Kasım 2016’dan bu yana Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, bianet’in sorularını mektupla yanıtladı.
Yüksekdağ, içeriden baktığı Türkiye tablosunda bir yandan “hapishanelerdeki kitlesel insani ve siyasi kriz”e, diğer yandan ülkenin geneline yayılan “hapis edilme” rejimine dikkat çekiyor.
Siyasetçi Yüksekdağ, “çözüm süreci” tartışmalarını CHP’ye yönelik operasyonlarla eşzamanlı ilerleyen bir ‘kilitleme’ siyaseti üzerinden okuyor: İktidarın barış dili kurarken ana muhalefete dönük hamlelerle demokratik zemini tıkadığını söylüyor.
Buradan hareketle çözümü, Kürt sorununa dair adımları genel demokratik dönüşüm taleplerinden ayırmadan, tüm toplumsal muhalefetin ortak sahiplenişiyle ilerletmekte görüyor. Yani barışı bir “tek başlık” değil, genel demokratikleşmenin omurgası sayıyor.
Mücadeleye dair ise Yüksekdağ, tecrit koşullarında “üretken kalma” ısrarını kadın dayanışması ve “kolektif kimliğin korunması”yla ilişkilendiriyor. Sosyalist hareketin tıkanıklığını aşmak için de üç ayak öneriyor: Emek, özgürlük ve kadın.
Ayrıca Yüksekdağ, erkek şiddetine karşı birleşik, kararlı bir kadın hareketinin inşasını “en kritik eşik” olarak işaret ediyor.
“Hapishanelerde kitlesel bir siyasi kriz yaşanıyor”
Kandıra F Tipi Cezaevi’nde geçen dokuz yılınızı, özellikle tecrit koşullarını ve bu süreçte ayakta kalma motivasyonunuzu nasıl anlatırsınız?
Hapiste geçen yaklaşık 9 yıl özellikle hareketin dışında olduğum için ve tecrit koşulları nedeniyle zorlu geçti elbette.
Bu zamanın yaklaşık 3 yılını pandemi nedeniyle daha da yoğunlaştırılmış tecrit altında geçirdik. Yıllardır hapishanelerdeki nüfusun 400–500 bin civarının altına düşmediğini dikkate alırsak sadece bireysel değil kitlesel bir insani ve siyasi bir kriz yaşanıyor aslında.
Hapisteki yıllarımı verimli ve üretken geçirmeye çalıştım. Bunun için en önemli motivasyon halklarımıza, kadınların politik ve manevi beklentilerine cevap olabilmekti.
Üstümüze demir kapıları kilitleyerek her şeyden önce kolektif kimliğimizi, sorumluluk duygumuzu, birbirimize güç verme çabamızı hapsetmeye çalışıyorlar. Buna izin vermemek için ana motivasyonum amacına ve zulümle, tecrit duvarlarıyla gölgelenen hayatların anlamına yoğunlaşmam gerekiyordu.
Ben de hayattaki duruşum ve bunun anlamını olabildiği kadar güçlendirmeye, koşullara direnerek kendimi yenilemeye çalıştım. Zira bunu gerçekleştirebilmek için en sağlam temel sahibim; haklılık ve kendi hakikatime güven…
“En ciddi sorun hasta tutsaklar”
Bugün Türkiye’de hapishane rejimini ve bunun toplumla kurduğu ilişkiyi nasıl görüyorsunuz özellikle kadın mahpusların durumuna dair gözlemleriniz neler?
Maalesef Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu tarihte sanırım ilk kez bu dönemde hapishane koşulları hakkında bu kadar bilgi sahibi oldu. 10 yıl önce muhalif siyasetçilerin, gazetecilerin, aktivistlerin ve sosyalistlerin bildiği ve bilmesinin de normal olduğu yerlerdi hapishaneler.
Son yıllarda siyasal iktidar alanının dışında kalan herkesin yolu cezaevinden geçiyor. Aynı zamanda sürekli bir tehdit olarak toplumun bütün kesimleri hapsedilme tehdidi bir gölge gibi takip ediyor.
Artık “ne kadar özgürüz?” metaforları ve felsefi sorgulamalarının çok ötesinde, dışarıdaki çağ insanının mevcutlu ya da potansiyel tutsak olduğu bir sistem hâline geldi.
