Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Filiz Arıöz'ün Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Hakkımda ceza davası açılmasına neden olan İmza metnine onay vermiş olmamdan dolayı en temel anayasal hakkım olan fikir ve İfade özgürlüğü hakkım, neden suç olmadığına ilişkin hukuksal savunmam avukatlarım tarafından yapılacaktır.
Ben ise beyanımda neden bu metne imza verdiğimi açıklayacağım. Öncelikle söylemek isterim ki adımın yer aldığı bu iddianamenin tek bir kelimesini bile kabul etmiyorum. İddianamede adı geçen kişi, örgüt ve olaylarla hiçbir ilgim yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır, kimseden de talimat almadım. Zaten bu nedenlerle bu iddialara kanıt olabilecek ve bu iddiaları destekleyebilecek herhangi bir belge de dosyada mevcut değildir.
Beyanıma Einstein'nın “Dünya kötü insanlar tarafından değil kötülüğe göz yumanlar tarafından tehlikeli bir yerdir” sözü ile başlamak istiyorum. Ben bir bilim insanıyım. Bilim insanı olma sorumluluğu toplumsal olaylara duyarlı olmayı, toplum yararına bilim yapmayı, evrensel gerçeklerden yana olmayı, sorgulamayı ve özgür düşünebilmeyi gerektirir.
Fikir ve ifade özgürlüğü bir bilim insanı için en temel ihtiyaçlardan biridir. İnsanın özgürleşme mücadelesinde, düşünceleri, buluşları dönemin inançlarına ve/veya gücü elinde bulunduran iktidarların çıkarlarına ters düştüğü için yakılan, idam edilen, çok ağır bedeller ödeyen, her şeye rağmen kral çıplak demekten vazgeçmeyen bilim insanlarının çok önemli katkıları vardır.
Sayın mahkeme heyeti nasıl ki sizler için Anayasa'yı temel almak, kanunlara uygun kararlar vermek zorunlu ise toplumcu bilim insanları için de bilimsel gerçekleri ortaya çıkartmak, topluma ulaştırmak, onların yararına sunmak esastır.
Konu ile ilgili olduğunu düşündüğümden son yıllarda benim de katkı verdiğim bir bilimsel çalışmadan kısaca bahsetmek istiyorum. Bu çalışmam nedeniyle, tedavisi olmayan hastalıkla boğuşan, yatağa bağımlı hasta çocuklarla ve aileleriyle tanıştım. O ailelerin, çocuklarını bir gün daha fazla yaşatabilmek için nasıl inanılmaz, insanüstü bir çaba sarf ettiklerine şahit oldum.
Bu hasta yakınları, devletin ilgili kurumlarına giderek “bilim insanlarına destek olun, bilimsel çalışmalar yapsınlar bu hastalık için tedavi bulsunlar” diye başvurular yaptılar, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar ilgili bilim insanlarıyla birlikte çaba sarf ettiler ve hala devam ediyorlar.
Dünyada bile örneği çok az görülebilen bu çabaya ben de ekipteki diğer bilim insanları ile birlikte projelerin hazırlanmasında ve uzmanlık alanım dahilinde ekip içinde yürüttüğüm deneysel çalışmalarımla katkı verdim.
Bu konu ile ilgili birçok proje hazırladık ve ne yazık ki hasta yakınlarının ve bizlerin çok uzun süren yorucu çabalarımız sonrasında kısıtlı bir destek ile bu projelerden sadece birine destek alabildik, diğer projeler için hala destek arayışı devam ediyor.
TÜBİTAK projesi olan bu çalışmayı büyük bir istek ve özveri ile 3 yıldan fazla bir süredir yürüttüğüm sırada, Üniversitesi Rektörlüğümün davaya konu olan imza nedeniyle yürüttüğü soruşturmayı hukuksuz bir şekilde tarafıma soruşturma sonucu hakkında bilgilendirme bile yapma sonuca itiraz ve savunma hakkı bile vermeden YÖK'e göndermesi sonrasında KHK ile işimden uzaklaştırıldım. Ayrıca hemen TÜBİTAK fikri haklarımı da yok sayarak projeden çıkışımı yaptı.
Yıllarca çok severek ve hakkını vererek yaptığım işimden, farklı görüşlerden, farlı kültürlerden birçok öğrencimin birbirleriyle konuşup tartışabildikleri, barışın bu gibi ortamlarda yeşerip emin adımlarla topluma yayılacağı bilinciyle dersler yürüttüğüm fakültemden ve öğrencilerimden uzaklaştırıldım, araştırmalarımı yürüttüğüm fakültedeki laboratuvarıma girmeme dahi izin verilmedi.
Dahası var, bu süreçte yurtdışındaki disiplinler arası önemli bir projede uzmanlık alanımla ilgili katkı vermek üzere kabul edildim ama adımın KHK listesinde yer alması nedeniyle pasaportumu kullanmama izin verilmediği için bu çalışmaya katılamadım. Yani bilimsel üretim yapmam ve bu yolla topluma hizmet etmem engellendi, engellenmeye de devam ediliyor.
