Amarcord
Bir söyleşisinde "bir çocukluk dönemi, bir kişilik, özlemler, hayaller, anılar, hepsini kafamda ben yarattım, çünkü öykülerimi anlatabilmek için onlara ihtiyacım var" diyen Fellini, Amarcord ile çocukluğunun kasabası Rimini'ye geri döndü. "Hatırlıyorum" anlamına gelen Amarcord'un ana karakterleri, sürekli kavga eden bir karı-koca, cinselliği keşfetmeye çalışan genç bir çocuk ve deli bir amcadan oluşan bir aile ve kasabanın diğer sakinleri. Faşizmin gölgesindeki 1930'ların İtalya'sında genç bir çocuğun gözleriyle aile yaşamına, dine, aşka, cinselliğe, eğitime ve politikaya, komik, müstehcen ve melankolik bir bakış. Amarcord, 1974 yılında En İyi Yabancı Film Oscarı'nı almıştı.
Sevgili Günlüğüm
Nanni Moretti'nin, kötü filmlere olumlu eleştiriler yazan sinema yazarları, yıllarca televizyon izlememişken birden dizilerin esiri olan entelektüel, çocuklarının kölesi durumuna düşmüş ana babalar ve teşhis koymaktan aciz doktorları kullanarak kotardığı eleştiri dozu yüksek, duyarlı ve son derece eğlenceli filmi.
Güz Sonatı
Yıllar sonra bir araya gelen ve yaptıkları hatalarla yüzleşmek zorunda kalan anne kız rollerinde Ingrid Bergman ve Liv Ullman. Güz Sonatı Ingmar Bergman'ın Sven Nykvist'in yakın plan çekimlerinden oluşan olağanüstü görüntüleriyle beyazperdeye taşıdığı, ölüm, hastalık, utanç ve sessizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda yaşanan anne-kız çatışması. Ingrid Bergman'ın övgüye değer bir oyunculuk gösterdiği ve tüm kariyeri boyunca kazandığı yeteneklerini ortaya koyduğu bir film. Güz Sonatı, Ingrid Bergman'ın neredeyse 40 yıl sonra oynadığı ilk İsveç filmi, ama aynı zamanda ölümünden önceki son filmdi.
Kibritçi Kız
Etkileyici, dokunaklı ve masalsı bir sadeliğe sahip olan Kibritçi Kız, Aki Kaurismaki'nin "işçi sınıfı üçlemesi"nin son filmidir. Geçmişi Olmayan Adam'dan tanıdığımız Kati Outinen, bir kibrit fabrikasında, yürüyen banttaki kutuların üzerindeki etiketleri kontrol eden, utangaç, pek çekici olmayan bir kızdır. Kazandığı parayı bencil annesi ve üveybabasına vermekte, boş zamanlarını bir kafede ya da birinin kendisini dansa kaldırmasını beklediği diskoda geçirmektedir. Yaşadığı tekdüze hayattan kurtulmak amacıyla pembe bir elbise alır, zengin bir adamla tanışır ve geceyi onunla geçirir, ancak daha sonrası aşkı değil aşağılanmayı getirir. Kibritçi Kız sonuçta rüyalarını zehirleyen insanlardan sessizce intikam almaya karar verir.
Berlin Üzerinde Gökyüzü
Mistik bir başyapıt. Wim Wenders Berlin Üzerinde Gökyüzü ile gerçeklerle hayalleri, dünyayla cenneti, tarih ile günümüzü ayıran duvarlar hakkında görsel bir şiir yaratıyor. İki melek, siyah beyaz görüntülerden oluşan Berlin'de dolaşmakta, masum çocuklar hariç kimse tarafından görülmeksizin insanları gözlemlemektedirler. Özellikle üç insan meleklerin dikkatini çekmektedir: yaşlı bir şair, bir Amerikalı film oyuncusu ve bir Fransız trapezci. Bir duvarla ortadan ikiye bölünen kent Wenders'in filminde fantastik bir görünüm kazanır. Berlin Üzerinde Gökyüzü bir yandan ticari açıdan büyük başarı kazanırken öte yandan eleştirmenler tarafından da çok beğenildi. Film Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen Ödülü başta olmak üzere birçok ödüle layık görüldü.