Hapishanelerden ev hapsine, adli kontrol uygulamalarına kadar çok geniş bir tutsaklık atmosferi yaratıldı. Hâl böyle olunca hapishanelerden konuşurken bütün ülkenin hapishaneye çevrildiği gerçeğiaçığa çıkıyor. Hâlihazırda cezaevlerindeki en ciddi sorun hasta tutsaklardı.
O kadar ciddi ve insanî dramlar yaşanıyor ki, her güne yayılmış tecrit ve kötü muamele uygulamalarını bile, sorunlar dile getirilirken geri planda tutuyor.
Ama yaşanan bütün hak ihlallerinin, tecrit, tahliye haklarının gasp edilmesi, sürgünler, disiplin cezaları adı altında zaten hapsedilme eziyetine maruz kalan siyasî tutsaklara dönük ekstra eziyet ve baskı uygulamalarının basın ve kamuoyunun gündeminde, izleğinde olması çok önemli.
“Çocuklu kadınlar tahliye edilirken siyasi mahpuslar bunun dışında bırakıldı”
Kadınlar açısından cezaevi koşullarına bakacak olursak ne söylersiniz?
Kadınlar açısından cezaevi şartları elbette çok daha ağır. Kadınlar toplumda olduğu gibi hapishanelerde de en dezavantajlı kitle.
Bir anlamda kadının biyolojik özgünlüklerini düşünürseniz bile bu böyle. Birçok siyasî kadın tutsak zorunlu jinekolojik muayene ve tedavi olanağından bazen hasta hastane odasından çıkarılmadığı ya da kelepçeli açmadığı, bazen de tabut tipi ringlere binmeye zorlandıkları için mahrum bırakılıyor.
Birçok kadının menopoz sürecini çok ağır ve bunun yol açtığı ciddi hastalıklar eşliğinde yaşamak zorunda kalıyor. Bunlar çok konuşulan şeyler değil ama kadınlar açısından gerçek ve sadece kadın olmaktan kaynaklı sorunlar.
Mevcut infaz uygulamaları bu gerçekle ilgilenmiyor tabii ki. Kadın dâhil infaz sisteminin alanına giren herkes bir ceza nesnesine, mahkûmiyeti zorlaştıran bir varlığa dönüşüyor.
Çocuklarıyla birlikte hapiste olan ve küçük yaşta çocukları dışarıda olan kadınlar açısından tutsaklığın manevî yüzü çok daha katlanıyor.
Kamuoyuna ne kadar yansıdığı bilinmiyorum ama son yıllarda çocuklu kadınlarla ilgili en az bir kez infaz yasasında iyileştirici düzenlemeler yapılıp epeyce kadının tahliye edilmesine rağmen TMK kapsamında mahkûm edilen siyasî kadınlar bunun dışında tutuldu.
Anneler de çocuklar da ayrılan, bilhassa çocuklara yaklaşım da bütün vicdan sınırlarını çiğneyen bu zihniyeti tarih ve toplum vicdanı nezdinde mahkûm edeceğimiz günler de gelecek elbet.
“Değişim hakikatini tasfiye edip teslim alamadılar”
Kobani Davası’na bugünden bakınca, davanın anlamı ve sizin açınızdan hedefi neydi sizce?
Kobane Davasının içeriği hakkında fazla şey söyleyip tekrara düşmek istemiyorum. Gelinen aşamada önemli olan, bizlere yıllar boyunca atılan katillik, kan, şiddet iftiralarının çökmüş olmasıdır. Aslında dava hukuki cezası boyutuyla zaten defalarca çökmüştü.
Ama yargı ajandası ve görevi siyasî olunca, zorlayan ve birden çok tutuklama kararıyla bugüne kadar getirdiler.
Davanın ve 9 yılı bulan hapsiliğimin hedefi HDP ve Kürt halkı mücadelesinin yeşerttiği yeni yaşam ve yeni bir politik alternatif umudunu ve özgüvenini kırmaktı.
