İstanbul Film Festivali’nin bu seneki bölümlerinden birinin adı Nerdesin Aşkım?
Adını Gezi direnişinde LGBTİ’lerin sloganından alan bölümde aşkın hallerine dair yedi film yer alıyor.
Ayrıca festivalin Engin Ertan, Fatih Özgüven ve Azize Tan’ın hazırladığı Bu İkiliye Dikkat kategorisinde cinsiyet rollerinin temsilini, kadınlığı, erkekliği, anne ve baba rolleriyle aile kavramını irdeleyen filmler de yer alıyor.
Hazırlayıcılar seçkileriyle ilgili şöyle yazıyor:
“Sinemamızın yüz yıllık tarihine bakarken öne çıkan, hatta neredeyse kendini dayatan belli başlı temaları görmemek imkânsız. Cinsiyet rollerinin temsili; iktidar tutkusu, zorbalığı, kuralcılığı ama aynı zamanda kırılganlığıyla bu topraklardaki hâkim gücün simgesi olagelmiş erkekler; farklı şekillerde var olma mücadelesi veren kadınlar... Bu temsillerden bağımsız düşünülemeyecek anne/baba rolleri ve elbette aile...”
bianet’in seçtiği toplumsal cinsiyet, kadın ve LGBTİ hakları temalı filmler şöyle:
Aysel Bataklı Damın Kızı
Kadın meselesi, Cumhuriyet dönemi kültür hayatımızda olduğu gibi sinemamızda da kendini dayatan “mesele”lerin ilklerindendir. Özellikle erkek yönetmenler bu mesele etrafında bazen oportünist bazen de vicdanlı bir biçimde dolanmışlardır. Kadın meselesi hem iç gıcıklayıcıdır, hem de iç acıtıcı. Tiyatrodan gelip 1910’lar ve 20’lerde İsveç ve Almanya’da aktör ve yönetmen olarak çalışan Muhsin Ertuğrul’un 1934 tarihli filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı, Victor Sjöström’ün Tösen från Stormyrtorpet (1919) adlı melodramından uyarlamadır ve özellikle dönemin kırsalı anlatan Rus sinemasını, mesela Dovzhenko’nun kimi filmlerini andırır. Başrolde, erkeklerin insafına kalmış köylü kızı rolünde büyük başarı kazanan, o yıllar Türk sinemasının tek sarışın yıldızı, Marlene Dietrich’i Cahide Sonku var.
İnceldiği Yerden Kopsun
İki çocuk... Büyük şehirdeler... Kız gibi giyinen androjen Sebastian ve onun kanatısz meleği, deri ceketli hetero bir genç adam... İkisi bir olur. Bir tarafta onlar vardır, diğer tarafta bol perdahlı, İkea tipi İsveç toplumu. En büyük hayalleri bu sıkıcı yaşamdan kaçıp kurtulmak, ne yapıp edip diğerleri gibi olmamak. Ortada bir de Ellie vardır. Sebastian’ın içinde gelişen ve Andreas’ın hem âşık olduğu hem de korktuğu süper kadın Ellie... İnceldiği Yerden Kopsun, trans sanatçı ve aktivist Eli Levén’in Sen Ayaklarımın Dibinde Uyuyan ve Toprağı Bir Arada Tutan Köksün adlı romanından yola çıkarak çekilmiş.
Aşkın Yaşı Yoktur
Yeraltı queer sinemasının ünlü yönetmeni Bruce LaBruce, paranormal zombi filmlerinin ardından, günümüz toplumunda epey tartışmalı konular olan cinsel tabulara geri dönüyor ve yaşlılığa el atıyor. Bu imkânsız aşk öyküsünün kahramanları, genç Lake ile bakımevinde yaşayan Mr. Peabody. Aralarındaki ilişki derinleştikçe Lake’in duyguları aşka dönüşüyor ve sonunda birlikte bakımevinden kaçıyorlar.
Sürtük
Film, gazino patronu Ekrem’in amatör şarkıcı Naciye’yi yetiştirip assolist yapmasını konu alır. Ancak Naciye müzik dersleri aldığı piyaniste âşık olunca işler karışır, çünkü Ekrem “eseri” üzerinde iktidarını ilan etmeye çalışır; filmin bir sahnesinde de Naciye’ye şöyle der: “O Beyoğlu caddesinde potin bile boyadım ben. Şimdi de senin gibilerle halkın gözünü boyayıp, para kazanıyorum.” Naciye gibi, Beyoğlu’nun gece hayatı da onun için bir proje, bir iktidar alanıdır. Gerçekten de Ekrem, bir nevi her şeyin üzerindeki “güç”tür; âşıklar bağımsızlıklarını ilan etmeye çalışınca, iş buldukları küçük işletmeleri de satın alarak çalışmalarını engeller. Ancak gerçek hayattaki iktidar sevdalılarından farklı olarak sonunda ısrarından vazgeçer. Âşıkların birleşmesine aracı olduktan sonra gazinodan çıkar ve Beyoğlu sokaklarında yalnız başına yürür. Kamera uzaklaşırken, Ekrem de küçülür. Artık ne Naciye’nin, ne de Beyoğlu’nun sahibi olabileceğini anlamıştır.
