*Fotoğraf: Ozan Acıdere
Boğaziçi Üniversitesi'ne 2 Ocak'ta rektör olarak atanan Melih Bulu'ya yönelik protestolar birinci ayına yaklaşmışken Güney Kampüs'te öğrencilerin düzenlediği bir resim sergisi 29 Ocak'ta Türkiye'nin gündemi oldu.
Sergide yer alan bir resimde Kabe fotoğrafı, LGBTİ+ toplumunu temsil eden bayraklar ve Şahmeran figürü bir arada kullanılıyordu. Bu resim, tıpkı sergideki diğer resimler gibi, anonimdi.
TIKLAYIN - "Gökkuşağı bayrağı açmanın suç sayılması absürt"
Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK), 29 Ocak'ta söz konusu resmi "ahlaksızlık" olarak niteledi. Bunun üzerine Yeni Şafak, BİSAK'ın açıklamasıyla serginin düzenlendiği meydanda çekilmiş bir videoyu paylaşıp "resmin yere serildiğini" yazdı.
Ardından Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu konuyla ilgili tweet attı. Bulu da konu hakkında bir paylaşım yaptı, ancak tepkiler üzerine tweetini sildi.
Bununla beraber polisçe "aranıp" karakola çağrılan ya da gözaltına alınan yedi öğrenciden ikisi 30 Ocak'ta tutuklandı.
TIKLAYIN - Erbaş, Soylu ve Bulu hedef gösterdi, iki öğrenci tutuklandı
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yaklaşık bir ay sonra hazırlanan iddianamede de yedi öğrenci hakkında "halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme" suçlamasıyla 1'er yıldan 3'er yıla kadar hapis istendi.
Boğaziçililer, davanın ilk duruşmasının yapıldığı 17 Mart'ta Çağlayan Adliyesi'nde hâkim karşısındaydı. Duruşmada öğrencilere sorulan şeyler aynıydı: "Resmi oraya sen mi astın? LGBTİ üyesi misin?"
TIKLAYIN - Hakim: LGBTİ üyesi misin?
Boğaziçi öğrencileri gökkuşağı bayrağı taşıdıkları gerekçesiyle kampüsten gözaltına alınırken, yani sergiyle başlayan bu süreç gökkuşağı bayrağının fiilen yasaklanmasıyla sürerken, sergi davasının ilk duruşmasında serbest bırakılan öğrenciler Doğu ve Selahattin geçen iki ayda yaşadıklarını bianet'e anlattı.
"Kimse dinlemiyordu"
Önce 29 Ocak'a ve öncesine dönelim. Okulda sergi açmaya nasıl karar verdiniz ve o gün ne yaşandı kampüste?
Doğu: Rektör atandığında polis çok sert müdahale etti. Plastik mermiler, TOMA'dan su, biber gazı filan oldu. Biz de dedik ki "Böyle saçma bir şekilde ilerlemesi çok zor. Sergi yapalım, insanlar söylemek istediği her şeyi söylesin." Bildiri okunuyordu ama bildiriyi kimse okumuyordu, "Boğaziçi'nden bildiri okumuşlar" denilip geçiliyordu.
Kimse söylemek istediklerimizi dinlemiyordu. Biz ne söylersek söyleyelim yandaş medya çarpıtıyordu. Ya da önü başı kesildiği için söylediklerimiz dinlense bile yanlış bir şekilde dinleniyordu. Resimde böyle bir şey yapamazlar dedik ama onu da yaptılar.
Önce haber sonra karar
Selahattin: Tutuklamadan birkaç saat önce soruşturma açıldığını öğrenmiştik. Sonra okuldan çıktığımızda Sena ve Hazar'ı orada gözaltına aldılar. Sonra ben eve gittim, kendimin arandığını da birkaç saat sonra öğrendim. Sadece ifade vermek için taksiyle karakola gittim. Gittiğimde Doğu, Hazar, Sena, Rümeysa oradaydı. İfade verir dağılırız diye düşünüyorduk. Uzun saatler bekletildik. Sırayla birkaç asılsız tutanak imzalatmaya filan çalıştılar. Sonra bir şekilde güvenlik görevlileri ortaya çıktı. Teşhis yapıldı. Savcıya gittik. Savcı daha cevap vermemişken tutukluluğa sevk edildiğimizi haberden öğrendik, sonra mahkeme açıkladı.
