Tarih 2010’lar.
İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde işçiler, emekçiler, öğrenciler, mahpus yakınları seslerini duyurmak için hemen her Cumartesi sokaktalar.
Biz gazeteciler de peşlerindeyiz. O kadar çok eylem, etkinlik panel oluyor ki hangisini takip edeceğimize şaşkınız. Türkiye muhalefeti sokakta biz gazeteciler de.
Öyle harala gürele koşturmacalardan birinde tanışıyoruz gazeteci Aslı Ceren Aslan’la. Sonrası klasik, haber paslıyoruz, fotoğraflar iletiyoruz birbirimize.
Ceren, 2017’de haber takip etmek için Urfa’ya gidiyor ki haberi geliyor: “Özgür Gelecek Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aslı Ceren Aslan, Suriye ve Rojava’da ki gelişmeleri takip etmek için gittiği Urfa’da gözaltına alınıp, sınır ihlali ve örgüt üyeliği suçlamalarıyla tutuklandı.”
Yaklaşık iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılıyor Ceren. Yine İstiklal ’de karşılaşıyoruz, belki bir iki kez. Sonrasında bir daha haber yok.
Bir süre önce İsveç’ten bir gazeteci ulaşıyor. “Türkiye’den göç emek zorunda kaldığını yazdığı habeleri bianet’te yayınlayıp yayınlamayacağımızı” soruyor.
Evet O gazeteci Aslı Ceren Aslan. Elbette yayınlıyoruz haberlerini.
Şimdilerde de Aslı Ceren Aslan’ın ilk kitabı ulaştı: “Birbirimizin Çaresiyiz.”
Ceren’le kitap hakkında söyleştik bu kez.
Kuşku yok elbette: “Birbirimizin Çaresiyiz”
“Zorunlu bir ayrılıştı”
Göç etmek zorunda olmak bir gazeteci olarak ne hissettiriyor?
Özellikle Türkiye’den ayrıldığım ilk zamanlar kendime sıklıkla şunu soruyordum: Eğer yaşadığım ülke basın ve ifade özgürlüğünün olduğu, demokratik bir ülke olsaydı ve Türkiye’den başka bir ülkede yaşamayı seçip seçmeme şansım olsaydı nasıl hissederdim. Kuşkusuz her şeyden önce kendi hayatım hakkında kontrolümü hissedecektim. İstediğim yönü seçebilme, hayatımı istediğim yöne evriltebilme özgürlüğü…
Ancak benimki zorunlu bir ayrılıştı. Başka bir alternatifim yoktu. Ya tekrar hapishanede kalmayı göze alacak ve hayatımdan 6 yıl 9 ayın çalınmasını bekleyecektim. Ya da ayrılıp tekrardan yapabileceğim koşulları oluşturmak için çabalayacaktım.
Bugün bulunduğum durumda, kendi seçimimi yapıp Türkiye’den ayrılmış gibi gözüksem de bu seçimi oluşturan şartları düşündüğümde bunun özgür bir seçim olmadığını biliyorum.
Dolayısıyla hayatımı istediğim yönde ilerletme, istediğim yerde yaşama ve üretme şansıma el konulduğunu hissediyorum.
Türkiye'de olsaydın hangi haberlere yönelirdin?
Türkiye’de gazetecilik yaptığım 2014-2020 yılları arasında özellikle kadın, LGBTİ+ ve Kürt politikası üzerine haberler yapıyordum.
Gazeteciliğimi odakladığım bu başlıkların bugün tekrar Türkiye’de olsam değişeceğini düşünmüyorum.
Devletin kutuplaştırma politikalarının bir parçası olarak ana akım medyada en çok dezanformasyonun yer aldığı başlıklar bunlar çünkü. Diğer yandan buna ek olarak göçmen-mülteci meselesi üzerine daha fazla odaklanırdım.
“Yaralarımla yüzleştim”
Kitabı hangi duygularla yazdın?
