Ancak her modern gelişmenin sanayileşme eksenli açıklamasında olduğu gibi böyle bir bilgi de kronolojik bir başlangıç ve anlatım kolaylığı açısından çoğu kez yanlış olmayan bir öykü olarak kabul görmüştür.
O nedenle 1881 yılında kurulan İngiliz futbol ligi bu dönüşümü tamamlayarak futbol adına bundan sonra ortaya çıkan bütün gelişmelerin başlangıcı ve İngiltere'yi de futbolun anavatanı haline getirmiştir.
Sanayileşme öncesine giden derin tarihinde ise futbol, dinsel törenlerin bir parçası durumundadır. Fakat sanayileşme, öncesindeki bu amaç ve işlevi de değiştirerek futbolu boş zaman kültürünün bir parçası haline getirmiştir.
Önceki dönemde bir üst sınıf sporu olan futbol boş zaman kültürünün doğasına uygun olarak işçi sınıfı ile birlikte diğer kesimlerin de hızla ilgi gösterdiği popüler bir eğlence öğesine dönüşmüştür.
Futbolun kat ettiği bu aşama, merkezi futbol olan çok boyutlu bir sektörün giderek ortaya çıkıp gelişmesinin nedenidir. Boş zamanla birlikte spor, sanayileşmenin getirdiği terminoloji içinde futbolun mensup olduğu genel kategorinin adı olmuştur. Fakat belirtilen boyutlardaki hızı futbolu adeta kendi kategorisinin odak noktası haline getirmiştir. Neredeyse bu gün spor denilince futbol anlaşılır olmuştur.
Neden spor denilince futbol?
Futbolun çağdaş toplumlarda sporun bütün alanlarına başat bir anlayışa dönüşmesinin bir çok nedeninden söz edilebilir. Ama bunlar içinde en önemli neden onun kitlesel güç ve uyaranlar üretmiş olmasıdır.
Oyuncuların matematiksel tanımı ve sınırlığına karşın çok sayıda insanın ilgi ve seyirlerine açık bir olaydır. Bu itibarla bir temâşâ sporudur futbol. Temâşânın getirdiği haz ve zevk; renklerinden, oynayanların yerel ve ulusal mensubiyetlerine kadar bir özdeşlik olayı yaratmaktadır.
Mensubiyetleri "biz duygusu" çevresinde, ortak bir toplumsal bilinç etrafında birleştiren futbol, bugün bu bilincin yalnızca sporuna ve eğlencesine cevap vermekle kalmamakta, ticaretine ve hatta siyasetine de katkıda bulunmaktadır. Bu anlamda futboldan beklentiler kişiden kişiye kültürden kültüre değişmektedir.
Ortaya çıkan farklılık futbolun genel-geçer rit (âyin) ve kurallarına yeni boyutlar eklenmesi değil, olaya yeni ve farklı anlamlar yüklemekten ileri gelmektedir. Bu itibarla Amerikalı ile Avrupalının, Japonlar ile Arapların, Türkler ile Fransızların futboldan beklentileri ince farklılıklar ortaya koyabilmektedir. Bütün bunların temelinde futbolun giderek bireysel ve kitlesel bir retorik haline gelmesi yer alır.
Toplumsal retorik olarak futbol
Yüz yılı aşkın bir geçmişi olan futbol bugün çok güçlü ve yaygın bir endüstri haline gelmiştir. Kitlesel tüketime çok yatkın, heyecan ve coşkuya açık, üstelik ucuz ve eğlenceli oluşu gelinen aşamada önemli etkenler arasındadır. İşte bu duygusal ve toplumsal meblağ, futbolun benzer spor ve eğlence sektörlerinin önünde yer almasının da önemli nedenlerindendir.
Ama bütün bunların içinde en önemli ve üzerinde en çok durulması gereken neden ise futbolun mensubiyetlerle buluşmadaki başarısıdır. Çünkü profesyonel futbol birilerinin adına; köyün, kasabanın, semtin, kentin, ülkelerin vs adına oynanır. Birilerinin, bir yerlerin temsilcisi olur. Futbol taraftarları bu ilişkide mensubiyetlerin zeminini teşkil eden aktörlerdir. Böyle bir aktörlük için özel çaba ve eğitim gerekmez; mevcut formasyonlar (aile, sokak, mahalle, okul, kent vs) içinde yer almış olmak taraftarlık için yeterlidir.
