Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Tayfun Serttaş, "FLASHBLACK" isimli son kişisel sergisiyle bizleri stüdyo fotoğrafçılığı gibi erkek tekelindeki bir mesleği 60 sene boyunca sürdüren Maryam Şahinyan'ın arşivine davet ediyor.
Pilevneli Galeri'deki sergi, içindeki yaklaşık 11 bin kare fotoğrafla yıllar öncesinden bir Instagram profilini gezmek gibi. Daha duru, daha katmanlı, daha gerçek ifadelerle ama...
Zaten konuştuğumuzda Tayfun Serttaş da bundan bahsediyor, "az önce bir profilden bahsettik, 50 bin takipçisi var instagram'da ama berbat bir hayatı var. Sabah uyanıp metroyla Zorlu Center'a gidip Louis Vuitton'un kapısında fotoğraf çekip instagram'a koyuyor. Gün içerisindeki en büyük mesaisi yaşamadığı bir hayatı yaşıyormuş gibi fotoğraflamak. Böyle bir nesil var artık, simülasyon ve gündelik gerçeklik arasındaki parametreleri kaybetmiş."
"Arşivde ise öyle değil, bu fotoğraflar onların gündelik gerçekliklerini temsil etmek üzere kurgulanıyordu. Bu kadar duru bakamıyoruz objektife artık. Ağzımız, gözümüz yamuluyor. Çünkü artık fotoğraf simülasyonu hedefliyor, temsil ile ilişkimiz belki de hiç olmadığı kadar problemli".
Sergiyi sadece azınlıkların yaşam tarzını yansıtan bir arşiv olarak görmeyen Serttaş, bunun seküler bir arşiv olduğunu söylerken "Gezi'den sonra bu arşiv başka bir önem kazanıyor. 2011'de bu arşivi ilk kez kamuya açtığımızda yaşam tarzımız gasp ediliyor diye sokaklara dökülmemiştik henüz" diyor. Bahse mevzu 'yaşam tarzı' aynı zamanda bu arşivin en belirgin özelliği.
O dönem gündelik yaşam sosyolojisi üzerine kurduğumuz söylem eminim ki bugün çok daha anlaşılır, çok daha içselleşmiş durumda.
Maryam Şahinyan/ Beyoğlu, 1939
Sosyal antropoloji geçmişiniz var. Burada da 60 yıllık bir azınlık arşivi. Bu geçmiş çalışmaya nasıl yansıdı?
Ağırlıklı olarak kent antropolojisi çalıştım ve bu alanda çalışırken de İstanbul'un tarihsel ve toplumsal katmanları üzerine yoğunlaştım. İstanbul çok katmanlı bir kent. İçerisinde birçok ara yüz var, istersek görebileceğimiz, istemezsek hayatımız boyunca tanık olmadan buradan göçüp gidebileceğimiz.
Benim eşelediğim alan daha çok azınlıklarla ilgiliydi. Ne kaldı, ne gitti, elde ne var. Toplumsal demokrasi de dediğimiz tartışmayı buradan nasıl okuyoruz.
Bu konular üzerine çalışmaya başladığımda ne 19 Ocak olmuştu, ne de Gezi olayları olmuştu. Sonra tüm Türkiye bu konuları tartışmaya başladı. Çok talihsiz olaylar yaşandı, çok hayırlı tartışmalar açıldı, ama hala kafamız çok karışık.
2009'da "Stüdyo Osep" bir sanat galerisine çektiğim ilk arşiv projesiydi. 2011'de de Foto Galatasaray'ı kamuya açtım. Bu ikinci büyük arşivdir.
O zaman Maryam Şahinyan fotoğraflarıyla tanışmanız o yıllara denk geliyor.
Bu işin arka planı üç yıl. 2009'de girdik atölyeye, 100 bini aşkın negatif filmi inceledik, tabaka dediğimiz cam levhalar var. Her bir tabaka filmin tek tek temizliği, dijitalizasyonu, sonrasında dijital restorasyon ve kataloglama gibi son derece titizlik gerektiren bir süreç.