Hedeflerine ulaştılar mı? Türkiye’nin ve bölgenin politik gerçeğine çıplak gözle bakan çoğu insan, bu sorunun cevabının “hayır” olduğunu bilir. HDP başarısının bedelini ödetme ve siyasî intikam ısrarıyla çok şey yaptılar belki. Ama hedeflerine ulaşmayı ve demokratik siyasetin yarattığı umut, özgüven, değişim hakikatini tasfiye edip teslim alamadılar.
“Görüşçülerim ve avukatlarımın dörtte üçü kadın”
Gündelik rutininizde sizi ayakta tutan okumalar, ilişkiler ve özellikle kadın dayanışması neleri değiştirdi?
Hiçbirini şu an birbirinden ayıramam sanırım. İnsan son durumda güce, dirence çok ihtiyaç duyduğu bazı zaman ve mekânlarda her insan temasının, kitabın, yazının suyunu sıkıp çıkarıyor. Ama hapishane yaşamında da kadınların yeri ayrı.
Görüşçülerim ve avukatlarımın dörtte üçü kadın. Dava sürecinde de kadın avukatlarla çalıştım ve çok güzel bir kadın yoldaşlığı, paylaşımı ve enerjiyi birlikte ortaya çıkardık.
Görüşüme gelen arkadaşlarım ve yoldaşlarımdan da öyle; siyasî ve çalışma arkadaşlığının ötesinde bir kadın sosyalitesi kurdum burada. Görün birinde dışarı çıksam erkeklerle sosyal iletişim kurmakta zorlanırım galiba diye düşünüyorum bazen.
Son günlerde felsefe okuyorum. Arada yatmadan önce fantastik polisiye okumaya sardım. Eğlence için okurken biraz kafayı dinlemek için şiire ya da hayal gücü de iyi gidiyor.
Sizi orada bu kadar güçlü kılan değerleriniz neler?
Her insanı var eden koşullar ve bunun içerisinde de kendini oluşturma bilinci, tavrı, kişilik özelliklerinin de belirleyici. Hayatını mücadele ile biçimlendiren, maneviyatı ve bilinci bu mücadele içerisinde gelişen bir kadın olarak bu tavrı sahiplenmemek mümkün değil zaten.
Bazı zorunlulukların gönüllü kavranışı, bu kavrayışa uygun kişilik özelliklerinin öne çıkarabiliyor.
Evet, inat ve direnç, çıtam ortalamanın biraz üstündedir. Büyük olmasa da davasına ve zorlu bir siyasî cangılın içinde yolunu bulmanın, ayakta kalmanın mümkün olmadığı. Hapishane koşullarında da bu çıtayı daha da yükseltmek zorundasın.
İstekli, gönüllü olarak üstlendiğim sorumluluklar ve gittikçe daha çok ışığı söndürülen hayatın, toplumsallığın, canlı enerjimizin, umut ve iyimserliğimizin yeniden üretme ihtiyacı bunu gerektiriyor.
Dilerim, bugün öne çıkan özgüvenimi ve keskin irade gücümü zorunlu kılan bu siyasal atmosfer değişir; benim de dahil olduğum hepimizin içindeki neşeli, yaratıcı, yazmayı seven ve hayatı tutkuyla büyüleyen yönler yeniden görünür hale gelir.
“Sosyalizm eskisinden daha önemli ihtiyaç haline geldi”
Türkiye’de emek sömürüsü, ekolojik yıkım ve baskı rejimi bağlamında sosyalist hareketin bugünü ve ihtiyacı nedir?
Sosyalist hareket bugün, varlığı ve gelişimi çok hayati bir ihtiyaç olmasına rağmen bir tıkanma sancısı yaşıyor. Emek güçlerinin maruz kaldığı sömürü, güvencesizlik had safhada. İşsizlik ve kadın emeğinin yoğun sömürüsü evlerinden bütün formel sektörlere kadar eşitsizlik ve neoliberal ekonomi politikalarına maruz bırakılmak gitgide tırmanan bir sorun.
Bunlara doğanın yıkımı, insanın ve bütün canlı türlerinin yaşam damarlarının kesilmesi eşlik ediyor.
