Avrupa’nın bağımsız taraftar birliği, Football Supporters Europe (Avrupa Futbol Taraftarları - FSE), 2-3 Ağustos tarihlerinde Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen taraftar sempozyumunun katılımcılarından biriydi.
İlk toplantısını 2008’de gerçekleştiren ve bugün kıta genelinde 42 ülkeden binlerce üyesi bulunan FSE, futbol taraftarlarının yüzleşmek zorunda olduğu sorunlara dayanışma yoluyla destek olmaya çalışıyor, yetkilileri baskı altına alıyor, taraftara “tribünden gelen gücünü kullanmasını” salık veriyor.
2007’den beri birliğin koordinatörlüğünü yapan Daniela Wurbs’un, ırkçılık karşıtı kampanyalar düzenlemek, çeşitli taraftar ağı programları düzenlemek ve taraftarlarla ilgili konularda resmi makamlarla iletişime geçmek gibi görevleri var. Son dönemde kulüplerde taraftarla ilgili işleri yürütmekle sorumlu tam zamanlı kulüp çalışanının (Supporter Liasion Officer) istihdam etmesinin zorunluluk hâline getirilmesi konusunda birlik olarak önemli adımlar attılar. Wurbs aynı zamanda sıkı bir St Pauli taraftarı ve kulübün “deplasman yapan taraftarını” organize ediyor. Konuşma sırasında ligin ilk hafta maçında zayıf Ingolstadt ile berabere kalmanın anlam ve önemine değiniyor. Daniela ile Alman tribününü, kadının tribündeki yerini, Supporter Liasion Officer’ı ve St Pauli’nin geleceğini konuştuk.
Dünyada ve Almanya'da şu sıralarda taraftarların karşılaştığı en büyük sorunlar nelerdir?
Football Supperters Europe (FSE) olarak Avrupa'ya odaklanıyoruz. Taraftarların yüzleşmek zorunda olduğu ana sorunların başında yükselen bilet fiyatları geliyor. Biletlerin fiyatlandırması iyi yapılmıyor. İkinci olarak son dönemde artış gösteren futboldaki ayrımcılığı gösterebilirim. Maalesef bunu gözlemliyoruz. Üçüncüsü de taraftarların kulüp yönetimlerinde söz almalarını sağlayacak diyalog eksikliği. Pek çok ülkede taraftarların sözü hiçbir şekilde dinlenmiyor. Dördüncü olarak da güvenlik görevlilerinin baskıcı tutumlarını gösterebilirim ki bu sorunla her sezon yüzleşmek durumundayız. Kısıtlamalar artıyor, düzenlemeler sıkılaşıyor. Taraftarları modern, ticari futbol işine uygun olacak şekilde "medenileştirecek", "adam edecek" uygulamalara gidildiğini görüyoruz. Bu durum bir ikileme sebep oluyor. Futbol endüstrisi taraftarın duygularını göstermesini ve mutlu, canlı taraftar kültürünün yaşatılmasını istiyor. Fakat bu kültür net bir itaatsizliği de beraberinde getiriyor. Yasaları delmenin bunun bir parçası olması gerektiğini söylemiyorum ancak futbolun var olduğu ilk zamanlardan beri futbol dünyası hakkında her zaman bir sivil itaatsizlik ve eleştiri ortamı söz konusuydu. Futbol endüstrisi taraftarları dinlemek istemiyorsa, tansiyonun yükselme riski her zaman vardır.
Supporter Liasion Officer uygulamasının getirilerinden memnun musunuz? Uygulama şu anda iyi bir noktada diyebilir miyiz?
İngiltere'deki Supporters Direct uygulamasını yürüten ve FSE ile çalışan arkadaşlarımız bunu UEFA ile birlikte yürütüyorlar. Bu uzun bir süreç çünkü lisans gerekliliğinin kulüpler tarafından bir gecede yürürlüğe girmesini bekleyemeyiz. Taraftarla diyalogu derhal geliştirmek zorundalar. Bu uygulamayı başarılı şekilde yürütmeye başlayan ülkeler de var ancak içinde Türkiye'nin de olduğu çoğu ülkede çok az gelişme görüldü. Fakat UEFA'dan öğrendiğimize göre zamanı gelince lisans gerekliliği karşılanmadığı takdirde kulüplerin UEFA maçlarına katılma lisansı alamama riski olacak. Lisanslama gerekliliği şu anda tanınma aşamasında. Kulüplere buna uyum sağlamaları ve bilinirliğini arttırmaları için zaman tanınmış durumda ancak bu geçiş döneminin ardından lisans gerekliliğini karşılamamaları durumunda cezaya tabi tutulabilecekler.