Doğulu Çocuklar
Orta yaşlı, beyaz yakalı Daniel, Paris’te Kuzey İstasyonu’nda, genç göçmen Marek ile ertesi gün ucuza seks yapmak üzere anlaşır; genç adamdan zerre kadar şüphelenmez ve ona evinin adresini verir. Fakat ertesi gün Marek, Doğu Avrupalı çetesiyle birlikte Daniel’in bir rezidanstaki dayalı döşeli dairesini istila ediverir! Öte yandan, şaka maka, hiç beklenmedik bir aşk da kapıdadır!
Yatık Emine
Tiyatrodan gelip 1910’lar ve 20’lerde İsveç ve Almanya’da aktör ve yönetmen olarak çalışan Muhsin Ertuğrul’un 1934 tarihli filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı, Victor Sjöström’ün Tösen från Stormyrtorpet (1919) adlı melodramından uyarlamadır ve özellikle dönemin kırsalı anlatan Rus sinemasını, mesela Dovzhenko’nun kimi filmlerini andırır. Başrolde, erkeklerin insafına kalmış köylü kızı rolünde büyük başarı kazanan, o yıllar Türk sinemasının tek sarışın yıldızı, Marlene Dietrich’i Cahide Sonku var.
Teyzem
Ümit Ünal’ın senaryosundan Halit Refiğ’in sinemaya aktardığıTeyzem’in başkarakteri Müjde Ar’ın canlandırdığı Üftade’dir ama hikâyeyi yeğeni Umur’dan dinleriz. Ailesi başta olmak üzere yakın çevresi tarafından delirmeye terk edilen Üftade’yi sadece yeğeni anlamaya çalışır. Emekli astsubay üvey babasının baskısı ve tacizleri Üftade için hayatı bir nevi hapishaneye dönüştürmüştür ama kimse ona inanmaz. Kadının odasında dolaşan üvey babanın hayaletini sadece Umur’un görmesi boşuna değildir. Teyzesi daha ilk tanışmalarında onu sadece bir oyun dünyasına değil, evdeki otoriteye karşı bir ittifaka da çağırmıştır.
Trans X İstanbul
İstanbullu trans*kadın Ebru K., dostlarının sürülmesi ve öldürülmesine karşı mücadele veriyor. Yirmi beş yıldır insan haklarının ve özelde LGBTIQ bireylerin haklarının etkin savunucularından biri; nüktedanlık, kendiyle dalga geçme ve siyasal dirayet yoluyla Türkiye toplumunu değiştirmek istiyor. Ebru, yönetmenin annesi, 85 yaşındaki emekli Alman hemşire Margarethe’yle tanışıyor ve trans*lar için bir huzurevi açmaya karar veriyor. İstanbul'da kentsel dönüşüm ve Gezi protestoları da film boyunca kendini hissettiriyor. Gayet kişisel bir belgesel olan Trans X İstanbul, Türkiye’deki trans* bireylerin insan haklarının desteklenmesini hedefleyen çoklu platform projesinin de bir parçası.
Hawai
Eugenio yazlık evinde yeni romanını yazmaya çalışmaktadır. Bir gün iş aramak için kapısına gelen genç, çocukluk arkadaşı Martín çıkar. Martín önce gündelik işlere yardım etmeye başlar, birkaç gün sonra da Eugenio’nun yanına taşınır. İki erkek bir yandan kaçamak şekilde diğerini gözler, diğer yandan gelecek tepkiyi kestiremediğinden aklından geçeni dile getiremez.
Göldeki Yabancı
Issız bir çıplaklar plajında şehvet ve cinayet... Erkeklerin çarka çıktığı bu tablovari gölün yazlık sükûnetine kanmamak gerek. Franck gönlünü burada çekici, güçlü kuvvetli, bıyıklı ve ölümcül Michel’e kaptıracak. Aslında, Michel’in kim olduğunu biliyor bilmesine de, önüne geçemediği tutkusuna yenik düşmeye razı.
Sevgilinin Ardından
Günümüz Londra’sında geçen bu evrensel aşk ve keder hikâyesi, Kamboçya doğumlu İngiliz yönetmen Hong Khaou’nun ilk uzun metraj filmi. Filmin yapımcısı Dominic Buchanan’ın ilk uzun metraj filmi ise Filmekimi’nde de gösterilen Malları Ver / Gimme The Loot. Filmde, zamansız ölümünden sonra oğlunu tanımaya çalışan Kamboçyalı-Çinli bir annenin hikâyesini izliyoruz. Kadının hayatı oğlunun “en yakın arkadaşının” varlığıyla birden darmaduman olur. Aynı dilde anlaşamasalar da birlikte bu acıyı yenmeye, sevdikleri insanın anılarını bir araya getirmeye uğraşırlar. (ÇT/EA)