"LGBTİ'yi örgüt sanıyorlardı"
Yeni Şafak'ın haberi ya da siyasi partilerin açıklamaları, size yönelik tutumu nasıl etkiledi karakolda ve cezaevinde?
Doğu: Biz karakoldayken bir tane komiser bizimle LGBTİ+ ve kadın hakları tartışması yapıyordu. "Kadınların sayısal şeyi çok fazla değildir, eşit olması beklenmez" gibi sürreal bir tartışma dönüyordu. Ben o sırada yandaki kadın komisere bakıyordum, onun da gözleri açılmıştı. Arkadaşlarla anlatmaya çalışıyorduk. LGBTİ'yi başta örgüt sanıyorlardı, o da bayağı garipti.
Metris'te ilk girdiğimizde bize sözlü saldırılar oldu. Ama münferit bir olaydı, bütün gardiyanlar değildi. Sonra biz şikâyette bulunduk. Müdür, özellikle gelip bizden özür diledi. Ondan sonra iyi davranmaya başladılar.
Bize "Her yere rektör atanıyor zaten" diyen gardiyanlar vardı. İki üç dakika koşunca herkes bize hak veriyordu zaten. Sorunumuz da bu, kimse dinlemiyor. MHP-AKP "Bunlar istediği gibi protesto yapabilir" gibi bir açıklama yapmıştı. Ediyoruz da niye ediyoruz? Bizi dinleyin diye ediyoruz. Dinlemeyince bir anlamı olmuyor.
Floresan lambadan fazlası: Gökyüzü
Cezaevi koşulları nasıldı?
Selahattin: Doğu ile ikimiz yan yana hücrelerdeydik. Ama penceremiz vardı ve pencereden gökyüzünü görebiliyorduk. Öyle sadece floresan lambayla etrafı görebildiğimiz bir yer değildi. Birbirimize sesimiz gidiyordu, odadan çok çıkamıyorduk ama az çok haberleşiyorduk.
Doğu: Orada şeriatçısı da vardı, dolandırıcısı da, uyuşturucu satıcısı da... Onlarla yatıp kalktık. Bize helal olsun gençler filan diyorlardı. Onlarla da çok garip şeyler yaptık. Özellikle fiziğe çok ilgileri vardı; kuarkları soruyorlardı, Big Bang'i soruyorlardı. Oralar da çok sürrealdi yani.
"Başlarda yalnız hissettik"
Nasıl hissettiniz kendinizi bunlar olurken? Mesela dışarıdan gelen haberler nasıl etkiliyordu ruh halinizi?
Doğu: İlk hafta geçtikten sonra radyo aldık. Genelde öyle haberimiz oluyordu dışarıdaki olaylardan. İlk başlarda çok yalnız hissettik. Öğrenci arkadaşlarımız hep yanımızdaydı. Ama özellikle başta siyasi partilerin açıklamaları çok korkunçtu. Orada bir yalnız hissettik. Muhalif partiler bile, laikliği savunan partiler bile, "dinimiz" deyip şey yapıyorlardı. Bizle alakalı değil ama şöyle düşünmüştüm orada: Laikliğin, temel ilkeleri olduğunu söylüyorlar ama Hristiyan, Musevi, ateist vatandaşlar da bu ülkenin bir parçası. Kişisel bir açıklama yapabilirsin ama partiden "dinimiz" diye bir açıklama çok korkutucuydu. Ama sonra galiba düzeltildi onlar.