Modern stadyumlar taraftar kültürünü öldürme tehlikesi içeriyor mu?
Modern stadyumlarda ayakta seyretme yerleri var. Almanya'da yaşıyorum ve bir 2. Bundesliga takımını (St Pauli) tutuyorum. Almanya'da inşa edilen tüm yeni stadyumlarda ayakta seyretme yerleri önceki stadyumlara göre daha yüksek kapasiteli yapılıyor. Bu tribünlerin bilet fiyatları, hareketli taraftarı çekebilmek için ucuz tutuluyor. Bu tribünler televizyon kameraları için de hoş görüntüler sunuyor. Bundesliga'da televizyon kameraları bu tribünleri gösterecek şekilde özel olarak yerleştiriliyor. Soruya tek cümleyle cevap vermek gerekirse, evet, bütün tribünleri koltuklu yapılmış stadyumlar, canlı taraftar kültürünü yok etme riski taşıyor. Tribündeki kombine sahibi taraftarların ortalama yaşının 44 civarı olduğu İngiltere'de bunu görebilirsiniz. Almanya'da yaş ortalaması 20'li yaşların ortasında ve bu durum bize ligin sürdürülebilirliğinin farkılılığı konusunda çok şey anlatıyor.
Almanya'da stadyumlarla meşale göremiyoruz. Neden?
80'li ve 90'lı yıllarda Almanya'da stadyumlarda meşale ve fişek gibi şeyler kullanılıyordu. Daha sonra yetkililer bunu kısıtladı. Taraftarlar da bu konuda yazısız bir anlaşmaya vardılar diyebiliriz. Bunları kullanmaları hâlinde kulüplerinin yüksek cezalara maruz kalacağını biliyorduk ve kulüplere zarar vermek istemedik. Çünkü Almanya'daki tüm kulüpler taraftarın sahipliğinde ve taraftarlar kulübün iyiliğini fazlasıyla gözetiyorlar. Bundan birkaç yıl önce ülkedeki 60'dan fazla ultra grubunun çağrısıyla, meşalelerin yasal olması için bir inisiyatif oluşturuldu. Yetkililer üzerinde baskı yaratmak amacıyla yaklaşık bir yıl boyunca maçlarda meşaleler kullanıldı. Fakat sonunda mücadeleyi kaybettiler ve yetkilileri ikna edemediler.
Fakat yine de meşale söylendiği kadar tehlikeli midir?
Güvenlik görevlilerinin bakış açısıyla baktığımızda, onlar meşalenin yandığında 1000 dereceden fazla bir sıcaklık yarattığını söylüyorlar. Almanya ile birlikte İsviçre, İtalya ve Fransa'da bazı taraftarlar bundan dolayı yaralandı. Bunları gözardı edemeyiz. Ben de güvenlik görevlilerinin bakış açısıyla baktığımda yaratacağı tehlikenin, getirilerinden daha büyük olduğunu görüyorum. Kötü bir şey yaşanması hâlinde sorumlusu ben olurum. Bu konu hakkında polis veya güvenlik görevlileriyle tartıştığımızda onlar da "Bunu seyretmeyi seviyorum ancak bir çocuk meşale yüzünden bir yerini yakarsa bunun sorumlusu ben olurum" diyorlar. Yine de meşaleyi dikkatli bir şekilde kullanmak şartıyla serbest bırakan Avusturya ve Norveç gibi ülkeler de var.
Yunanistan'da kapalı spor salonlarında bile yakıyorlar.
Bunu bilmiyordum ancak çok da sorumlu bir davranış olduğunu söyleyemem (gülüyor). Gerçi taraftar kültürü her zaman sorumluluk içeriyor da diyemeyiz. Bunu marjinalize etmek istemem, oldukça tehlikeli. Fakat bu örnek şunu gösteriyor ki bunu özgürce yaşamaları için taraftarlara imkân sağlanırsa ve kültürün bir parçası olması gerekçesiyle yasal düzenlemeler yapılırsa taraftarlar yine çok şey kaybedebilir. Çünkü tehlikeli.
