Kadınlar birbirlerini ilk beş dakikada tanırlar. Erkeklerin “kadınları anlamak imkansız” dedikleri her ne ise, işte o bilinmezlik iki kadının arasında en bilinir şeyin kendisidir aslında. Figen Yüksekdağ’la ilk karşılaşmamızda onunla ilgili her şey benim için bilinmez olmaktan çıktı. HDP Basının “Yeni Yaşama Köprüler” projesi kapsamında yaptığımız ilk görüşmeden, yüzüm gülümseyerek ayrılmıştım. Çocukluk hatıraları gözlerinde bir ışıltı elbet ama asıl ışıltı çocuklarla ilgili söylediği her cümlede büyüyor. Gençler, kadınlar, Adana’ya olan sevgisi, kalabalık ailesi, katıldığı ilk 1 Mayıs eyleminde gözaltına alındıktan sonra politikleşen hayatı vs derken annesine olan sevgisinden bahsetmiştik.
Zaman içerisinde fotoğraf çekimleri, video kayıtları derken bir çok kez onunla karşılaştım ve her seferinde gülümseyen bakışlarıyla içten bir “merhaba” demesi bana hep şefkati hatırlattı. Şefkat benim için barışın ve adaletin en önemli sancağı ve Figen Yüksekdağ bu sancağa bir eş başkan olarak halklar adına öylesi güzel sarılmış ki. Bıçkın ve kavgacı, şefkatli ve barışcıl. İkisi bir araya nasıl geliyor demeyin. Bıçkınlığını barış için devreye sokuyor. Mücadelesini daha şefkatli bir toplum için, daha fazla adalet için veriyor.
O herkese hep eşit davranıyor. Yaşı, cinsiyeti, çalışma biçimi, etiketi, memleketi vb hiçbir şeye aldırmaksızın o tutarlı bir insanlık dersi veriyor. Kimisini azarlayıp kimisine gülmüyor, kimisini sevip kimisine düşman olmuyor, kimisine merhaba deyip kimisinden merhabasını esirgemiyor.
Anneler günüyle ilgili yaptığımız söyleşide bunu sizler de daha iyi anlayacaksınız. Figen Yüksekdağ, bütün kadınların şiiri. Anneler günüyle ilgili söylediği her bir cümle bana sokakta çalışan çocukları hatırlattı, annesini hiç tanımamış çocukları, çok küçükken annesini kaybetmiş çocukları, savaşlarda annesini yitirmiş çocukları... İşte tam da bu yüzden bütün çocukların anneler günü kutlu olsun diyorum ve sözü Figen Yüksekdağ’a bırakıyorum.
"Mucize"
“Anne” deyince?
Annemi kaybettiğimde 70 yaşındaydı. On tane çocuğa annelik yapmış bir kadındı. Aslında bu bir mucize. On çocuğu doğurmak da, on çocuğa annelik yapmak da bir mucize. Aslında bir çocuk doğurmak ve ona annelik yapmanın kendisi başlı başına bir mucize. O nedenle anneliği ve annemi bir mucize olarak görüyorum. Yaşamımız bazen öyle bir hal alabiliyorki hayatın içindeki güzel mucizeleri göremeyebiliyoruz. Mucize olan şeyler sıradan şeylermiş gibi gelebiliyor. Annelerimiz bizim yaşamımızda çok sıradan, çok rutin varlıklar haline gelebiliyor. Onlara alışabiliyoruz. Bu alışkanlık bir mucizeyi, güzelliği, değerliliği, değeri keşfetmemizin de farketmemizin de önüne geçebiliyor. Oysaki bütün anneler mucizedir ve bir anneyi sevmek de mucizelerin en güzelidir.
Annenizi kaybetmek hangi duygulara karşılık
Benim için annemi kaybetmek bir mucizeyi kaybetmek anlamına geliyordu. Bir çocuğun elinden onun çok sevdiği bir şeyi alırsınız ya, çok değer verdiği, boşluğunu hiç bir zaman dolduramayacağı bir şeyi alırsınız ya. İşte öyle bir şeydi annemi kaybetmiş olmak. Annenizi yitirdiğiniz zaman o mucizeyi yeniden farkediyorsunuz, keşfediyorsunuz aslında. Ne kadar büyük bir güzelliği yaşadığınızı ne kadar güzel bir varlığa sahip olduğunuzu farkediyorsunuz. Anneyi yitirdikten sonra bu farkediş çok daha keskin ve güçlü oluyor. O nedenle sanıyorum ki, anneleri bizim yaşamımızın dışına çıkmadan bir mucize olarak farketmek ve keşfetmek çok önemli.
"Vefa"
Annenizden en çok ne öğrendiniz?