Ülkede Huzur Hüküm Sürüyor
1970'lerin en önemli politik filmlerinden biri. Yaşamının bir bölümünü Uruguay'da geçiren Alman yönetmen Peter Lilienthal, Şili'de Allende yönetiminin askerî cunta tarafından devrilmesinden hemen sonra yaşananları anlatıyor. Portekiz'deki faşist iktidarı deviren hareketi başlatan 5. tümen askerlerinin Şili'li cunta askerlerini oynadıkları filmde, hayalî bir Güney Amerika ülkesinin başkentinde sıradan insanlara uygulanan baskı anlatılıyor. Arjantin ve Uruguay'da çekilmiş belgesel görüntülerin de yer aldığı filmde ön plana çıkan bir karakter, bir kahraman yok. Çünkü Lilienthal'in ilgi duyduğu kahramanlar tarih kitaplarında yer almayanlar. Film, adını askerî cuntanın sürekli olarak radyoda yayınladığı bir duyurudan alıyor: "Ülkede Huzur Hüküm Sürüyor"
Ekim Devrimi
Sergei Eisenstein'ın, 1917 Sovyet Devrimi'nin 10 gününü anlatan başyapıtı Ekim, Özel Gösterimler arasında yer alıyor.
Ekim Devrimi'nin 10. Yıldönümü için bir film çekmekle görevlendirilen Eisenstein'a büyük bir bütçe, 10000'in üzerinde figüran ve tüm Leningrad kentini kullanma yetkisi verildi. Görgü tanıklarından, belgesel filmlerden ve John Reed'in Dünyayı Sarsan 10 Gün isimli kitabından yararlanan Eisenstein özgün mekanlarda, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma askerlerini kullanarak ve Lenin'e çok benzeyen bir işçiye Lenin rolünü vererek belgesele yakın bir film çekti.
1 Mayıs 1927'de yapılan gösteriler, 1917'nin bayrak ve flamalarıyla gerçekleştirilerek filme alındı. Çekimler bittikten sonra Eisenstein, gözden düşmüş olan Troçki'nin yer aldığı tüm sahneleri filmden çıkarmak zorunda bırakıldı. Bu sahnelerin çıkarılması ve karmaşık kurgu işlemleri nedeniyle film kutlama törenlerine yetiştirilemedi ve ilk kez 1928'de gösterilebildi.
Devrim, filmde o kadar gerçekçi bir şekilde görüntülenmişti ki Ekim'in bazı sahneleri belgesellerde kullanıldı, filmden fotoğraflar Devrim Müzesi'nde devrim sırasında çekilmiş gerçek fotoğraflar olarak uzun yıllar boyunca sergilendi.
Döner Masa (La Table Tournante)
1905-1994 yılları arasında yaşamış Fransa'nın en önemli canlandırma yönetmeni Paul Grimault'un son filmi. Grimault'un Jacques Demy ile birlikte yazıp yönettiği film aynı zamanda ünlü canlandırmacı için hak edilmiş bir övgü ve onun sanatına büyüleyici bir bakış. Hayat ve canlandırma filmler hakkında herşeyi merak eden küçük bir palyaço Grimault'un atölyesine gelir. Grimault palyaçoya kırk yılı aşkın bir süre içinde yaptığı canlandırma filmlerini gösterir...
Sessiz sinemanın en büyük yönetmenlerinden biri olan Carl Theodor Dreyer'ın Jeanne d'Arc'ın Tutkusu ise çellist Reyend Bölükbaşı ve grubunun yapacağı canlı müzik eşliğinde gösterilecek. 1920'lerin en önemli Fransız filmi olan Jeanne d'Arc'ın Tutkusu, gerçek mahkeme kayıtlarına dayanarak Jeanne d'Arc'ın son altı saatini anlatır.
Dün, Bugün, Yarın
Hem İtalya'da hem de bütün dünyada gişe rekorları kıran Dün, Bugün, Yarın üç usta senaristin elinden çıkan öyküler ve başrollerdeki Sophia Loren ve Marcello Mastroianni'nin performanslarıyla Vittorio De Sica'ya En İyi Yabancı Film Oscar'ı ve Altın Küre gibi saygın ödüller kazandıran bir komedi.
