Her devletin kahramanlıklarını, kötülerle mücadelesini anlattığı yeniden yazılmış bir resmi tarihi vardır. Hiçbiri geçmişinde haksızlık etmemiş, zalimlik göstermemiştir. Peki ya gayri resmi tarih ne anlatır?
Yazar, çizer, öğretim görevlisi Turgut Yüksel yeni kitabı "Gayriresmi Kent Rehberi - Kentin Karanlık Tarafı" isimli yeni kitabında gerçekle kurguyu harmanlayarak tarih denemeleri sunuyor okura.
Sia Kitap'ın yayına hazırladığı "Gayriresmi Kent Rehberi" ile ilgili olarak Yüksel, Edward Hallet Carr'ın bir sözünü hatırlatıyor: "Mademki uyduracaksınız, hiç değilse zevkle okunacak şeyler uydurun."
Kurgu-tarih metinleri
"Gerçekle kurgunun harmanladığı tarih denemeleri" diye tanımlıyorsunuz yeni kitabınız "Gayriresmi Kent Rehberi"ni. Bir nevi "Mockumentary." Kitabın türünü biraz daha açar mısınız ve fikrin nasıl doğduğunu anlatır mısınız..
Kitabın türünü tarihi olayları, kişileri, mekânları malzeme olarak ele alıp, tarih yazımıyla ilgili yöntemleri kullanarak yeniden oluşturulan kurgu-tarih metinleri olarak tasvir edebilirim. Aslında yaptığım yeni bir şey değil, ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte hemen hemen bütün dünyada, devletlerin bir aidiyet bağı oluşturmak için kendi geçmişini övüp diğerini yere batırdığı kurgu tarih yazımından bir farkı yok teknik olarak. Aradaki fark onların resmi olması.
Bunu yaparken de yani gerçekle kurgu arasındaki sınırları belirlerken, "metalepsis" olarak adlandırılan anlatım biçimini kullandım. Metalepsis aslında bir sınırı belirlemek için değil, gerçekle kurgu arasındaki sınırı bilinçli olarak ihlal etmek üzere kurulu bir tekniktir ve bu yazıları kaleme alırken oldukça işe yaradı.
Kitaptan önce yazıların fikri kafamda oluştu, o da Edward Hallet Carr'ın 1961'de yayımladığı "Tarih Nedir?" adlı kitabında yer alan cümlesiydi: "Mademki uyduracaksınız, hiç değilse zevkle okunacak şeyler uydurun."
"Hikâyesi olmayan yerler bana itici gelir"
"Şehrin En Korkunç Yerleri" dizisinde karşımıza İstanbul'un Beşiktaş İskelesi, Nişantaşı, İstinye gibi bilindik yerleri çıkıyor, farklı yüzleriyle. Çizimlerde İstinyepark, Citys gibi AVM'leri, joplu polislerin siluetinde Taksim Meydanı'nı, eskiden halkın denize karşı çay içtiği, ama artık bir otel ve Başbakanlık çalışma ofisinin yer aldığı Beşiktaş'taki iskeleyi görüyoruz. Şehrin korkunç yerlerini anlatırken, seçerken nerelerden, hangi olaylardan ilham aldınız?
Yapıldığı yere hem biçim hem içerik hem de kondurulma hali olarak hiç uymayan ama bunlara rağmen "cazibe/yatırım merkezi" olarak sunulan veya adım adım işgal edilen ya da işgal edilmeye niyetlenilen yerleri seçtim "korkunç yerler" konusu olarak. "Şehrin en korkunç yerleri" tanımını benim için hak eden yerlerdir buraları. Zira genel düşüncenin aksine ürkütücü ve tekinsiz bulduğum yerlerin geçmişle ve geçmişten bugüne uzanan hikâyesiyle ilgisi yok, tam tersine yeni ve hikâyesi olmayan yerler bana itici gelir. AVM'ler, plaza semtleri, sur gibi duvarla çevrilmiş korunaklı siteler ve diğerleri; içinde ızdıraplı ruhların, karakoncolosların, cinlerin, gulyabanilerin ve diğerlerinin yaşadığı uğursuz mekânlardır bana göre. Bütün bunları toplayınca ne yazık ki en ürkütücü olana dönüşen İstanbul oldu.
"Etkileyici ama sevimsiz şehir İstanbul"
Muhtemelen İstanbul'da yaşadığınız ve bu nedenle iyi bildiğiniz için İstanbul üzerinden anlatıyorsunuz hikâyeleri. Kişisel tarihinizdeki yeri nedir İstanbul'un? Kitabın yazım aşamasında yeniden gidip, detaylıca gezdiğiniz yerler oldu mu?
Fırsat bulduğum zamanlarda İstanbul'u dolaşırım ve pek kimsenin gitmek istemediği yerler bana daha cazip gelir. Ama tarihiyle birlikte hâkim olduğum ve hemen hemen her sokağını bildiğim yer olarak Tarihi Yarımada'yı söyleyebilirim. Salgının ilk zamanlarında bütün Suriçi'ni detaylıca yeniden dolaştım.
İstanbul'un kişisel tarihimdeki yerini ise şöyle izah edebilirim: Etkileyici ama sevimsiz bir şehir.
Tarih anlatımının iki yüzü
"Tarih sanki istisnaları haricinde, propagandaya hizmet eden malzemeler yaratmakla sorumlu bir zanaat kolu, halkla ilişkiler eylemidir..." diyor kitabın arka kapak yazısında. Resmi tarih de dönemine göre yeniden yazılır ve ders kitaplarına girer. Tarihe ilginiz okul döneminde mi başladı? Okulda anlatılan, okutulan tarihle ne kadar barışıktınız?
Harcıâlem bir tarih okuru olduğum zamanlarda çoğunlukla iki türlü metinle karşılaştım. Bunu bir örnekle açıklayacak olursam, öğrencilik zamanımda okumak ve ezberlemek zorunda olduğum sıkıcı tarih kitapları ve okumak zorunda olmadığım ama meraktan da elimden bırakmadığım, evin kitaplığında bulunan eski "Hayat Tarih Mecmuası" ve "Resimli Tarih Mecmuası" ciltlerinin verdiği lezzet...
Biri ulus ve devlet gibi üst bir varlığın geçmişini sıkıcı bir dille anlatılırken, diğeri o üst(!) varlığı oluşturan, hiç de üstün olmayan kişileri ve her haliyle yaşamın tarihini, hikâye yazıcılığının da karıştığı bir dille anlatıyordu. Tarih anlatımının bu iki yüzüyle aynı anda karşılamak benim için çok tuhaftı. Birincisinin anlatım için kullandığı yapay ve didaktik dil dolayısıyla okulda tarihin yanı sıra o dilin sirayet ettiği diğer derslerle de hiç barışık değildim.
(AÖ)