Futbolun mensubiyetlerin söz konusu işlevleri açısından kabul gördüğü toplumlarda taraftarlık futbolu bir spor ve bir oyun olmaktan çıkararak toplumsal başarı ve başarısızlığın biricik ölçütü haline dönüştürmektedir. Böyle bir anlayış futbolda başarıyı, temsil edilen kasaba, kent ve ülkenin en önemli değeri olması düşüncesini de beraberinde getirmiştir. Başarı kadar başarısızlığın, yengi kadar yenilginin de futbolun doğal sonucu olduğu düşüncesi bu anlayıştan kaynaklanan olumsuz toplumsal sonuçları bertaraf edebilmek için zaman zaman futbolun içinden seslendirilen bir telkin, bir söylem olmuştur.
Taraftarların futbol takımlarıyla kurdukları özdeşlikte mensubiyetler kadar bizzat futbol oyunundaki figürlerin günlük yaşamın gel - gidine, hır - gürüne benzer roller ve devinimler üretmiş olmalarında yatmaktadır. Çünkü, boks ve hokey gibi sporların yanı sıra futbolda da "alan tutma, alan kapatma söz konusu olduğunda oyuncular kurallar izin versin ya da vermesin kıyasıya birbirlerine" girmektedirler.
Toplumsal statülerinin belirlediği günlük yaşama bu gerçeklik içinde sıkı sıkıya bağlı olan insanlar bu alışkanlıklarını taraftarı oldukları takımların performansına ve renklerine yöneltmekte güçlük çekmiyorlar. Bir farkla ki, bu kez mücadeleyi kendisi ve kendileri değil gönül verdikleri, ümit bağladıkları takım ve onun futbolcuları yapıyorlar; yani temsilciler hırsla, azimle ve aşkla varlık nedeni olarak gördükleri taraftarların günlük yaşamdaki düş kırıklıklarını ve başarısızlıklarını umuda ve başarıya dönüştürmeye çalışıyorlar.
Anlaşılacağı üzere bu tahlilde futbol, bireysel umutsuzlukları, düş kırıklıkları, hüsran ve mağduriyetleri kitlesel misyonla umuda dönüştüren toplumsal bir olay olarak ele alınmaktadır. Vasıfsızlığın mesleksizlik olgusunu körüklediği ve pekiştirdiği toplumlarda futboldan estetik, etik, felsefe ve çağdaş boş zaman kültürü adına bir şeyler üretilmesi beklenemez.
Çağa uygun bilgi ve becerilerden yoksun olan insanların futbolun belirtilen boyutlarından tatminler alması elbette ki düşünülemez. Bu insanlar başarı kültürü adına birey olarak beceremedikleri ve ulaşamadıkları tatminlere kitlesel katılım halinde ulaşmayı denemektedirler.
Gerçekte futbolla açıklanan bu kitlesel katılım dinde, siyasette ve ekonomide de geçerlidir. Ayakta ve hayatta kalabilmenin bireysel ön gerekliliklerinden, yeterliliklerinden yoksun olan insanlar bu sorunlarını birilerine ve bir şeylere yaslanmakta, hayatlarını kolaylaştıracak himayelere girmekte bulmaktadırlar.
Açıkça, dinî himayeden siyasî himayeye kadar ortaya çıkan tüm himayeci kültürlerin zemininde vasıfsızlık yatmaktadır. Kavgalı, gürültülü, kanlı sopalı futbol haberleri hayata anlam arayışında, futboldan başka seçeneği olmayan bu tür kitlelerden gelmekte ve tütmektedir.
Futbol sınırları, kültürleri ve ırkları aşarak tüm dünyayı kucaklamıştır. Bu olgudan soyutlanan ne bir kıta, ne de bir ülke düşünmek olası değildir. Ancak kültürler, taraftarların futbol sonuçları karşısındaki tutumlarının nitelik ve derece farklılığının da ölçütü olurlar.
Örneğin Brezilyalılar "giydikleri ve giymedikleri giysiler ve sürdükleri boyalarla" tanınırlarken, İngilizler toplu şarkıları ve taraftarlıkta şiddet boyutunu öne çıkaran "hooligan" imgesiyle şöhret bulmuşlardır.
Hatırlanacağı üzere bu ünlü İngiliz hooliganlar 1985 yılında Belçika'nın Heysel stadında oynanan Juventus - Liverpool maçı öncesindeki taşkınlıklarıyla şöhretlerini tescil ettirmişlerdir: Juventus taraftarlarını duvara sıkıştıran Liverpool taraftarları duvarın çökmesine neden olup 39 kişinin yaşamını yitirmesine 400'den fazla İtalyan taraftarın yaralanmasına sebep oldular.
Türkiye'ye gelince
Türkiye'de futbol bir yaşam biçiminden çok bir ifade biçimi, toplumsal bir retoriktir. Futbolun Türkiye için böyle işleve dönüşmesinde sosyo-kültürel yapının bu coğrafyaya özgü güncel ve geleneksel etkilerinden söz edilebilir.