Kendi tecrübelerimi paylaştığım yukarıdaki örneği, imzacı olmaları nedeniyle KHK'lı olan ve üniversitelerinden, laboratuvarlarından, öğrencilerinden uzaklaştırılan ulusal ve uluslararası önemli çalışmaları bulunan birçok değerli bilim insanı için de çoğaltmak mümkün ve bu nedenle aslında bu cezaların topluma verildiği de bir gerçek.
Barış bildirisi olarak da anılan imza metnine onay verme nedenime geri dönecek olursam, yukarıda bahsettiğim çalışmalara devam ederken imza metnine konu olan olayların haberlerini, bu haberlerde, çatışmaların arasında yaşam mücadelesi veren, ölen insanların, çocukların, savunmasız insanların fotoğrafların, gördüm insanlığımdan utandım.
Bu çocukların, bu insanların suçu o bölgede doğmuş olmaları mıydı? Bu nedenle ölmeyi hak ediyorlar mıydı, kafamı çevirip ben şanslıyım neyse ki orada yaşamıyorum mu demeliydim, ne yapmalıydım?
Laboratuvarımda hasta çocuklara umut olmak için çalışırken çatışma ortamındaki çocukların ölümünü görmezden mi gelmeliydim, günlerce bu düşünceler aklımdan çıkmadı.
Ayrıca ben bir anneyim iki kızım var ilerde “anne tüm bunlar yaşanırken sen ne yaptın” diye sorarlarsa yüzlerine nasıl bakacaktım. Elbette duyarlı olmak için insan olmak yeterlidir. Ama ayrıca bir anne olarak, 10 yaşındaki Cemile’nin annesinin “Kollarımda can verdi. O gece kızımın cesedini koynuma alarak uyudum. Sabah saçlarına ve ellerine kına yaktım. Sonra onu yıkayıp kefenledik. Cesedi bozulmasın diye derin dondurucuya koyduk. Üç gün boyunca kızımın cesedini buzlukta beklettik” sözleri bana korkunç bir acı, dehşet ve öfke karışımı tarifi zor duygular hissettirdi.
Günlerce bu görüntü gözümün önünden gitmedi, gece rüyalarıma girdi. Nasıl olabilirdi, bir anneye bu acı nasıl yaşatılabilirdi aklım almıyor, bir türlü sakinleşemiyordum. Benzer haberler okumamak ve bir an önce bir şeylerin yapılmasını umut ediyordum.
İşte o günlerde sosyal medyada gördüğüm bu metne bir anne sorumluğuyla, daha önce bugünkü iktidar tarafından başlatılan barış sürecine geri dönülmesine ve daha fazla insanın ölmesinin engellenebilmesine küçük de olsa bir katkım olabilir düşüncesiyle onay verdim.
İmza metnine konu olan olayla bu mahkemede de birçok kez dile getirildi. O dönemde yaşanan olaylarla ilgili Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, insan hakları vakıf ve dernekleri gibi kuruluşlar tarafından yayımlanan raporlar ciddi insan hakları ihlallerinin olduğunu göstermektedir. Olayların üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen bu raporların yanlış olduğunu ortaya koyan herhangi bir karşı rapor da yayımlanmamıştır.
Beyanımı sonlandırırken tekrar vurgu yapmak istiyorum ki bu metinde onay verdiğim şey barış çağrısı ve daha fazla insanın ölmesine engel olunması talebidir.
Bu metne verdiğim onay ile muhatabım olan, vatandaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti Devletinden, benim gibi bu devletin vatandaşı olan, taraf olmaya zorlanan, çatışmaların ortasında yaşam mücadelesi veren savunmasız insanların yaşam hakkını korumasını talep ettim.
Bu metne ilk imzayı veren 1128 kişi ayrı ayrı bir metin yazmaya kalksa ortaya 1128 metin çıkabilir ve işte tam da bu nedenle ortak bir metinde metnin her cümlesine katılmanız mümkün olmayabilir, zorunlu da değildir.
Ben de yukarıda bahsettiğim nedenlerle bu metne barışın sağlanması ve insanların yaşam haklarının korunması taleplerim nedeniyle onay verdim.
Metinde terör propagandası yapan ve terör örgütünü övme ile ilgili herhangi bir cümle olmamasına rağmen yukarıda bahsi geçen taleplerimin nasıl olup da terör örgütü propagandası yapmakla ilişkilendirilebildiğini anlayamıyorum. İnsanın yaşama hakkını gözetmeyen, şiddet içeren hiçbir eyleme yaşamım boyunca destek vermedim, bu tür eylemlerin her zaman karşısında oldum.
Genelde Dünya'nın, özelde de bu toprakların, üstünde yaşayan her ırktan, her kültürden insan ve hatta her çeşit canlı için yaşanabilir, güvenli bir yer olmasının hepimizin derdi olması gerektiğini ve toplumsal sorunların çözümünde barışın en iyi ve hatta tek yol olduğunu düşünüyorum.
Ülkemde yaşanan toplumsal bir sorun ile ilgili anayasal hakkım olan fikir ve ifade özgürlüğü hakkımı kullandım bu nedenle beraatımı talep ediyorum. (FA/TP)