“Ucuz bilet, şehirle temas, taraftarla diyalog…“
Borussia Dortmund'un her maç 80 bin taraftarı topladığını biliyoruz. Çoğu Bundesliga takımı da bundan farksız ve tribün doluluğu anlamında dünyada bir numara. Bunu nasıl başardınız?
Son birkaç yıldır Bundesliga en çok taraftar çeken ve en çok kâr eden lig konumunda. Bu ilginç çünkü İngiltere liginin her zaman televizyondan çok fazla gelir elde ettiği, en yüksek bilet fiyatlarına sahip olduğu ve yine de stadyumları doldurduğu iddia edilir. Bu yüzden Bundesliga'dan daha iyi olduklarını öne sürebilirsiniz. Fakat Bundesliga sürekli bir taraftar destek tabanına sahip. Sürdürülebilir taraftar desteği sayesinde her ülkede olduğu gibi Almanya'da da büyük kulüplerin çok fazla sıkıntısı olmuyor. Borussia Dortmund ve Bayern Münih statlarını doldurmakta sorun yaşamıyor. Bundesliga kulüplerini başarılı kılan üç ana unsur var. Bunlardan biri sosyal sorumluluk çerçevesinde düzenlenmiş bilet fiyatları politikası. Ayakta maç izlenen yerlerin varlığı bu fiyatlandırmada önemli rol oynuyor. İkinci olarak, kulüplerin insanları doğru şekilde yönlendirmeleri. Kulüpler taraftarların sadece kendilerine gelip vazifelerini yerine getirmelerini istemiyor. Kulüpler ayrıca dış dünyayla, taraftarlarla, kulübün olduğu yerde yaşayan insanlarla proaktif bir ilişki geliştirmeye çalışıyorlar. Çok sayıda sosyal sorumluluk programı geliştiriyorlar. Üçüncü olarak da taraftar gruplarıyla çok sıkı ilişkiler kuruyorlar. Bundesliga'daki her kulüp bir Supporter Liasion Officer'a sahip olmak zorunda. Çoğu kulüpte birden fazla var ve tam zamanlı olarak çalışıyor. İlginç bir örnek olarak üçüncü ligdeki Arminia Bielefeld'i gösterebilirim. Bielefeld iki kere iflasın eşiğine geldi. Bu durumda Avrupa'daki çoğu kulüp sadece en önemli çalışanlarını tutup çok sayıda personelini işten çıkarırdı. Bielefeld de çok sayıda kişiyi işten çıkardı ancak aynı zamanda bir tane Supporter Liasion Offcer'ı daha işe aldı. Bu sayede taraftarlarla krizin aşılması konusunda diyalog kuruldu ve krizi yönetmeyi başardılar.
2013'te Almanya'da Kadınlar Dünya Kupası düzenlendi ve turnuva büyük ilgi gördü. Aynı zamanda Türbine Potsdam, Duisburg gibi çok iyi kadın futbol takımlarınız var. Almanya'da kadın futbolunun bugünkü durumu tam olarak nedir?
Kadınlar Dünya Kupası'nı herkes izledi. Bunun temel sebebi Futbol Federasyonu'nun erkek futbolu için uyguladığı pazarlama mekanizmasını Kadınlar Dünya Kupası'nda kullanmasıydı. İyi bir pazarlama kampanyası yürüttüler ve çok sayıda taraftar stadyumlara gitti. Maalesef Dünya Kupası'nda yaratılan bu coşku lig maçlarına aktarılamadı. Kadınlar ligi maçlarında statlar neredeyse bomboş. Çoğu futbolcu maaş alamıyor. Durumda net bir iyileşme olduğunu söyleyemeyeceğim. Bilinirlik arttı fakat ligin sürdürülebilirliği konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Almanya'da tribünlerdeki kadın seyirci oranı ne durumda?
Dünya Kupası'nın da etkisiyle Bundesliga'da stadyum altyapıları gerçekten iyi duruma getirildi. Bu sayede tribünlere daha çok kadın taraftar geliyor. Ayrıca kadınların maça gitmesini destekleyen ve bu konuda çalışmalar yürüten çok sayıda taraftar grubu mevcut. Bunu indirimler yaparak değil, futboldaki kadın algısını değiştirerek yapmaya çalışıyorlar. Ayrımcılığın her türlüsüne karşı mücadele eden taraftar grupları var ve grupların kendi düzenlemeleriyle içinde ayrımcılık barındıran çok sayıda tezahürat kullanılmaktan vazgeçildi. Bu da kadınların daha sık maça gelmelerine yardımcı oluyor.