Sosyolojik açıdan bireyi değil de grubu (cemaati, aşireti, dernekleri vs) ön plana çıkaran kültürel yapıda bağlanma, itaat ve müdahale eğilimleri belirleyici olmaktadır. Derin tarihten süzülüp gelen bu geleneksel yapı son dönemin ekonomik ve siyasal sıkıntılarının etkisiyle geniş ve yaygın bir himayeci kültür üretmiştir.
Himaye eden ve edilenlere şans ve olanaklar yaratan sistemde çok büyük özveri gerektirmeyen bağlanma, itaat ve himayenin yaşamını kolaylaştırma peşinde kitlelerdeki câzibesi artan bir biçimde sürmektedir. Bağlanma konusundaki zaafın üzerine gelen himaye, futbol dünyasının piyasası ile birlikte taraftar kitlelerini de sarmalamaktadır.
Yozgatlı ve fakat Cim-Bomlu
Belli ki Anadolu çocuğu, Yozgatlı, Çorumlu, Sivaslı, Karslı vs... Soruyorsunuz hangi işi yaparsınız, her işi yaptığını söylüyor . Bozkır güneşinin teninde oluşturduğu kara-kavruk imaj adeta büyük kentin göbeğinde zapt edemediği kent fobisini simgeliyor.
Bu diyalogları her hangi biri ile her hangi bir zamanda tamamlama şansını bulmanız zor değildir. Bu kez kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Hangi takımı tutuyorsunuz? Daha önce nereli ve hangi işi yaptığı konusunda verilen utangaç cevapların yerine daha gür bir sesle ve daha açık bir cevap duyuyorsunuz: Cim-Bomluyum, ya da Fenerli, Beşiktaşlı eh bu üçlü dışında gelen kısmi cevaplarda da Trabzonsporlu olduğunu öğrenebilirsiniz.
Geçmişte bireyin önüne geçen, birey kimliğini engelleyen cemaat ve tarikatların yerine bu şekilde günümüzde derneklerin ve çağdaş diğer oluşumlarla birlikte taraftar birimleri geçmektedir. Gerçek kimlik yerine mensubiyetlerin geçirilmesi alışkanlığı toplumun kendi bireyselliğinden umudunu kesmiş yaygın kesimlerinde görülen günlük olaylardandır.
Bu nedenle Türkiye'de bir çok insan mesleki kimliğini nominal kimliğinin (bay X, bayan Y) önüne geçirmekte, mesleği adına işlendiğini düşündüğü cürümleri kendine yapılmış saymak gibi bir duyarlılık taşımaktadır. Çünkü insanlar toplum içinde "meslek, cemaat ya da etnik aidiyetleriyle var olabiliyor ve o yüzden de dinî, etnik ya da mesleki kimliğine dört elle sarılıyorlar. O yüzden, mesleğine bir laf edildiği zaman gülüp geçemiyor; kendini o meslekten ayırıp objektif bakamıyor. Sahip olduğu yegane kimliğin lekelendiğini, aşağılandığını görünce kendini aşağılanmış hissedip deliye dönüyor."
Türkiye nüfusunun % 46.5' i yani 29 milyondan fazlası 21 yaşın altındaki gençlerden oluşmaktadır. İnsan kaynaklarının değerlendirilmesi para ile olur. Devlet bütçesinden eğitime ayrılan para toplam harcamaların sadece % 8'i dolayındadır. İşte Türkiye'de başta gençler olmak üzere himayeye yönelen, taraftarlığın gizemli ve güvenli himayesine koşan kitlelerin bu psikolojilerinin gerçek toplumsal nedeni budur.
İnsan kaynağı olarak iştah kabartan bu yığınlar çağın değişen sosyo-ekonomik ve kültürel gerçekliği karşısında başarı, geçim sıkıntısı, yarın gibi her biri ekonomik ve psikolojik boyutlarla yüklü kaygılara itilmektedir. Futbol çoğalan bunalım yumağı içinde bu kitleleri görece mutluluklara yöneltirken, diğer himayeci oluşumlar da hayatı kolaylaştırma vaatleriyle pastadan pay alma peşindedirler. Çünkü bu kitleler ne kendileri tarafından ne de devlet tarafından çağa uygun bir eğitimi, istenen kalite ve sürelerde gerçekleştirme olanağı bulamamışlardır.
Türkiye'de futbol yazanlar
Türkiye futbol kazaları ve cinayetlerinin kısaca futbol şiddetinin yaşandığı ve yaşanmakta olduğu bir ülkedir. Ülkede giderek artan aktüalitesinin her dönemde ve ülkenin hemen her yerinde şiddet örnekleri vermesi bunun bir kanıtıdır.