Ben yaşama dair ilk derslerimi annemden aldım. Herkesin ilk öğretmeni annesidir. Babasından önce, annesidir. Babalar daha çok yardımcı öğretmendir insanların yaşamında. Benim de ilk öğretmenim annemdi. Yaşama dair, insana dair bir çok güzel şeyi ondan öğrendim. Yaşamın zorlukları karşısında ayakta durmayı, karşılıksız sevmeyi, merhameti, birleştirmeyi, kucaklamayı... Bunların hepsini annem öğretti ve bütün anneler aslında bir çocuğu büyütme, bir çocuğu var etme özelliklerinden dolayı bu ilk öğretmenlik görevini de üstlenmiş oluyorlar. Benim açımdan da annem benim ilk öğretmenim olarak yaşamımda çok belirleyici bir rol oynadı. Çok yönlendirici bir rol oynadı. Aradan yıllar geçti. Çok uzun bir zaman geçti. Ama hala hiç bir şey onun bıraktığı boşluğu dolduramadı. Hala onun öğretmenliğine ihtiyaç duyuyorum. Yaşamımda çok şey öğrendim. Denedim, yanıldım, kazandım, kaybettim. Bir çok şey ürettim hem kendimde hem de kendi dışımdaki alanda. Ama hala annemin öğretmenliğine, annemin bana verdiği öğütlere ihtiyaç duyuyorum. Bu da işte bir annenin yerinin ne kadar doldurulamayacağını gösteriyor. Zor doldurulabilir demiyorum. Bir annenin yeri doldurulamaz diyorum. Hiç bir güç tarafından, hiç bir sevgi tarafından, hiç bir bağlılık tarafından, hiçbir öğretmen tarafından bir annenin yeri doldurulamaz.
Siyasetin “anne”lerden öğrendiği şeyler var mı sizce?
Anneden vefayı öğreniyorsun her şeyden önce. Annelik çünkü aynı zamanda vefa demektir, sadakat demektir. Karşılık gözetmeden vermek demektir. Bütün toplumun, aslında bütün siyasetin de, tam da bu nedenle annelerden öğreneceği çok şey var. Kadınlardan öğrenecek çok şey var. Bir karşılık göstermeden insana vefa etmeyi, vefa göstermeyi, bir pazarlığa girmeden bir hesap ve çıkar ilişkisine girmeden karşılıksız vermeyi bütün bir toplumun ve toplumun siyasi kurumlarının öğrenmesi gerekiyor. Ama ne siyasetteki yapılar, ne toplumsal kurumlar ne yazık ki kadınlardan öğrenmek üzerine kurulu dinamiklere sahip değiller. Annelerden öğrenmek üzere kurulu bir yapılara sahip değiller. Yaptıkları daha çok, anneliği ve kadınlığı tüketmek. Karşılıksız alıyorlar. Kadın da, anne de topluma ve siyasete karşılıksız veriyor. Karşılıksız değer katıyor ama siyaset kurumları sosyal ve toplumsal yaşam kurumları kadının ve annenin bu vefasını bu sadakatini tüketici bir şekilde kullanıyor maalesef. Bu zamana kadar annelerin bu emeği hoyratça tüketildi.
“Gerçek değer”
Anneler için ne isterdiniz?
Ben istiyorum ki anneler sadece evlatlarının sevgisiyle değil bütün bir toplumun ve siyasetin kucaklamasıyla ve hakkını teslim etmesiyle gerçek değerine ulaşabilsin. Anneliğin gerçek değeri sadece çocukların gözündeki değerden ibaret değildir. Bütün toplumun ve siyasetin gözünde de anneliğin değerinin görülmesi ve teslime edilmesi gerekir.
Anne ve çocuk arasındaki bağı nasıl anlatırsınız?
Anne ve çocuk arasındaki bağ o kadar güçlü bir bağ ki, manevi anlamda kurulan o kadar güçlü bir bağ ki, bir fiziksel yok oluş yaşandıktan sonra da ortadan kalkmıyor. Benim hala annemle aramda çok canlı bir bağ vardır. Hala yaşayan bir bağ vardır. Hala kendimi onunla sınadığım hala onunla içimden konuştuğum çok güçlü ve yaşayan bir bağ vardır. Böyle güçlü ve yaşayan bir bağ kurduysam eğer, bunun nedeni annemin benimle kurduğu ilişkinin derinliği ve gücünden dolayıdır. Çok derin bir ilişki çok güçlü bir ilşki kurmuş benimle ve hala onun izlerini onun etkilerini yaşıyorum.
Anneler ölmez. Bildiğim öğrendiğim en önemli şey bu. Annemin ölümüyle de bana öğrettiği en önemli şey bu. Anneler asla ölmüyor. O annelik sevgisi annenden aldığın o sevgi asla ve asla yok olmuyor ve senin ona karşı duyduğun sevgi belki senin yaşamın sona erinceye kadar da seni ayakta tutan en insani güç ve duygu oluyor. (DÖ/HK)