Almanya'da herhangi bir deplasman yasağı var mı? Mesela sen bir St. Pauli taraftarısın ve Hansa Rostock deplasmanına gidebiliyor musun?
Deplasman taraftarının gelmesini engelleyen yaptırım var. Fakat aynı zamanda bu konuda görece yeni bir durum var. Polis de kulüplere deplasman kapasitesinin düşürülmesi veya tamamen sıfırlanması konusunda baskı yapabiliyor. Yani polis bu anlamda yetkilendirildi. Biz de Hansa Rostock'u konuk ettiğimiz maçta böyle bir olay yaşadık. Polis maça deplasman taraftarının gelmemesini istedi. Kulüp buna karşı çıktı ve onlara sadece 500 bilet verildi. Bunu protesto ettiler ve maça herhangi bir Hansa Rostock taraftarı gelmedi. Hansa Rostock ile St Pauli arasında büyük bir rekabet vardır ve bu iki kulüp birbirinden nefret eder. St Pauli taraftarı olarak biz de stadın dışına çıktık ve maçı boykot ettik. Stadın dışında bin 500 kişi toplandık. Maçta da "Kimsenin gelmediği bir futbol hayal edin" yazan bir pankart açtık. Böylece sorun karşısında Hansa Rostock taraftarıyla dayanışma içinde olduk.
“E-Bilet sadece göz boyardı”
Almanya'da herhangi bir e-bilet düzenlemesi var mı?
Hayır yok. Uygulama, futbol yetkilileri tarafından net olarak reddedildi. Biletlerin kişiselleştirilmesi konusunda bazı politikacıların talepleri olmuştu. Fakat bu reddedildi çünkü e-biletin şiddete dair herhangi bir sorunu çözebileceğine inanmadılar. Bunun sadece kamuoyunu tatmin etmeye yarayacağını ve insanların stada gitmekten vazgeçmesi riski taşıdığını düşündüler.
İngiltere'de ve İskoçya'da bilet fiyatları gerçekten çok yüksek. FSE olarak buna karşı bir çalışmanız var mı? Çünkü Almanya'da bilet fiyatlarının düşük tutulmasını sağladığınızı söyleyebiliriz.
Almanya'da da durum mükemmel diyemeyiz. Bu yüzden Alman taraftarlar çok iyi organize oldu. "Ayakta izleme tribünü bileti için 20 Euro'ya hayır!" adlı bir kampanya başlattılar. İngiltere'de de bu kampanyayı örnek aldı. İngiltere'nin en büyük taraftar organizasyonu "Football Supporters Federation" "20 çok fazla!" adındaki benzer kampanyayı yürüttü. Tüm ülkeden taraftarların katılımıyla Londra'daki Premier Lig ofisine bir yürüyüş düzenlediler. Bunlar küçük adımlar. Bunun dışında bazı taraftar grupları kulüpleri bu konuda baskı altına alıyor. Kulüplere "Stadyumu doldurmak için daha fazla sosyal sorumluluk sahibi olmalısınız" diyorlar. Bu da Almanya'daki kampanyadan alınan bir model.
“Umarım St Pauli birinci lige yükselmez!”
Gelelim senin kulübün St Pauli'ye. Millerntor'da maç izlemek nasıl bir his? Stadın bazı kısımlarının yenilendiğini duymuştum.
Yeni Millertor Stadı'nda dört tribünün üçü yenilendi. Kuzey tribünü konusunda da bazı çalışmalar var, umarım 2016 veya 2017'ye kadar biter. Bence şimdiye kadar biten hâliyle stat güzel. Ancak statta çok fazla "business" koltuğu ve VIP salonu mevcut ve bu durum hoşumuza gitmiyor. Stadyum kapasitesine göre baktığımızda Borussia Dortmund'dan daha fazla VIP bölümümüz var. Bu da bizim açımızdan baktığımızda St Pauli gibi bir kulüp için utanç verici diyebiliriz. İnşaatın başlangıcında kulüp taraftarları da sürece dahil etmek istemişti. Taraftarlardan bir grup oluşturulduğunda ve görüşmeye gidildiğinde zaten bütün sürecin tasarlanmış olduğu görülmüştü. Bu yüzen taraftarlar bunu protesto edip süreçten çekildi. Bu sefer kulüp taraftarları yeniden çağırdı ve onları daha ciddi bir şekilde dinledi. Bu sayede taraftarlar inşa sürecinde aktif rol oynadı. Tribünlerde ne tür koltukların olacağından stadyum girişinin nasıl boyanacağına kadar pek çok konuda taraftarlar olarak biz karar verdik.
