncesi ve Sonrası Medya Özgürlüğü" konulu teziyle yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1997'de Miliyet Gazetesi'nde çalışmaya başladı. Çağdaş Gazeteciler Derneği İzzet Kezer Fotoğraf Ödülü, Musa Anter Basın Şehitleri Yılın Haberi Ödülü, Abdi İpekçi Yılın Haberi Ödülü, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Rafet Genç Haber Ödülü sahibi. "Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?" Öğrenci Muhalefeti ve Baskınlar (2013), Beyaz Toros Faili Belli Devlet Cinayetleri (2014) ve Devlet Dersi Çocuk Hak İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2015) kitaplarını kaleme aldı. |
Yarın: Fikret İlkiz'in sunumu: Hukukçu Gözüyle Yargı Haberciliği