Selahattin: Ne kadar tutulacağımızı bilememek bizi endişelendiriyordu. İlk günlerde aklımızda kendimizi ikna etmemiz gerekiyordu "Çok durmayız" diyerek. Orada tecritte 36 gün kamış biri vardı, "36 gün nasıl kalıyorlar?" diye düşünmüştüm. Ama ilk günler geçince vaktin geçtiğini filan anladık. Avukatlarla da konuşunca "Tüm olay hukuksuz, sizi tutabilecekleri bir şey yok" diye bizi ikna etmelerinden sonra sadece sıkıldık. Karamsar bir durum içinde değildik. Hapishanede olmak iyiydi diyemeyeceğim ama yakında çıkacağımızdan neredeyse emindik. Tabii tutuklanmayacağımızdan da emindik ama böyle şeyler olabiliyor.
Garip ve kaotik bir film gibi
Hâkim, duruşmada her birinize "LGBTİ üyesi misin?" diye sordu. Bu soru ne düşündürdü size?
Selahattin: Bu soruyu mahkemeden önce de birçok kere cevaplamak zorunda kaldık. Hatta mahkeme bittikten sonra da jandarma gardiyanla durumu konuşuyorduk. Bunu sorduklarında bir cevap veresim geliyor. Ama aslında olay benim üye olmam ya da olmamam değil ya! Sanki ağzımızdan "Evet, üyeyim" cevabını almaya çalışıyorlar. O zaman suçlusun. Ya da "Hayır, üye değilim." O zaman sen değil, üye olanlar suçlu. Üye olmak da neyse? Yani garip. Cevaplamak da biraz garip. "Bunu neden soruyorsun? Bu mantıklı bir soru değil" desen hâkim soruyor!
Doğu: Hâkim sorduğunda başta "Kulübe üye misin?" gibi anladım. Çünkü "Müslümanlığa üye misin?" gibi bir soruydu yani. Diğer türlü olduğunu düşünemedim bile. Ama sonradan herkese sorunca anladım ki öyle soruyormuş. Garipti. İçinde olmasak çok değişik bir deneyimdi. İçinde olunca da tabii değişikti ama kaotikliğini de yaşadık. Dışarıdan baksak ve kimsenin başına gelmese çok zevkli bir film gibi aslında.
"Fikirlerimiz değişmedi"
Rektörü protesto etmekten vazgeçtiniz mi?
Selahattin: Bizim fikirlerimiz değişmedi. Bir yandan da ne kadar büyük bir olay olur da artık kendimi (hapiste) düşünürüm diye de sorguladım. Bizim tutuklanmamız Doğu ve bana bir kötülük yapmış değil, hatta birçok insanla tanıştık. Biz olumlu şeyler olarak bakıyoruz. Genel olarak insanların bir şeyleri protesto ettiler diye tutuklanması kötü bir şey. Onu da biz sadece tecrübe etmedik. Bu hepimize verilen bir ceza gibi bir şey. Birkaç gün dinlenip okula, hatta İstanbul Teknik Üniversitesi'ne (İTÜ) dönüp devam etmek istiyorum.
Talebiniz nedir sizin?
Doğu: Ben okula girdiğimde fizik kontenjanı 30 kişiydi. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) sürekli kontenjan artırıyor ve şu an iki katına çıktı neredeyse. O yüzden biz laboratuvar derslerini her hafta yaparken iki haftada bire düştü. Yani eğitim kalitesinin düştüğü tartışılmaz bir gerçek. Bunun sorumlusu YÖK. YÖK de darbeyle geldi zaten. Darbe anayasasına karşı bir hükümet varken, her an bunu söylüyorlarken YÖK'ün hâlâ olmasını da algılayamıyoruz. Aynı zamanda demokrasi bayramları kutluyoruz ama rektörümüzü bile kendimiz seçemiyoruz.
Ki zaten ülkede demokrasi var mı, yok mu? Başbakan seçiliyor, o istifa edince yerine insanların seçmediği biri getiriliyor. Aynı şekilde İstanbul ve Ankara'da da aynısı oluyor. Ki bunlar, hükümetin kendi seçilmiş kişileri. Biz sözde değil, gerçek bir demokrasi istiyoruz genel olarak.
(DŞ)