1960'lı yılların Eskişehir ve Kayseri olayları son yıllarda değişik bir biçimde gerçekleştirilen futbol şiddetinin unutulmaz olaylarıdır. Bunlardan ilkinde Porsuk çayına yuvarlanan Bursa plakalı arabaların Eskişehirspor - Bursaspor maçı sonrasının şiddet öğesi olarak hatıralarda kalmıştır. İkincisinde ise son dakikada sayılmayan bir gol yüzünden Kayserispor - Sivasspor maçı olayları can kaybı getirmiştir.
Futbol federasyonu seçimlerinden hakemlere ve futbol yazan spor sayfası yönetici ve yazarlarına kadar geniş bir yelpazede futbolun görünmez eli bu sektörü denetimi altına alma yarışı içindedirler. Futbolu sadece futbol olmaktan çıkaran ve bir çok amatörün hayallerine ket vuran bu müdahale mekanizması zaman zaman tüm olarak zaman zaman kendi içindeki özel manevralarla Türkiye'de futbol adına ortaya çıkan olumsuzlukların ve mutsuzlukların pek öne çıkarılmayan gerçek müsebbipleridirler.
Bu konuda özeleştiri yapmaları gerekenlerin başında "futbol yazanlar" gelmektedir. Çünkü Türkiye'de futbol yazarlığı futbolun gelişme biçim ve dinamiklerinde odaklanan bir nesnellik üzerinde değil de taraftarlık çevresinde hayatiyet bulmuştur.
* * *
Futbol popüler bir spor olarak istinasız tüm dünyayı kuşatan evrensel bir ilgi odağıdır. Fransa "Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü" müdürü Pascal Boniface bu ilginin boyutlarını şöyle açıklamaktadır :
"Futbolun stratejik önemini kimse reddedemez. Futbol dünyanın en evrensel olaylarından biridir. Demokrasiden piyasa ekonomisinden daha evrensel gerçek anlamda sınır tanımayan tek şey. Bugün birleşmiş Milletlerin 186 üyesi var, FİFA'nın ise 198".
Çağdaş toplumsal yaşam futbolun şahsında sportif ilgilerin benimsenmesi çerçevesinde belirginleşmektedir. O nedenle giderek artan ilgi futbolun başlı başına bir sektör haline gelmesinde etkili olmuştur. Modern insanın futbol ilgisi aynı zamanda futbolun felsefi , etik, kültürel ve sosyal sonuçlarını özümseyecek ve futbolu bu sonuçlara yönelecek bir zemine oturtma eğilimlerini de beraberinde getirmiştir.
"Absurdité"nin ünlü teorisyeni Albert Camus'ye France Football dergisine "ahlak adına neye sahipsem bana bunların hepsini futbol öğretti" dedirten, futbolun belirtilen hedeflere doğru rafine olan çağdaş esprisidir.
Çağdaş insan futbolda kendi özünü bulmuştur. Kolay ve zorun, iyi ile kötünün, güzellik ile çirkinliğin insana özgü karşıtlıklarını sunan futbol bu zengin açılımı ile çok farklı gereksinim ve özlemlere cevap vermektedir.
Bu yüzden futbol, dünyada geniş kitlelerin mistik kaçış alanı ve sığınağı da olmuştur. Himayeci kültürün egemen olduğu toplumlarda taraftar kitlelerinin futbola yükledikleri anlam ile futboldan beklentileri mensubiyetlerin ön gördüğü ufuk ile sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla bu sınırlı dünyanın, futbolu, himayenin gerçek bir manevra alanına dönüştürmesi doğal olmaktadır. Bu yüzden bir paradoks olarak denilebilir ki dünyevi olana karşı futbol bu dünyada yaratılan uhrevi bir kaçış, huzur ve sükûnet barınağı olmaktadır.
Türkiye'de futbolu insanlar için bir kaçış alanı olmaktan çıkararak çağın yüklediği değerler doğrultusunda gelişmesi ve kabul görmesinde futbola taraf olanların büyük rolü bulunmaktadır.
Siyasetin, bürokrasinin ve spor kuruluşlarının yanı sıra en az onlar kadar sorumlu bir başka kesim ise ulusal futbol yazanları ve medyadır. Spor medyasının ulusal boyutları tümüyle İstanbul'a indirgeyen yayın tarzı futbolda Anadolu tecrübesinin vizyon arayışını tehdit etmektedir. Bu olgu taraftarlar arasında İstanbul'u merkez alan küskünlüğün ve şiddetin pek dikkate alınmayan gerçek nedenidir. Gerçekte bu durumu en çok düşünmesi ve özeleştiri yapmaları gerekenler ise "son yıllarda deplasmanlara gitmeyi göze alamayan" ulusal spor medyasının futbol yazanlarıdır.(İD/EÜ)