Topluma neredeyse hiçbir politik özgürlük alanı tanınmaması, adaletsizliğin kitleleri boğan bir ele dönüşmesi ekonomik ve siyasal krizin eşiğindeki olarak halklara dayatıyor şiddeti, baskıyı ve bütün zor aygıtlarıyla bütün toplum sadece başını sokacak bir çatı, açlıktan ölmeyecek dar aile ve güç bela bulundukları iş ortamlarında varlıklarını sürdürecek kadar para kazanmak için çalışıyor.
Sosyalizmin düşüncesinin en önemli çıkış noktalarından ve mücadele gerçeklerinden biri, insanın kendine, topluma ve doğaya yabancılaşmaması da bu durumdan derin ve trajik haliyle yaşanıyor.
Türkiye emekçi solu ve sosyalistlerin içinde bulunduğu tıkanıklığın temel sebebi, varoluş bunalımı içerisindeki halklarla birlikte güçlü bir kitle hareketini ortaya çıkaramıyor oluşu.
Sömürücü sınıfların kazandığı kapsam, kapitalist sermaye mevcut yol ve yöntemleri yetersiz bırakıyor.
Ben sosyalizmin fikri ve prestijinin geçerliliğinden bir şey kaybetmediğini, aksine dünyanın ve insanlığın sürüklendiği sömürü ve yıkım çıkmazından çıkış için eskisinden daha önemli bir ihtiyaç haline geldiğini düşünüyorum.
Sosyalizmin programını dayandığı felsefe itibariyle yapısal olarak yenilenme, eskinin yıkma kararlılığı kadar yeniyi kurma dinamiklerinin de içinde barındırır.
Tabii bu dinamikler her zaman ve her durumda sosyalist özneler tarafından yeterince kullanılmıyor.
İşin bize bakan sorumlu tarafı budur.
Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye solunun birleşik bir hatta buluşması bugün neden kritik?
Elbette vahşi kapitalizme alternatif bir sistem önermesi ve deneyimi olacak sosyalist güçlerin Türkiye-Kürdistan ve dünyada maruz kaldığı keşif kuşatması ve ağır saldırılar ilerlemenin önündeki ciddi sorun ve bariyerlerdir. Ama dalgalara karşı yüzmeyi peşinen kabul etmiş bir fikir ve hareketseniz bu sorun ve bariyerleri temel alamazsınız.
Bugün Türkiye solu, emek ve özgürlük eksenli program ve mücadelesini sürdürürken kadın özgürlüğü programında bu eksene daha sağlam bir temelde yerleştirmek zorunda.
Sürekli kılmak durumundadır.
Emek, özgürlük ve kadın ekseni 21. yüzyıl sosyalizminin temelden çatıyı ana karakterini oluşturur.
Bunun programında ve mücadelelerinde karakterize edemeyenler sosyalizmin iddiasından altını dolduramazlar ve yeniden kurucu misyonlarını yerine getiremezler bence.
Diğer yandan sosyalist hareketin, Türkiye emekçi solunun Kürt Özgürlük Hareketi karşısındaki görevleri de önemlidir.
Doğru bir yol ayrımında bahsedilecekse, Kürt halkının yarım yüzyılı bulan acılarını, yaşadığı ağır kayıpları ve gerçek bir kader ve mücadele birliği kurma ihtiyacını gören bir yerden bu tanım yapılabilir.
Türkiye ve bölgede yaşayan halkları çember içine alan savaş ve emperyalist, siyonist saldırılar karşısında Kürt halk hareketinin biriktirdiği demokratik, özgürlük, adalet mücadelesi deneyimleriyle
Türkiye halklarının ve sosyalistlerin mücadele deneyimlerinin, ortak taleplerin birleştirilebileceği ve daha güçlü bir birleşik hareketle kazanmanın mümkün olduğu zamandayız.
Türkiye sosyalist hareketlerinin bu görevi ve fırsatı doğru biçimde algılaması, pratik kabiliyetleriyle güçlü birleşik hareket için yol açması çok önemli bir ihtiyaçtır.
Kadın öncülüğünün görünürlüğü ve politik etkisi için bugün hangi eşiği aşmak gerekiyor?
Kadınların politik öncülüğünün görünürlüğü konusunda onca mücadeleye ve kadın hareketinin birikimine rağmen hâlâ ciddi sıkıntılar var.