Üç yıl içerisinde 40'a yakın asistan proje için dönüşümlü olarak çalıştı. Bu gördüğünüz her bir imaj neredeyse baştan yapıldı. Bunlar bize bu şekilde gelmedi, her bir filmin görselleştirilmesi neredeyse fotoğrafı çekmek kadar, hatta bazen daha zorlu bir mesai gerektiriyor.
Bu sergi özelinde 100 bini aşkın imajdan 11 bin adet seçtik. 11 bin kare fotoğrafa aynı anda bakmamızı mümkün kılan bir sergi daha hatırlamıyorum.
11 bini aşkın imaj ilk defa izleyiciyle yüzleşecek.
"Gezi'den sonra bu arşiv daha da önem kazandı"
Maryam Şahinyan/ Beyoğlu, 1951
Gezi'den sonra bu arşiv başka bir önem kazanıyor. 2011'de bu arşivle ilk çalışmaya başladığımızda biz yaşam tarzımız gasp ediliyor diye sokaklara dökülmemiştik henüz.
Burada yaşam şekillerinin temsili var ve bu insanlar size bu yaşam şekliyle bir şey anlatıyor. Eteğinin boyuyla, bazen bacak bacak üstüne atmasıyla, bazen şapkasının modeliyle.
Senin bugün hayatta takıp kapıdan çıkamayacağın şapkalar var burada.
Diğer yandan bugünkü çoğunluk, azınlık fikriyle daha haşır neşir oldu Gezi'den sonra. 2011'de bakıldığında bu arşiv daha "a onlar"dı. Bugün bakıldığında biraz daha "bize" döndü bu konu.
Çünkü bugün kendini hiç azınlık hissetmemiş gruplar kendini azınlık hissetmeye başladı. Bugün herkes azınlık fikri üzerine daha fazla kafa yoruyor, herkes kendini ister istemez aynı hissiyatla baş başa buluyor.
Sen de bugün sarı saçlarınla azınlıktansın çünkü. Hepimiz biraz çekildik o tarafa, hepimiz biraz itilip kakıldık. Bunu yaparken de en çok yaşam şekillerimiz dile dolandı.
"Instagram'da 50 bin takipçisi var ama berbat bir hayat yaşıyor"
Bugün yaşadığımız Instargam çılgınlığı ile buradaki tabloyu nasıl karşılaştırabiliriz?
Bu fotoğraflar olmayan bir şeyi öyleymiş gibi göstermek için çekilmedi.
Bu kadınlar bu fotoğrafları aile albümleri dışında belki de hiçbir yerde paylaşmadılar. Bu çift bu fotoğrafı emin ol kendisi için çektirdi. Bu aşk, gerçek aşk.
Maryam Şahinyan/ Beyoğlu, 1947
Bunu okumakla bugünü okumak arasında bir fark var. Bugün belki teknik olarak daha iyisini çekiyoruz ama içinde olan başka bir his yok. O duruluk, kendiliğindenlik.
Maryam ne yapmış biliyor musun? Gördüğün hiçbir karenin arşivde bir yedeği bile yok. Hepsinden bir tane çekmiş. Bugün ne yapıyoruz. En az 50 kare çekiyoruz içinden bir tane çıkarabilmek için ve çıkardığımız yine kötü. Yine içimize sinmiyor. Neden? Çünkü öyle bakamıyoruz objektife artık.
"Şu an bir simülasyon çağı yaşıyoruz"
Şu an bir simülasyon çağı yaşıyoruz. Yaşamadığımız hayatları yaşıyormuş gibi göstermek üzerinden ilerleyen bir süreç var. Buradan onurlu bir hikaye çıkmaz.
Az önce konuşuyorduk biri hakkında 50 bin takipçisi var Instagram'da berbat bir hayatı var. Sabah uyanıp Zorlu Center'a gidip Louis Vuitton'un kapısında cebinde üç kuruş parası yok, metroyla gidip fotoğraf çekip instagram'a koyuyor.
