Sosyalist Parti, kasım kongresinde Martine Aubry’nin genel sekreter seçilmesinden sonra, ocak başından bu yana hükümete ve Sarkozy’ye karşı muhalefetini yükseltti. Eski Avrupa Konseyi başkanı Jack Delor’un kızı, ünlü 35 saat çalışma yasasının hazırlayıcısı Martine Aubry, bir yandan söylemini sola kaydırarak, gösteri yürüyüşlerine doğrudan katılarak, bugüne kadar sosyalistlerin ihmal ettikleri boşluğu doldurarak, solun solunun etki alanını daraltıyor, öte yandan bireysel özgürlükler alanında Sarkozy’i hedefleyen saldırılarıyla, cumhuriyetçilik bayrağını merkezci François Bayrou’nun tekelinden çıkarıyor.
Martine Aubry partiye damgasını vuruyor
Sosyalist Parti, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, genel sekreter seçimleri nedeniyle daha çok kendi içine dönük bir süreç yaşadı. Kasım kongresinde geçtiğimiz seçimlerde cumhurbaşkanı adayı olan Segolene Royal’in programı militanların çoğunluğunun onayını aldı ama genel sekreterliği partinin sol kanadının da desteğiyle, Martine Aubry kazandı.
Aubry, savaşcı, inatçı, bitmek tükenmez bir enerjiye sahip, ele aldığı konuları son derece yi bilen özellikleriyle tanınıyordu. Kasım kongresine kadar parti aygıtı içindeki çekişmelere atılmayan, parti içi iktidar savaşında hiç bir zaman yeralmamış, kendine bağlı bir ekip luşturmayı hep reddetmiş olan Aubry, kongreden genel sekreter olarak çıkarak, o güne adar bilinmeyen bir yanını daha ortaya çıkardı: iyi bir müzakereci ve fırsatçı.
Martine Aubry dışa karşı başlattığı topyekün saldırıyla birlikte parti içinde bugüne kadar var olan akımları da etkiliyor. Değişik eğilimler arasındaki farklılıkları neredeyse siliyor. Avrupa gibi bazıları için var olma veya olmama ölçüsü haline gelmiş konularda bile bugüne kadar karşısında olmuş rakipleriyle birlikte bile ittifaklar kurarak partiye damgasını vuruyor. Böylece kendini herkese kabul ettiriyor.
Kimsenin kuşkuyla yaklaşamayacağı özellikleri var Aubry’nin: solcu ve tam bir sosyalist. Eski sosyalist cumhurbaşkanı Miterrand’ın muhalefetin lideri olduğu dönemde, genç yaşına rağmen onun çıraklığını yaparak onu izleme olanağına sahip olmuş bir militan. Mitterand gibi bir politika kurdunun yanında yetişmiş bir politikacı. Kuzey Fransa’nın en önemli şehirlerinden Lille’in belediye başkanı. En son seçimlerde yüzde 60‘a yakın oy aldı.
Üstelik her şey onun önünü açıyor. Fransa ikinci dünya savaşından bu yana tarihinin en yıkıcı krizini yaşıyor. Daha da kötüsü, kriz, hem çok ani gelişiyor, hemde evrensel. Böyle bir ortamda, sisteme yönelttiği eleştirileriyle, inandırıcı ve güven verici muhalefetin öncülüğünü üstlenerek geleceğe damgasını vurma şansı çok. Aubry yönetimindeki Sosyalist Parti, bir yandan sola açılımıyla, solun solunda varolan partilerin hareket alanlarını daraltmaya çalışıyor. Birey haklarına ve kişisel özgürlüklere ağırlık vererek merkezi de dolduruyor. Hazırladığı alternatif program önerileriyle hükümet etmek istediğini göstererek iktidara adaylığını koyuyor. Muhalefetin liderliğine yerleşerek geleceğin cumhuraşkanlığı adaylığına hazırlanıyor.
Segolene-Martine çekişmesi
Segolene Royal ise, parti içindeki mücedeleyi kaybettikten sonra, dış kulvardan koşuya devam ediyor. Zaman zaman yaptığı çıkışlarıyla kendini Sarkozy’nin karşıtı bir konuma yerleştiriyor. Dış politika konularındaki çıkışlarıyla ise devlet adamı, yani cumhurbaşkanı adayı konumunu sürdürmeye çalışıyor. Kitap yayınlayarak, sosyalist kişiliklere not dağıtıyor. Aubry’den de şöyle söz ediyor: "Ben ona bağlı bir bakan olarak çalıştım. Aubry beni her zaman kendi altındaki bir bakan olarak görecektir". Aubry ise Segolene Royal ile ilgili sorulara, "politika yapma anlayışlarımız farklı" yanıtını vermekle
yetiniyor.(SŞ/EÜ)