Bunun sisteme yerleştirdiği eril algı ve algı yönetiminin payı çok büyük.
Kadınlar emek ve mücadelelerin toplumda ve politikada gerçek karşılığını bulması için hâlâ iki, üç kat daha fazla çalışıyor; görmezden gelme ve set çekme tutumlarıyla boğuşuyor.
Bir politik güç olarak kadın hareketi son 10 yıllık eril faşist baskılar, yasaklar karşısında sağlam bir duruş sergiledi.
Bu genel politik harekette gözlenen geri çekilme, kısırlık ve hareketsizlik durumu karşısında, kadın hareketi açısından bir nefes borusu oldu. Bu politik öncü tutumun geliştirilerek sürdürülmesine bugün daha fazla ihtiyacı var.
Çünkü yine kadından başlayacak bütün bir toplum hapsedilme ve boyun eğdirilme, insansızlaştırma ve politik iradesizlikle çökertilme programı devreye konuldu.
Kadınlar bir yandan cins kırımına kadar varan baskılarla yaşamdan koparılıp canlı bir şiddet döngüsüne kurban edilirken, bir yandan da duyguları, güldürmeleri, iradeleri yok sayılarak bir vicdan ve bakım kölesi olmaya zorlanıyor. Bu çok ağır bir varlık yokluk dayatması aslında. Bazen sinsice bazen hunharca uygulanmakta olan bir yok etme planı.
Kadın öncülüğü her şeyden önce varoluşsal gücünü ayağa dikerek ve yok eden saldırılar karşısında somut başarılar kaydederek daha görünür olabilir.
Şiddete ve kadın cinayetlerine karşı kadının iradesini ve durumunu değiştirecek kadar güçlü bir birleşik ve kararlı bir hareketin örgütlenmesi önümüzde en kritik eşiktir.
“CHP’ye yönelik operasyonlar demokratik zemini kilitliyor”
Baskı-dönüşüm diyalektiğinde Türkiye siyaseti; CHP’ye dönük operasyonlar ve “çözüm süreci” tartışmaları ışığında bugünün resmi nedir?
Baskıların yoğunlaştığı her dönem aslında dönüşüm gerçeğini içinde taşır.
Baskıdan yoğrulmamış da baskı ve zor aygıtlarının ehlileştirdiği toplumlar açısından bir dönüşüm mümkün değildir.
Hakim güçlerin karşısında güçlü bir direniş ve tersine dönüşüm baskısı oluşturulamazsa kendilerini bildikleri yol ve zihniyetle dönüştürmeye, daha beter olmaya devam ederler.
Toplumun insani, demokratik, özgürlükçü gelişmesine hizmet eden dönüşüm ne yazık ki son yıllarda gerçek bağlamından koparıldı.
Ama bunca çöküşe ve ezen hegemonya baskısına rağmen, özgürlükçülüğün karşısında gerçekleşecek dönüşüm asıl tarihsel ve toplumsal ilerlemenin tekabül eder. Bugün Türkiye ve bölgeye baktığımızda sayısız kaos ve zorluk içerisinde egemen sistemler kadar halk dinamiklerine dönüştüğünü yeni dönüşüm fırsatlarının doğduğunu görüyoruz.
Baskı ve savaş silsilesi bitmişse, yeniden direnmeyi, yayılmayı ve hizmeti mümkün kılacak ilerleme çizgisine süreç geçmiştir. Bu, Suriye’den Irak’a kadar uzanan bir halklar demokratik dönüşümünün varlığı ve potansiyelidir aynı zamanda.
İç siyaset açısından çelişkili; bir yandan Kürt sorununda çözüm süreci başlatılırken diğer yandan CHP’ye yönelik operasyonlarla demokratik zemini kilitleyen bir tutum hâkim.
Siyasal iktidar ikbal hesaplarını her şeyin önüne koymuş durumda ve kilitlemeyi, süreci kendi anahtarınaa sahip değil, gözüküyor.
Halkın sokak ve toplumsal mücadele dinamiklerinin bastırılmaya devam ederken bir yandan da dağıtmayı hedefleyen bu yönelim, muhalefet açısından bir hattan ilerlese 23 yıllık statükoyu değiştirecek bir zeminde yanıtlanabilir.