Burada öyle değil, bu fotoğraflar onların kendi gerçekliğiydi. Hiç bu kadar duru bakamıyoruz objektife artık. Ağzımız, gözümüz yamuluyor. Çünkü o simülasyon için bir hedef.
Bu fotoğraflarla instagram neslini yüzleştirmek önemliydi.
İkincisi bir diğer başlık sekülerlik meselesi. Bu seküler bir arşivdir. Bir kadının fotoğrafla ilgilenmesi, modernizm okuması açısından önem taşır, Cumhuriyet tarihinin birikimiyle yakından ilişkilidir.
Bizde her kuşak kendi modernizmini keşfeder ve ölünce de kendi modernizmini yanına alıp gider. Jenerasyonlar arası aktarım sıfır. Bu son 200 yıldır neredeyse böyle. Cumhuriyet de bunu böyle yaptı. Cumhuriyet'ten önceki girişimlerde de bu şekilde.
Şimdiki jenerasyon da bunu kendi imkanlarıyla keşfediyor ama bir önceki jenerasyonun kurgusundan alabileceği çok şey var aslında. Çünkü tam olarak yakalamak istediği şey, aslında aradığı şeyin orijinali yanı başında.
Metinde de yazdığımız gibi bu ülkenin çok katmanlı tarihi, aynı zamanda bir önceki katmanı inkar ve yok sayma tarihi. Her yeni gelen modernitenin bir önceki modernitenin tarihini inkar etme tarihi. O inkarlar dizisi bizi bugün buraya sürüklüyor.
Bak bu aile ortadaki koltuğa tek başına çocuklarını oturtuyor, ve kendileri ayakta poz veriyorlar. Altı yedi yaşlarında bir çocuğu koltuğa oturtup yanında poz vermek çok seküler bir tavır, bugünkü kültür en yaşlıyı koltuğa oturtuyor kendi ayakta kalıyor.
Stüdyonun seküler kimliği özel olarak bu sergideki vurgularımızdan biri. Maryam bir zümrenin, bir ekonomik grubun fotoğrafçısı değil. Sünnet çocukları, Katolikler, askerler, asker eşleri var.
Ermeni, Rum ya da Türk olması mevzu değil, bu insanların buluştukları nokta ortak bir yaşam tarzını benimsemiş olmalarıdır.
Maryam'ın hem kadın hem azınlık mensubu bir fotoğrafçı olması bu tablonun ortaya çıkmasında önemli mi?
Önemli, bu da ona seküler dünyanın Cumhuriyet döneminin bir armağanı. Bekar bir kadın, o zaman herkes evlenmek zorunda değildi, bugün herkes evlenmek zorunda.
70'lerde de bir sürü yalnız yaşayan insan vardı. Romanlarda, edebiyatta çok önemlidir bu karakterler. Bu da öyle bir kadın. Müzminler denilirdi bunlara, bugün olduğu gibi herkes acilen evlenip üç çocuk yapmak durumda değildi.
Fotoğrafın geçirdiği bütün dönüşümlere rağmen kendi tarzını bozmadığı doğru mu?
Maryam'da 1985'te çekilmiş bir fotoğrafı 1940'ta çekilmiş bir fotoğrafla yan yana getirdiğimizde aynı teknolojiyi görüyoruz.
Aynı mizansen, aynı sandalye ve aynı koltuk. Bugün baktığımızda bu çok sanatsal bir tavırmış gibi okunabilir.
72'de İstanbul'da bütün stüdyolara renkli fotoğraf teknolojisi gelmişti ama Maryam siyah beyaz çalışmaya devam ediyor ve hala giden var ona. (Gülüyor) Müşterisi de biraz kendisi gibi...
Bunun nedeni ne olabilir?
Bunun iki nedeni var. Birincisi hayır bu kadın bunu sanat için yapmadı. Bu mekan böyle bir mekan. Bu mekanın ayakta kalması biraz mahremiyetine biraz o kendi zamanını dondurmasına bağlı. Çok bir iddiası yok. 6-7 Eylül'den bile zarar görmüyor.
