Onun "Müslüman mısın?" sorusuna artık hiç tereddüt etmeden "evet" diye cevap veriyorum.
Boynumu biraz arkaya çekiyorum ve izliyorum. Ha, işte kaşlar kalktı.
Peşinden gelecek muhtemel tepkiler listesine çarpı atmaya hazırlanıyorum.
a. Şüphe dolu bir bakış atılacak.
b. "Hadi ya, e ama başörtüsü kullanmıyorsun" denecek.
c. Saygılı sessizlik veya 'hımm, peki' diye cevap kabul edilecek.
Hayatımın büyük bir bölümünü Finlandiya'da geçirmiş biri olarak, seçenek "c" ile gitgide daha az karşılaştığımı fark ettim. Genellikle açığa vurulan şüpheyle ve çeşitli önyargılarla karşılaşıyorum.
Kültürel kimliğimin parçası
İtiraf edeyim ki dinle minle ilgim yok ama Müslümanlık tanıdığım bir din ve kültürel kimliğimin bir parçası. Oysa, Avrupa'da olaya böyle bakılmıyor.
Sanki Hıristiyanların arasında hiç günahkarlar, "bana neeee" diyenler, kuşkucular, sadece bayramda dinini hatırlayanlar, değişik akımları benimseyenler yokmuş gibi, Müslüman'dan Doğru Düzgün Bir Müslüman olması veya o kimliği hiç benimsememesi beklenir.
Düzgün Bir Müslüman nasıl olmalı?
En azından kara kaşlı ve tercihen uzun burunlu olması gerekir. Kadın ise saçları örtülmüş, hep ayak parmaklarına bakıyor olması gerekir. Erkeğe ise "Yahudi" dedin mi bakışlarından şimşekler çakmalı, "Usame" dedin mi dili ballanmalı.
Avrupa'da, Müslümanlara karşı duyulan önyargıların ve stereo tiplerin elbette asırlar öncesine uzanan kökleri varsa da 11 Eylül olaylarından sonraki değişikliklere kendi gözlerimle şahit oldum.
Finlandiya'da televizyon kanalları ve gazeteler, Müslümanlarla ilgili, stereo tipleri güçlendirmeye yönelik veya onları yıkmak amacıyla hazırlamış programlar ve yazılarla doldu.
Soyadım egzotik bir hal aldı
Konuyla daha önce hiç ilgilenmeyen tanıdıklarım dinimi sormaya başladılar. Cesaret edenler her fırsatta benimle tartışma açmak istiyor.
Soyadım Albayrak daha da egzotik hale geldi. Ailemin posta kutusu, soyadı Al-Bayrah veya Al-Bairak isimli, esrarengiz bir kişiye gönderilen mektuplarla doldu.
İş arkadaşlarım rahatsızlık verircesine yemekhanede, domuz eti yiyor mu diye yemeğime, iş toplantılarında kadeh kaldırıyor mu diye içmeme dikkat etmeye başladılar.
Uçakta Müslüman yemeği
Dini kimliğim artık kamu malı oldu.
İlk başta kendimi bir kafes içinde gezinen, her hareketi izlenen, nesli tükenmekte olan üç kafalı bir hayvan gibi garip hissettim.
Sonra, durumumu paylaşan birçok insan gibi, kendimi Stereotipe Uymayan Müslümanların öncülerinden biri olarak ilan ettim.
Uçakta artık Müslüman yemeği ısmarlıyorum. Hostesin bir elindeki kağıda, bir bana bakıp şaşırmasından zevk duyuyorum. Bir de üstüne şarap rica edince hostes iyice şaşırıyor, ben ise daha çok eğleniyorum.
Aslında bu girdiğim psikoloji çok zararlı.
Radikalleşmenin tohumları
Ben ve benim gibi Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yaşayan Müslümanlar , önyargılarla ve tepkilerle uğraşmaktan dinimizi sorgulamayı bıraktık.
Artık, daha önce bizlere saçma gelen dini kuralları etrafa karşı savunuyor olduk. Savundukça, kendimizi de ikna ediyoruz. Geri adımlar atıyoruz.
Radikalleşmenin tohumları böyle toprakta fidan verir.
Bu ortamda Avrupa'da yaşayan Müslüman mültecilerin çocuklarını bir düşünelim. "Onlarla" uğraşmaktan dinini tartacak, kendi doğrularını oluşturacak dönemi hiç yaşayamayacaklar belki.
İşte "Usame'nın çocukları" burada böyle büyüyorlar, Avrupalıların kendi ellerinde. (AB/NM)