OHO kapsamında Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya öğretim görevlisi Fırat Erdoğmuş, sosyal medya ve gazetecilik arasındaki ilişki hakkında konuştu. Katılımcıları güncel iletişim teknolojileri ve bilişim sistemleri hakkında bilgilendiren Erdoğmuş, sunumuna bazı istatistikleri paylaşarak başladı:
İstatistiklere göre 31 Mayıs’ta Türkiye’de atılan günlük tweet sayısı üçe katlandı. Normalde Türkiye’de günde 8 milyon civarı tweet atılırken, 31 Mayıs günü bu sayının 25 milyonu bulduğu konuşuluyor.
Bir diğer veri ise, normalde gece yarısından sonraki saatlerde twitter kullanımı azalırken, direniş sırasında gece yarısından sonraki saatlerde twitter kullanımının azalmanın aksine artmış olması.
Bu veriler ışığında, Türkiyelilerin çok yoğun olarak kullandığı twitter’ın bir kitle iletişim mecrası mı yoksa kişisel iletişim yöntemi mi olduğu tartışıldı. Erdoğmuş bu noktada Gezi direnişi sırasında atılan tweet’lerde en sık kullanılan üç kelimenin polis, taksim ve lütfen olduğu istatistiğini paylaştı. ‘Lütfen’ kelimesinin üzerinde duran Erdoğmuş, bu kelimenin kitle iletişiminde fazla kullanılmadığını hatırlatarak, twitter’ın hala tam kapsamlı bir kitle iletişim aracı olarak görülmemesi gerektiğini belirtti.
Teknolojinin sundukları distopik mi, yoksa umutlandırıcı mı?
Sosyal medyanın hem toplumsal, hem de teknik-teknolojik boyutu olduğunu belirten Erdoğmuş, katılımcılara Google glass adlı ürünün tanıtım videosunu izlettikten sonra tepkilerini sordu. Göze takılan ve gözümüzün algıladığı verileri düzenleme, gördüklerimizin anında fotoğrafını çekebilme şansı tanıyan bu teknolojiye olumlu ve olumsuz yaklaşanlar oldu.
Olumsuz yaklaşanlar bu teknolojiyi distopik ve korkutucu buldular. Bu tür gelişmelerin zihin tembelliğini artırdığını; sokakla, doğayla ve insanla iletişim kurma yetisini körelttiğini belirttiler. Teknolojinin bu yöndeki gelişiminden dolayı heyecanlanan ve gazeteciliğin de bu tip teknolojilerden olumlu yararlanabileceğini düşünenler de vardı.
Bunun üzerine Erdoğmuş iletişim teorisi üzerine yoğunlaşan Amerikalı filozof Marshall McLuhan’ın iletişim teknolojilerinin uzuvlarımız gibi olduğu fikrini hatırlatarak bu teknolojilerin imkanlarımızı çoğaltan olumlu gelişmeler de olabileceğini vurguladı. Google glass teknolojisi ekseninde, teknolojinin tanıklık, belgeleme ve arşiv açısından da büyük gelişmelere işaret ettiğinin altını çizdi.
“Gezi’deki şiddeti kanıtlama görevi mağdurlara kaldı. Pek çok sivil toplum kuruluşu polis şiddeti görüntüleri için çağrı yapıyor ki soruşturma açılabilsin. Her gördüğümüzün kaydedildiği bir dünyada yaşıyor olsaydık çok daha kapsamlı bir tepki ve tanıklık oluşturulabilirdi.”
Sosyal medya çağında gazeteci olmak
Konuşmanın en düşündürücü sorusu günümüzde gazeteciye ihtiyaç olup olmadığını sorguluyordu: “Herkesin akıllı telefonu, facebook’u, twitter’ı, internete ulaşımı olduğu bir dünyada gazeteci dediğimiz kişi ne işe yarar, gazeteciye gerçekten ihtiyacımız var mı?”
Amerikan dergisi TIME, her yıl yayımladığı ‘yılın insanı’nı seçtiği sayısı için 2007 yılında bir bilgisayar ekranı üzerinde ‘You’ (sen) yazan bir kapak ile yayımlandığını; 2 Ocak 2012 sayısında ise yılın insanının ‘the Protestor’ (Protestocu) olarak seçildiği hatırlatıldı. Erdoğmuş’a göre artık toplumsal farkındalık sahibi herkesin kitleleri yönlendirme ve harekete geçirme imkanı var.
Sosyal medyanın yapamadığı ya da eksik bıraktığı noktaları olduğunu, hala gazeteciye ihtiyaç duyduğumuz noktalar olduğunu düşünen Erdoğmuş’a göre sosyal medyanın en büyük eksikliklerinden biri, güvenilirlik. Art niyetli olmayan kişiler de bilinçsiz bir şekilde yanlış bilgi akışına sebep oluyor. Doğru olduğuna emin olarak bilgi paylaşmak günümüz gazeteciliğinde en önemli gazetecilik refleksine dönüştü. Erdoğmuş, sosyal medya ile birlikte yeni bir gazetecilik etiği oluşmasını gerekli görüyor.
“Belgeleme görevi gazetecinin omuzlarından alındı, Gezi direnişinin belgelendirilmesi yurttaş gazeteciler tarafından yapıldı ancak hala gazeteciye ihtiyaç var. Olaylara arka plan ve boyutlandırma sağlamak önemli.”
Gazetecilik mesleğinin değişmekte olduğunun altını çizen Erdoğmuş, bu değişiklikler ekseninde yeni bir gazeteci tanımı oluşturulması gerektiğini belirtti. Günümüz toplumunun ‘teknotoplumsal’ karakteristikler gösterdiğini söyleyen Erdoğmuş’a göre teknotoplumsal karakteristiklerden bazıları: yakınsama, bağlılık, toplayıcılık, kullanıcının içerik oluşturması ve erişilebilirlik.
“On sene önce televizyon sadece izlenirdi, gazete de elde okunurdu. Artık bu yöntemler ve mecralar birbirine yakınlaşıyor. Örneğin Radikal’in sitesini açtığınızda Radikal web TV diye bir şey ile karşılaşıyorsunuz. Bu gerçek bir haber kanalı değil, ama izlenebiliyor.”
“Seçimin bu kadar sınırsız olduğu noktada bile biz bu sınırsızlığı hiç zorlamıyoruz. ‘Bugün haberleri hangi siteden okusam’ diye çok da düşünmüyoruz, bu sınırsızlık içinde bile bağlandığımız noktalar var, medyayı kendi çizdiğimiz çerçeveden okuyoruz. Marka sadakati ile bağlandığımız kurumlar var.”
Konuşmanın sonunda Erdoğmuş “Dijital çağda bize nasıl gazeteci lazım? Ya da lazım mı?” sorusunu yöneltti. Kendisinin dijital çağda gereken gazeteciye atfettiği özellikler ise: Çerle çöpü ayıran, güvenilir, tutarlı, takipçi, bağımsız, teknik imkanlarla derinleştiren ve gündem oluşturan. (EK/HK)