Galatasaray'ın ortasında olmasına rağmen basılıp, yağmalanmaya bile tenezzül edilmiyor sanırım. Hiçbir zaman sokağa açılan bir vitrini olmaması bu açıdan çok belirleyici.
Bu da bir varoluş biçimi. Bunların getirdiği bir avantaj var stüdyoya. Örneğin Bella çok önemli bir arşiv çok büyük zarar görmüştür.
40'lı yıllarda koluna taktığı siyah kolçakları 80'lerde de takmaya devam etmesi, beyaz önlüğünü hiç çıkarmaması, saç şeklini bile hiç değiştirmemesi onunla ilgili bize biraz veri veriyor. Maryam Şahinyan'ın bireysel tercihleri Foto Galatasaray'ı doğruluyor.
Biz Foto Galatasaray'ı İstanbul'un şahane stüdyosu diye ortaya koymadık, tam aksine o orta sınıf kültürünü, "bobo" deriz yani bohem burjuvayı ağırlıyor.
Modernizmi çok iyi sindirmiş bir orta sınıf var bu fotoğraflarda. Taşıyıp getirdikleri kültürün belki tek örneği. Çünkü bu ara yüzü konuşmuyoruz. Biz hep şunu konuşuyoruz, modernite sanki bir zenginlik göstergesiydi, bir zümrenin tartışmasıydı.
Üç paragraf da olsa Maryam'ı bugünkü kültüre kazandırmak bizim için önemliydi, bu arşiv için ondan bu kadar direttik.
Bizi asıl vuran fotoğraf bu çiftin fotoğrafı oldu. Bu adam çok varlıklı bir adam değil aslında, kravatı örneğin, çok alelade gündelik bir fotoğraf ama yan yana geldiklerinde ve yüzümüze baktıklarında bize söyledikleri bir şey var.
Bu bizim bugünkü tartışmamızla çok ilgili. Hepsini bir yana bırakalım, bizi asıl vuran o davet fotoğrafındaki şapkalı çiftin sadeliğinde yarattığı şeyi bizim biber gazları altında Gezi'de de savunmuş olmamızdır.
Benim bir insanın fotoğrafına bakıp kimlik giydirme şansım yok. Ama başka bir şeye hak görüyorum kendimde. Onların yaşam kültürleriyle ilgili bir süzgeci var ve ben o kültürün (kimliği, dini, dili hiçbir şeyi hesaba katmadan) devamıyım, bir süreklilik varsa, onların bıraktığı mirastan dolayı var. Bunun da adı modernizm.
Tayfun Serttaş hakkındaSanatçı, yazar ve araştırmacı (1982). 2000'den bu yana yurtiçi ve dışında birçok akademik projeye katıldı. Kent antropolojisi, toplumsal cinsiyet, ötekinin kültürel mirası, gündelik yaşam sosyolojisi, azınlıklar, post-kolonyalizm, kentsel dönüşüm, göç ve sosyal transformasyon, kültürel stratejiler ve minör politika konularında çalışıyor, üretiyor. Enstalasyon odaklı çalışmaları görsel arşivler, bulunmuş objeler, heykel, video, fotoğraf, sanatçı kitapları ve belgesel temalara dayalı çizimler gibi farklı tekniklerin çok katmanlı birleşiminden oluşuyor. İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji mezunu. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi'nde yüksek lisansını, 'Modernizm ve kültürel temsiliyet olguları bağlamında İstanbul'da fotoğraf ve azınlıklar' çalışmasıyla 2007'de tamamladı. İstanbul, New York, Londra, Paris, Amsterdam, Varşova, Beyrut, Atina, Selanik ve Frankfurt gibi kentlerde sergiler açtı. |
*Pilevne Sanat Galerisi'deki "FlashBlack" sergisi 27 Nisan-26 Mayıs 2018 arasında gezilebilir.