İtalyan Usulü Evlilik
Sophia Loren'in kariyerinin en iyi oyunlarından birini çıkardığı, İtalyan sinema tarihinin en büyük ticari başarılarından birini kazanmış, son derece eğlenceli bir komedi klasiği. Loren, filmde 22 yıl beraber yaşadığı adamın başka bir kadınla evlenmek istemesi üzerine isyan bayrağı çeken Filomena'yı canlandırıyor.
Özel Bir Gün
Faşizm üzerine yapılmış en ilginç filmlerden biri. Hitler'in Roma'yı ziyaret ettiği 8 Mayıs 1938 günü altı çocuk annesi bir kadın ve eşcinsel olduğu için işinden atılan bir radyo sunucusu, herkesin törenleri izlemek için terk ettiği bir apartmanda "Özel Bir Gün" geçirirler. Faşizmin yalnızca sesinin duyulduğu filmde Scola, büyük bir avluya bakan apartmanı filmin üçüncü oyuncusu gibi kullanmıştır. Özel Bir Gün Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü almıştı.
Krzystof Kieslowski
Dünya sinemasının en önemli yaratıcı yönetmenlerinden biri olarak kabul edilen Krzystof Kieslowski'nin 10 Emir'i günümüz yaşamına uyarlayarak 1988 yılında çektiği Dekaloglar, her biri ayrı bir öyküyü anlatan 50-60 dakika uzunluğunda filmler.
Her bölümde farklı oyunculara rol veren ve farklı görüntü yönetmenleriyle çalışan, böylece tekdüzelikten kaçınan yönetmen, izleyicinin konuyu önceden algılamasını önlemek için Dekalogları farklı adlar vermek yerine numaralamayı tercih etmiştir.
Kieslowski, Dekalog 5 ve 6'yı yeniden kurgulayarak Öldürme Üzerine Kısa Bir Film ve Aşk Üzerine Kısa Bir Film adlarıyla gösterime sokmuş ve bu filmler birçok festivalde ödüle layık görülmüştü.
Elveda Serge
22 Temmuz 2004'te 82 yaşında hayata veda eden şarkıcı, tiyatro ve sinema oyuncusu Serge Reggiani, Fransız sinema tarihinin önemli oyuncularından biriydi. Italyan kökenli sanatçı genç yaşta başladığı sinemada Aşk Zinciri, Altın Başlık, Altona Mahkumları, Leopar gibi klasikleşmiş filmlerde rol almıştı.
Mayıs 1968 öğrenci olaylarında üniversitelilerle omuz omuza gösterilere katılan Reggiani, sosyalist kimliğiyle de ön plana çıkmıştı. Gezici Festival kapsamında ünlü sanatçının anısına "Elvada Serge" başlığı altında yönetmenliğini Jacques Becker'in üstlendiği 1952 yapımı La Casque D'Or (Altın Başlık) adlı film gösterilecek. En güzel Fransız aşk filmlerinden kabul edilen Altın Başlık'ta Reggiani'nin rol arkadaşı Simone Signoret idi.
Kafka ve Sinema
Michael Haneke'nin Kafka uyarlaması filmi Şato, hem Kafka hem de Haneke hayranlarının ilgisini çekecek. Haneke absürd, kötümser bir o kadar da gerçekçi dünya görüşüyle ruh ikizi olabilecek Kafka'nın ünlü romanını sinemaya uyarlarken şaşırtıcı derecede kitaba sadık kalarak ve çok başarılı bir edebiyat uyarlamasına imza atmış oldu.
Bu bölümde ayrıca Kafka'nın yapıtlarından uyarlanan Rider on the Bucket, The Country Doctor, The Chamberstork, Franz Kafka, The Flat ve Oscar ödüllü Franz Kafka's It's a Wonderful Life adlı kısa filmler de gösterilecek.
Avrupa Avrupa
Avrupa Avrupa bölümünde çoğu uluslararası festivallerde ödüller almış ve beğeni toplamış, 2003-2004 yapımı uzun metrajlı filmler yer alıyor.
İspanya'dan Pedro Almodovar'ın yönettiği Kötü Eğitim, kara filmle otobiyografinin büyüleyici bir kombinasyonu. Franco döneminde kilise eğitiminin ve cinsel istismarın iki gencin hayatlarındaki etkisini anlatan, gerçeklik ve fantazi arasındaki ayrımın giderek bulanıklaştığı film, birbirleriyle bağlantılı farklı düzlemlerden oluşuyor:
Hayat, gerçekliğin fantaziye dönüşmesi ve sinemanın bu dönüşüme uğramış gerçekliği işlemesi. Fransız Yeni Dalga filmlerinde olduğu gibi, Kötü Eğitim'de de arka planı eski filmler oluşturuyor. Almodovar, geçmişini sevdiği filmler aracılığıyla anıyor.
