"Evet"in, içinde bulunulan sosyal, politik ve özellikle psikolojik koşullar altında savunulmasının mümkün olmadığını, kendi deneylerimle yaşadım.
Fransa'ya geldiğimden (1983) bu yana ilk kez bir seçim çalışmasına aktif olarak katıldım. Ama daha bir iki toplantıdan sonra, imkansızı savunuyormuşum duygusuna kapıldım.
Portekizli duvarcılar, Polonyalı muslukçular
"Evet" mesajının duyulması neredeyse imkansızdı. Aynen Le Pen'in ikinci geldiği 21 Nisan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yaşanan, asayiş-güvenlik üzerinden yaratılan korku ortamına benzeyen bir ortam içindeyiz.
Ama bu kez konular daha çok "Polonyalı muslukçular -eskiden Portekizli duvarcı ustaları derlermiş- gelip işimizi alacak" türünden.
"Anayasa kabul edilirse işçi maaşları düşecek" türünden. Buna bir de insanların, şimdiki hükümetten öç alma isteğini eklemek gerekiyor.
Kampanya ve ihbarlar
Düşünün, solcu bir belediye başkanı, belediye sınırları içinde Polonyalı işçi çalıştıran bir işvereni valiliğe şikayet ediyor. "Yasalara aykırı çalıştırılıyorlar" diye.
Medya üç gün bununla uğraşıyor. İşyeri basılıyor, denetimler yapılıyor. Sonunda anlaşılıyor ki, evet Polonyalı işçiler çalıştırıyor ama Fransa yasalarına uygun olarak ve haksız rekabet yaratmadan. Ama geçmiş olsun tabii: "Alçak Polonyalılar işimizi elimizden alıyorlar hem de damping yaparak."
Belediye başkanı, sonradan bu ihbarı hayır kampanyası için değil, kasabasında yasalara aykırı iş yapılmasın diye yaptığını açıklıyor. İşte böyle bir psikozun içinde boğuşuyorsun.
Anayasa uzlaşma metni değil mi?
25 ülkenin uzlaşmasını yansıtan bir metni, madde madde nasıl tartışabilirsin? Herkes kendine göre karşı çıkacak bir yer buluyor.
Anayasa metni, 1950 yılından bu yana yapılan tüm anlaşmaları içeriyor ve onun üzerine ilk kez, özellikle liberallerin itirazlarına karşın, Fransa ile Almanya'nın bastırmasıyla, bugünü kadar eksik olan politik ve sosyal bir çerçeve getiriyor.
Verilen taviz var tabii. Vergi sistemlerinin uyumlulaştırılmasına değinilmiyor. Ama sonuçta bu bir uzlaşma metni. 25 devletin sosyalist, liberal sosyalist, sosyal demokrat, merkez liberal ve liberallerin uzlaşmasının sonucu oluşan bir metin.
Böyle olunca da herkes gol atacak bir yer buluyor.
Ulusal-AB'sel gerilimi
Avrupa Parlamentosu'nun yetkilerinin artırıldığını, Avrupa Birliği(AB) örgütlenmesinin işlevsellik kazandığı ve güçlendirildiğini söylüyorsunuz, hemen herkes başlıyor bağırmaya:
"Ulusal yetkiler kısılıyor, kamu hizmetleri sektörü ortadan kaldırılacak, laiklik kalkacak, kürtaj yasaklanacak vb." Biz kendi kendimize karar veremeyecekmişiz, itirazları başlıyor.
Bunların veya bazılarının ulusal yetkiler içinde olduğunu söylüyorsunuz; "Siyasi Avrupa ihmal ediliyor, güçlü bir Avrupa savunulmuyor" deniliyor. Yani işin içinden çıkman mümkün değil. Önce sinirleniyorsunuz sonra gülmeye başlıyorsunuz.
Fransa'nın kimlik krizi
Bana göre, Fransa çok ciddi bir kriz yaşıyor. Çok ciddi bir kimlik krizi ve bu nedenle de sürekli sağa ve sola savruluyor.
Fransa kendi yarattığı Avrupa içinde yerini bulamıyor. Sağdan sola çok güçlü bir şovenizm var ve eski şaşalı günler aranıyor.
Aslında süreci 1954'ten itibaren Fransa ve Fransız solu açısından ele almak gerekiyor. Çünkü 1954'te komünistler ve de Gaulle'cüler Avrupa savunmasını reddederek siyasi Avrupa'ya hayır dediler. Hükümet kabul etmişti ama meclisten geçmedi. Bu büyük bir şok oldu diğer ülkeler açısından.
Liberal iktidarlara doğru
Sonuçta, 1956'da siyasi yani tamamıyla bir yana bırakan ve Roma anlaşmasıyla sadece ekonomik işbirliğini öne çıkartanlar, bugün şikayet ettiğimiz Avrupa'nın doğmasına neden oldular, öte yandan, anlatması şimdilik uzun ama, Vietnam Savaşı'nın uzamasına da neden oldular.
Bunun sancıları bir süre daha yaşanacak. Bu da bir yandan Avrupa ile ilgili gelişmeleri yavaşlatacak öte yandan iç politikada çok olumsuz gelişmelere yol açabilecek. Umarım önümüzdeki on-on beş yılı liberal iktidarlar altında geçirmeyiz.
Anayasa tartışması, ulus devlet, Avrupa'nın siyasi geleceği, federalizm, küreselleşme karşısında Avrupa'nın oynayabileceği düzenleyici rol ne olabilir, Avrupa savunma sistemi, vb. gibi daha çok stratejik konuların üzerine oturtulabilirdi.
Politik bir tartışma olabilirdi ama bir kez daha bu fırsat kaçırıldı. Şimdi korkuttuğumuz halkla ne yapacağız çok merak ediyorum. (MSŞ/BA)
* Mehmet Selami Şakiroğlu'nun yazısı 21 Mayıs 2005, 07:39 itibarıyla yazıldı. Her an değişen kamuoyu yoklamaları açısından, yazının kaleme alındığı tarih önem taşıyabiliyor.