Bunun için mevcut Kürt sorununa çözüm süreciyle genel demokratik dönüşüm taleplerini karşı karşıya koymadan, birbirinden ayırmadan, bütün toplumsal sol muhalefetçe sahiplenilmesi gerekiyor.
Çözüm sürecinin (2013–2015) deneyiminden bugüne; eksikler, imkânlar neler sizce?
Sayın Öcalan’ın barış ve demokratik toplum görüşüyle bu sürece giriş yapıldı.
Sorunun ve sürecin onurlu muhataplardan tarafına iradesi devreye girdiği için daha umutlu ve iyimser bakılabilir. Kürt hareketi ve önderliği büyük risk ve sorumluluk üstlenerek kolaylaştırıcı pek çok aracı adımlar attı. Silah bırakma ve ateşkes gibi radikal kararlar uygulamada gösterildi.
Kendine güvenen ve kararlı davranan bir çizgi, o vakit itibarıyla Kürt tarafıdır.
Her şeyden önemlisi Kürt politik hareketi bütün Türkiye, bölge ve dünya halklarına savaş isteyen, çatışmadan ısrarlı olan tarafın kendisi olmadığını net ve güçlü şekilde beyan etmiştir.
Neredeyse yarım yüzyıldır Türkiye halklarının barış, adalet, refah ve özgürlük umutlarını esir alan sömürgeci, şovenist belasının, savaş, bölünme ve güçten düşürme halkına açılması bakımından çok önemli bir zaman dilimiydi.
Siyasal iktidarın yavaş ve yetersiz adımlarına, çözüm iradesindeki düşüklüğe rağmen toplumdaki mücadele güçlenmiş, sol sosyalist ve kadın hareketlerinin sorumluluk çıtalarını yükseltmeleri gereken bir zamandı bu. Süreci yavaş ya da hızlı olduracak inisiyatif, bu güç ve hareketlerin dinamizmiyle geliştirilebilir.
2013–2015 arası sürecin en önemli eksikliği toplumsal katılım kanallarının yeterli kurulamamış olmasıydı.
Siyasal iktidar zaten sürece araçsal yaklaşıyordu ve bir dizi provokasyon ve yön veremediği aktif bir zeminde iş başındaydı.
Bizler Türkiye makro siyasetinden Rojava’ya kadar elde edilen politik başarılara rağmen, sürecin demokratik muhtevayla doğallaşmasını, tabana yayılmasını, yerel demokrasiye dayalı hareketi ve örgütlenme biçimlerini geliştirmede yetersiz kaldık.
Bugün her şeyden önce bu açığın kapatılması, zayıf yanımızın telafi edilmesi gerekiyor.
Mecliste bir komisyon kuruldu; ancak dine göre ileri bir adım olmakla birlikte yeterli değildi.
Toplumsal katılımı yine temsiliyet alanlarında sınırlayan bir tekrara düşülüyordu.
Hâlihazırda siyasal iktidarın aşılması gereken yanılgılara gelip dayanan sürece, ilerleme için bu eşiğin aşılması gerekiyor.
Ama demokratik siyaset beklemeden bir pozisyona olamaz elbette…Sürecin demokratik ihtiyaçlarını kitlesel talebe ve harekete dönüştürecek pozitif baskı oluşturmak önemlidir.
Aynı zamanda barış ve demokratik toplum paradigmasına bir halklar örgütlülüğü gücüne kavuşturmak için yeniden daha güçlü bir düzeye ihtiyaç var.
Hedef halkların eşit, demokratik birliğine dayanan demokratik cumhuriyettir. Bu ilkesel çizgi, meselelerin bütün emek, özgürlük, adalet taleplerinin ve mücadelesinin kapsayıcı çerçevesi ya da çatısıdır; dinamik bir hareket ve değişim hattının yarattığı ölçüde anlamlıdır elbette.
Kadın dayanışması sizin için nasıl bir kaynak, bugün kişisel ve politik ufkunuza ne söylüyor?
Baştan da belirttim ama sorunuza binaen daha geniş kapsamda altını çizmek isterim ki, kadınların ruhunu, varlığını hissetmek bütün yaşam hikayem ve ama özellikle de hapishanede en ana motivasyon kaynağım oldu.
