Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Maraş’ta 6 Şubat’ta meydana gelen ve en az 11 kentte yıkıma neden olan depremlere dair bir yazı kaleme aldı.
Yüksekdağ'ın Yeni Yaşam gazetesinde “Depreme dayanıksız devlet” başlığı ile yayınlanan yazısı özetle şöyle:
Soma, Amasra, Ermenek...
“Yüreğimizi yarıp geçen depremim ardından hala can topluyoruz. Tek bir canlı sesine kulak kesilmiş o tarifsiz bekleyişin acısını duyuyoruz.
"Uykuların, yemelerin, içmelerin, gülmelerin ve evet yaşamaların haram olduğu günler geçirdik. Henüz hiçbir şeyin bitmediğini de biliyoruz. Bu deprem kolay dinmez. Yıktığıyla geçip gitmez. Yaşama, topluma, ekonomiye, siyasete, doğaya, sosyolojiye, tarihe dair milat arıyor, soruyorsanız, depremden, o büyük felaketten başkası değildir.
"Milat dediğimiz, tarihle ve toplumun bir durumdan diğerine geçişiyle ilgilidir. Toplumsal algı ve hareket her zaman onu çevreleyen, var eden koşullar temelden sarsılıp değiştiğinde bilinçli insan topluluklarının da değişimi kaçınılmazdır.
"Hayatın, toplumsal maddi koşulların ve durmaksızın devinen doğanın hareketine yetişemeyen insan bilinçli mahlukat olarak bu hareket karşısında hiçbir ayrıcalığa sahip değildir. Kıvranır, yozlaşır, çürür, silinir. Yok olan kaç uygarlık vardır böyle ve başlayan…
"Saray iktidarının hangi noktaya geldiği ve her ömür uzatma hamlesinin toplumun ömrünü tükettiği gerçeğiyle çok acı bir çarpışma yaşandı. Yıllardır her afette “takdiri ilahi”, “mukadderat” diyenlerin son açıklaması da “kader planıydı”. Bunu halk güvenliği ve sağlığı için insan odaklı tek etkili planı olmayanlar söyledi.
"Yaşamın bütün kritik alanlarını kâr, piyasa, yolsuzluk, çeteleşme tezgahına bağlayanlar söyledi. Kendi tercihleri olan plansızlığı “kader planı” söylemiyle mazur göstermeye çalışıyorlar yine. Bu söylemler basit geçiştirmeler değildir. İktidarın sistem ve yönetim anlayışını yansıtır. Onlara göre afetten, kırandan, felaketten başını kaldırmayan bir ülke haline gelmek büyük bir sorun değil. Aksine kadere boyun eğen, afetten sağ çıkma ihtimali için mücadele etmeyen “milleti” yönetmekten kolaydır. Sistemlerini karakterize eden bu zihniyettir.
"Türkiye’de Afet ve Acil Durum Yönetimi’ne bütçeden 8 küsur milyar ayrılırken, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bunun 5 katı ödenek verilmesi üzerinde çok ciddi durulması gereken bir konudur. Devlet mekanizması Erdoğan’ın deyimiyle “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmeyi, kültürel hegemonyayı, tarikatlardan kendine asker devşirmeyi, dini siyaset ve örgütlenme aracı olarak kurumsallaştırmayı her şeyin önüne koyuyor.
"Böyle bir devletin can kurtarma ve yaşatma öncelikli davranması mümkün mü? Üstelik berbat ötesi pandemi yönetiminin, haftalarca söndürülemeyen orman yangınlarının, Soma’nın, Ermenek’in, Amasra’nın, yüzlerce iş cinayetinin ve sistem kaynaklı sayısız ölümün hesabını vermemişken… Öyle ki Türkiye can kayıplarının sıradanlaştığı, korkunç biçimde kanıksandığı ve unutulduğu bir ülke haline geldi. Hesabı sorulmayan her büyük acı unutulur çünkü, geriye her yıkımın, ölüme yazgının, yokluğun derin fay hatları üzerinde beklemek kalır.
"Sistem ölümü kabullendirmeyi, yaptığı devasa yatırımla pasifize olmayı, canı çekilme halini örgütlüyor. Yaşatma ve yaşam kurtarma örgütlenmesinin ne halde olduğunu herkes gördü. Bu utanç verici yetmezliğin tek sebebi devletin kendi iktidarına, itibarına, şeylüislamlığına, çürük beton şirketlerine, rüşvet, yolsuzluk çarklarına ve 21 yıllık kuralsız sömürünün eseri açık-gizli sermaye birikimine, halkların canından çok değer vermesidir. “Güçlü devlet” zırhı sadece bunları korumak içindir...."
TIKLAYIN – Yazının tamamını okuyun
(EMK)