Mahrem İtiraflar
Geçen yıl festival kapsamında gösterilen Trendeki Adam filmiyle büyük ilgi toplayan Fransız yönetmen Patrice Leconte'dan şaşırtıcı bir film. Sorunlu bir evliliği olan Anna adresleri karıştırıp, yanlışlıkla bir psikiyatrist yerine mali danışman William'ın kapısını çalar.
William'ın psikiyatrist olmadığını söyleyememesi ile başlayan bu tuhaf buluşmalar zamanla her ikisinin de birbirlerine derinden bağlanmasına neden olur. Başkalarının yerine geçen insanları anlatmayı seven Leconte, bu filmde de rastlantıların doğurduğu ilginç insan ilişkilerinin derinlerine iniyor.
Kontrol
Nimrod Antal'ın yönettiği, Cannes Film Festivali Gençlik Ödülü başta olmak üzere birçok uluslararası ödül kazanan ve ülkesini en iyi yabancı film dalında Oscar'da temsil eden Kontrol, çarpıcı ve özgün bir ilk film.
Tümüyle Budapeşte metrosu istasyonları ve tünellerinde çekilen film, metroda bilet kontrolü yapan, hepsi birbirinden sevimli ve tuhaf beş kişilik bir ekip, insanları trenlerin altına iten maskeli biri, kontrolörleri sprey boyayla boyayan ve kendisini Yolcu Özgürlük Derneği üyesi olarak tanıtan bir genç, sürekli ayı köstümüyle gezen bir kız, istasyonda durmayı unutan ve bir sürücüden çok bir filozofa benzeyen vatman gibi ilginç karakterlere sahip. Filmin başrolündeki genç adam hiçbir zaman metroyu terk etmeyen ve gün ışığına çıkmayan, geceleri son metro seferinden sonra ekspres trenin altında kalma riskine karşın, raylar üzerinde bir istasyondan diğerine koşan garip bir karakter.
İsa'nın Kolu
Andre van der Hout'un yönettiği İsa'nın Kolu' nda 1930'larda Amerika'yı ve bulutlara değen gökdelenleri hayal eden Hendrik Yzermans adlı Hollandalı bir madenci, arkadaşlarının maaşlarını çalar ve Amerika'ya gitmek için bir bilet almaya çabalar. Gerçekten yaşanmış olan bu olay o zamanlar filme çekilmiştir. Hendrik Yzermans'ın yıllar sonra bir iş seyahati için Chicago'dan Rotterdam'a gelen ve babasının geçmişini araştırmak isteyen oğlu büyük bir sürprizle karşılaşacaktır.
Yönetmen, babanın öyküsünü, 1930'lardan kalan filmleri kullanarak anlatmakta, kendi senaryosundan çektiği oğulun öyküsünü ise ustaca bir kurguyla eski filmlerle birleştirmektedir. Zamanla oynayan filmde, baba, İsa'nın heykelinin kopan kolunu bir su baskını sırasında sandalın küreği olarak kullanır. Oğlu Rotterdam'a geldiğinde aynı kol, kaldığı otel odasının duvarındadır. İsa'nın Kolu, Mannheim ve Nederlands Film Festivallerinde FIPRESCI ödülüne layık görülmüştü.
Çek Rüyası
Çek Cumhuriyeti'nden Vit Klusak ile Filip Remunda'nın birlikte yönettikleri Çek Rüyası, alışıldık türden bir film değil. Filmde, kahraman yok, aşk yok, mutlu son yok. Aslında ilk Çek "reality" filmi olarak nitelendirilebilir. Eğer, hep birbirine benzeyen eski filmlerden sıkıldıysanız; sıkıcı karakterlerden, aptalca öykülerden bıktıysanız, bu film oldukça ilginç gelecek size.