St Pauli dünya genelinde ayrı bir üne sahip. Taraftarlar antifaşist politik görüşleriyle tanınıyor. İlginç tribün gösterilerine rastlanabiliyor. Hatta eşcinsel bir başkanınız vardı. Bu bağlamda St Pauli'nin bir "kitsh" hâline gelip, satılabilir bir marka olma tehlikesi hakkında ne düşünüyorsun?
Böyle bir risk kesinlikle var. Ancak şöyle bir avantajımız var ki St Pauli'nin aktif taraftarları olarak bu durumdan asla memnun değiliz. Almanya'daki ve Avrupa'daki pek çok kulübe göre bir rüya ülkesinde yaşadığımızı bilmemize rağmen mükemmel durumda olmadığımızı ve şikayet edecek çok şey olduğunu biliyoruz. Fakat bizim bir sorunumuz var o da şu: Hiçbir zaman büyük sportif başarıları olan bir kulüp olmadık. St Pauli kendini takımın sportif başarısıyla "pazarlayacak" bir kulüp değil. Bu yüzden St Pauli'nin ismini, ününü satma yolunu seçiyorlar. Kulübün ürün satışlarından elde ettiği gelir tamamen taraftarların yarattığı ünün etkisiyle oluşmakta. Bu yüzden kulüp bir şekilde bu imajı kullanıyor ve satıyor ki bu da anlaşılabilir bir şey. Taraftar tabanı bu imajın veya gerçekliğin yok olmaması için durmadan çalışıyor. Fakat bu konudaki temel sorunumuz çok sayıda taraftarın sadece bu imaj için maça gelmesi. St Pauli kimliğinin detaylarına sahip değiller. Bu bizim için bazen gerçekten büyük sorunlar yaratıyor ancak bunun için de düzenli kampanyalar yürütülüyor. Şu anda çok endişeli değilim ve umarım ileride de böyle kalmaya devam ederim.
O zaman St Pauli'yi önümüzdeki yıl 1. Bundesliga'da görebilecek miyiz?
Umarım görmeyiz! St Pauli taraftarı olarak bunu istemiyorum. Biz büyük bütçesi olan büyük bir kulüp değiliz. Bunlara sahip olmak da istemiyoruz. Çünkü tuhaf şekilde başarılı bir kulüp olmaktansa maddi olarak istikrarlı ve sağlam bir kulüp olmanın daha önemli olduğunu düşünüyoruz. Başarılı olmak istiyorsak sürdürülebilir olmalıyız. St Pauli'nin aktif taraftarları olarak ikinci ligde olmaktan oldukça mutluyuz. Bu sayede pek çok galibiyet görebiliyoruz. Birinci ligde genellikle yaşadığımız şey, her maçta bozguna uğramak oluyor. İkinci lig, kulübün gelişme süreci içinolabileceğimiz en iyi yer.
O zaman umarım Almanya Kupası'nda Hamburg ile eşleşirsiniz.
Bu da bir seçenek! Bu, onlarla her yıl oynamaktan daha heyecan verici olurdu (gülüyor). (UG/HK)
Utku Gökerküçük Kadıköy Anadolu Lisesi’nin ardından İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İşletme –Ekonomi ile Medya ve İletişim Sistemleri bölümlerini bitiren Utku Gökerküçük Kadıköy’de yaşıyor. Futbol Extra ve Yarı Saha gibi basılı ve dijital mecralarda düzenli olarak yazılar yazıyor. 2011’den beri Açık Radyo’da Efektifpas adlı spor programını icra ediyor. Sporda yeninin, modernin, endüstriyelin dışlanması; eskinin, ötekinin, amatörün olumlanması noktasında duruyor. |