Çünkü kadınların dayanışmasında derin bir bağlılık, samimiyet ve birbirini tarafından anlaşılmış olma duygusunu buluyorum.
Dayanışma ve vefanın en aktif ve derin biçimini aynı zamanda kadınların ve birbirinin asla kaybetmemekti. Biz aktif siyaset içerisinde ki, ezilen cins adına da cebelleşen kadınlar o kadar yok etmeye çalışıyorlarken, varlığımızı kadınların varlığında yeniden bulmak, vücudu buzulda çölde su bulmak gibi. Bütün kız kardeşlerime, yoldaşlarıma güçlü varlığınız ve birlikte varız diyorum.
Cezaevinden çıktığınızda mücadelede nerede duracaksınız?
Bu soruya somut bir yanıt vermem zor. Yine de siyasî mücadelenin içerisinde olacağım kesin.
Ama bizim gibi siyasetçilerin yaşamında, yani nerede olacağı konusunun bireysel tercihlerden çok toplumsal, kolektif talepler belirliyor. Yakıcı ihtiyaçlar, acil durum gerçekleri bizi çekiyor.
Yani fazla geleceği plan yapamıyorum ben de.
Kadın alanında yarım bıraktığım çok şey var; onları tamamlamayı ve kendimi her zamanki gibi akışa bırakmayı öngörebilirim sadece.
Tutukluluk, sorumluluk duygunuz ve siyasal aidiyetiniz arasındaki ilişkiyi nasıl yaşıyorsunuz?
Sorumluluk duygusu ve beklentilerin ağırlığı öyle kolay bırakılabilen bir şey değil. Bir de biz real politikacı değiliz; bir halk ve hareket politikasından doğduk, geliştik.
Bizi seçen ve görev verenlerle birlikte büyük yangınların içinden geçtik, büyük acıların, bedellerin ve direnişlerin sorumluluğunu yüklendik, taşıdık. Bu, tanımlanması zor ama çok güçlü bir manevi bağ ve özdeşlik kuruyor aramızda.
Dolayısıyla hapiste ve nesnel olarak aktif siyasetin dışında olmak, sorumluluk duygusunu, pratiğini ortadan kaldırmıyor.
Yaklaşık 9 yıldır bu sorumluluk duygusuyla nesnel sınırları aşmaya, halklarımızın ve kadınların mücadelesine katkı sunmaya çalıştım. Bugüne sürecin özgün gereklerine cevap olamıyor adımları deneyimlerinin barış ve demokratik toplum hareketinin ihtiyaçlarına vakfetmeye çalışıyorum.
Aksini düşünmek galiba tabiatımıza aykırı.
Hapishanenin içine çeken yalnızlığına rağmen, dışarıdaki hareketle zihinsel ve duygusal temasınızı her gün nasıl yeniden kuruyorsunuz?
Tabii, öncelikle içeride olamamak bir eksiklik duygusu hissettiriyor. Heyecanlandırıyor aynı zamanda.
Eksik bir heyecan ama her anın gelişmekte olanı.
Bir adımda aklını sürdüğünü görmek hapiste olana tutunabileceği en güzel duygu. Burada bol bol eksikliklerinin kritiğini yapıyoruz; iyi olan yolları biraz taraflı davranıp topluyoruz. Bu bize de iyi geliyor haliyle.
Hapishane insanı kendi içine çeker; buna direnmek şart. Duygu, düşünce olarak nesnel sınırlarda olmasına rağmen dışarıda, hareketin içinde olmak bir tercih ve irade meselesi.
Nasıl yaşarsan öyle düşünürsün lafı doğrudur ama nasıl hisseder ve düşünürsen öyle yaşar, öyle yaşarsın lafı da doğrudur. Eksik hissediyorum ama hareketin içinde de hissediyorum yani.
Son olarak mücadeleye katılmak isteyen gençlere ne söylemek istersiniz?
Umut ve gelecek onlarda. Ben söylesem de söylemesem de bu hayatın ve yeni çağın hakikatidir.
Sadece bunu unutmamaları ve asla vazgeçmemeleri yeter.

Figen Yüksekdağ kimdir?
(EMK)