İki genç yönetmen hayali bir süpermarketin var olduğuna insanları inandırmak ve açılışına gelmeleri için ikna etmek amacıyla yola çıkıyorlar. Film bir yandan reklamın gücünü ve insanları kandırma potansiyelini ortaya koyarken diğer yandan Çek halkında kapitalizmle tanıştıktan sonra oluşan alışveriş çılgınlığını anlatıyor.
Çek Cumhuriyeti'nde 2003 yılında gerçekten yaşanan bu olay uluslararası boyutta ilgi çekmiş ve birçok radyo ve televizyon kanalından haber olarak yayınlanmıştı.
Zelary
Bu yıl en iyi film dalında Oscar'a aday olan Ondrej Trojan'ın yönettiği Çek filmi Zelary, II.Dünya Savaşı sırasında geçen ve gerçek olaylara dayanan epik bir öykü. Tıp fakültesi öğrencisi Elizka, Naziler Çekoslovakya'yı işgal edip üniversiteleri kapatınca hemşire olarak çalışmaya başlar ve bir direniş örgütüne katılır.
Gestapo örgütü dağıtınca saklanmak amacıyla Prag'dan ayrılıp hayatını kurtardığı bir hastayla beraber onun yaşadığı Zelary adlı köye gelir. Burası 100 yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramamış, son derece tutucu bir yerdir...
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Türkiye'den Ahmet Uluçay'ın ilk uzun metrajlı filmi Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak da Avrupa Avrupa bölümünde yer alıyor.
Hiçbir sinema eğitimi almamasına karşın çocukluğundan beri gerçek bir sinema tutkunu olan, 1994 yılından itibaren yaptığı kısa filmlerle ulusal festivallerde birçok ödül alan Ahmet Uluçay'ın özyaşamsal izler taşıyan ilk filmi, 1960'larda küçük bir Anadolu köyünde yaşayan, sinemaya aşık iki gencin öyküsünü anlatıyor. Film 23. İstanbul Film Festivali'nde En İyi Film Ödülü'nü kazanmıştı.
Varşova ve Roma
Festivalde yer alan iki film, iki Avrupa başkentinin adlarını taşıyorlar: Varşova ve Roma. İki filmde de kentler başrolde. İki film de sabahleyin başlıyor ve hava karardıktan sonra sona eriyor. Polonyalı genç yönetmen Dariusz Gajewski'nin filmi Varşova, karlı bir kış günü çeşitli nedenlerle Varşova'ya gelen insanların zaman zaman birbirleriyle kesişen öyküleri.
Komünizmden kurtulduğuna sevinemeden vahşi kapitalizmin eline düşen Polonya'da yaşanan "post-komünizm sendromu"nu anlayabilmek için, daha iyi bir yaşamın özlemini çeken, bir çıkış, bir çözüm arayan bir avuç insanın bir gün boyunca yaşadıklarını izlemek yeterli. Filmde evinin yolunu hatırlayamayan yaşlı bir savaş gazisi var ancak evlerinin nerede olduğunu bilenler de en az onun kadar çaresiz.
Roma
Roma İnsanları'nda usta yönetmen Ettore Scola birbirleriyle ilgisi olmayan kısa öykülerle yaşadığı kenti anlatıyor. Film peşpeşe bağlanmış birçok kısa film olarak da tanımlanabilir. İşsizinden aristokratına her yaştan, her sınıftan insanlar: Irkçı garson, işten atıldığını karısına söyleyemeyen ve her sabah işe gidiyormuş gibi evinden çıkan adam, göçmen gazeteci, oğlunun bakımevine bırakmak istediği yaşlı adam...
Scola'nın ironik ve sevecen bakışı Roma sokaklarında gezinirken, ortaya daha önce hiç görülmedik ve bundan sonra da görülmeyecek bir Roma fotoğrafı çıkıyor. Roma İnsanları yalnızca festivallerde izleyici karşısına çıkabilecek bir yapıt ve içinde öyle öykücükler var ki tek başlarına bir uzun metrajlı filmden daha etkileyici.
Raoul Servais'nin Seçtikleri
Geçen yıl, Belçika'lı canlandırma ustası Raoul Servais toplu gösterisi kısa film tutkunları için gerçek bir şölendi. Bu yıl da festivalin kısa film programında Servais'nin en çok beğendiği kısa filmlerden oluşan bir seçki Raoul Servais'nin Seçtikleri adı altında izleyiciye sunulacak. (AD/BB/YS)