Aslında kitabı yazmaya yıllar önce başlığıyla bağlantılı olarak karar vermiştim. Doğup büyüdüğüm Türkiye'de kadın ve LGBTİ+ karşıtı politikalar hayatımın her döneminde farklı biçimlerde karşıma çıkarken, çevremdeki birçok kadın ve LGBTİ+ ile kendimize güvenli bir alan yaratma şansı yaratmış biriydim. Kuşkusuz bu çok zahmetli ve zor bir işti.
Ancak devlet ve devlet destekli erkek şiddetine karşı kendimizi güçlendirdiğimiz bu alanlarda tabiri caizse birbirimize çare olmaya çalışıyorduk. Birçok kadın "Bizim yaşadıklarımızı yazmalısın Ceren" diyerek beni destekliyordu, ben de yazmak istiyordum ama kendimi yazmaya hazır hissetmiyordum.
Kendimi hazır hissetmememin birçok nedeni vardı. Yazmak için gerekli altyapıya sahip olmadığımı düşünmemin yanı sıra en önemli etken, hayatımıza hakim olan baskı ve şiddet ortamında bu kitabı yazacak gücü kendimde hissetmememdi.
Bu baskı ve şiddet ortamında yaşadığım ve tanık olduğum her şeyi yazarak yeniden yaşamak zordu. Türkiye’den ayrılıp ICORN (International Cities Of Refugee Network) programı ile İsveç’e gelmemin ardından artık yazmaya hazır hissediyordum.
“Birbirimizin çaresiyiz” benim için iki açıdan önemli bir kitap. Birincisi, kadın ve queer edebiyatının dünyanın her yerinde daha fazla var olması gerektiğini düşünüyorum.
Öznelerin yaşadıklarımızı, bize yaşatılanları ve bunların yarattığı duyguları ifade etmeleri ve yazmaları gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye'de belli bir tarihsel dönemde hayatlarımızın nasıl etkilendiğini ve buna karşı kendimizi nasıl güçlü kıldığımızı yazıya dökmek benim için önemliydi. Çünkü yaşadıklarımız kolaylıkla tarih sahnesinden silinebiliyor ya da dezenformasyona uğrayabiliyor. İkinci olarak ise bu kitap ile yaralarımla yüzleştiğimi ve kendimi iyileştirdiğimi düşünüyorum.
Son olarak ne eklemek istersin?
Şunu da eklemem gerekiyor ki kitabın hem Türkçe hem de İsveççe baskısı yakın zamanlarda gerçekleşti.
Cinsiyet eşitsizliği ve homofobi, Türkiye'de olduğu gibi İsveç'te de siyasette ve yaşamda sert bir karşılık bulmasa da İsveç'in ataerkil ve heteroseksist sistemden kopuk olmadığını biliyoruz. Ataerki ve heteroseksizmin evrensel bir karşılığı var ve bunu bazı ülkelerde daha sert, bazılarında ise daha yumuşak bir biçimde görüyoruz.
Bu nedenle bunun hayatımıza nasıl yansıdığı konusunda her iki ülkedeki izleyicilerde soru işareti yaratmak istiyorum. Bu soru işaretlerinin özellikle kadınların ve LGBTİ+’ların deneyimlerini paylaşmaları açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Evet, her iki ülkedeki okuyuculardan temel beklentim kitaptaki anlatıları kendi hayatlarında tartışabilmeleri.
Umuyorum ki eşit, sömürüsüz ve cinsiyetsiz bir dünyada yaşayabilme fırsatını yakalayabileceğiz ve kadın- queer edebiyatı o günlere pek çok sayıda eser bırakacak.
Yaşadıklarımızı unutmamak, tekrardan aynı şeyleri yaşamamak ve kendimizi güçlendirdiğimiz gerçeklerden uzaklaşmamak adına…
SRC Kitap, Kasım 2023, 236 Sayfa
(EMK)