Beş senelik aradan sonra çıkan yeni albümü, tamamen Dylan "cover"larından oluşan "Dylanesque". İşte Uncut, Rock & Folk, Liberation vasıtasıyla "Dylanesque"in portresi.
Dylan şarkılarından oluşan bir albüm yapmak istediğinizi 1973'te verdiğiniz bir mülakatta söylemiştiniz. Yine de Dylan size çok uzak ve yabancıymış gibi geliyor....
Bryan Ferry: Aynı kuşaktanız, o benden birkaç yaş büyük. Aynı kökendeniz, aynı müzikleri dinledik, ikimiz de alt sınıflardan geliyoruz, o Minne-sota'nın derinlerinden, ben New-Castle'dan... Vaktiyle Los Angeles'ta bir taksi şoförü bana "siz oyuncu değil misiniz?" diye sormuştu. "Hayır, şarkıcıyım" deyince de, "ben Dylan seviyorum, sizde Dylanesk bir hava var" demişti, (gülüyor) Onun müziğinde kendime aşina tonlar buluyorum, ilk hit solo single'ım "A Hard Rain's A-Gonna Fair'dur, O zaman da bir Dylan albümü yapmak istediğimi söylemiştim. Bir de Gole Porter şarkılarından bir albüm yapmak istiyorum.
Diskografinizde epey cover var; esin periniz size ihanet mi ediyor?
Şarkı yazmak benim için hiçbir zaman çok kolay olmadı. Çok ender gökten bir şeyler düştü. Üretken olduğum tek bir dönem var. iki Roxy Music albümü ve ilk solo albümümü yaptığım 1973'teki kadar üretken olmadım hiç. Geçen senenin başında bir Roxy Music albümü için besteler yapmaya başladım, ama sözleri yazmayı hep erteliyorum...
Sizde sanki fantastik bir tembellik varmış gibi...
Yakınlarım tersini söyler, çalışmaya fazla düşkün, hatta bağımlı olduğumdan yakınırlar... Annem hiperaktifti. Babamsa tam zıttı; ağırkanlı ve rahatına düşkündü. Ben herhalde ikisinin karışımıyım.
Onların müzikle arası nasıldı? Şarkı söylerler miydi?
Hiç söylemezlerdi. Ama evde hep bir piyano vardı, pikap öncesi dönemdi. Tarih öğretmeni olan abiam Johnny Ray'in hit şarkılarını çalardı.
Ta 1973'ten beri aklınızda olan Dylan projesi nasıl oldu da nihayet gerçekleşti?
Turne sonralarında insan kayıt yapma havasına giriyor. Bu sene, turneden döndüğümde Andy (Mackay) ve Phil'le (Manzanera) birlikte Roxy Music'in bazı şarkılarını elden geçirmeye başladık, ama pek mesafe alamıyorduk. Ben de "hadi stüdyoya girip bir Dylan albümü yapalım" dedim ve birdenbire yılların hayali gerçekleşti.
Dylan'ı ne zaman keşfetmiştiniz?
1964 olmalı, ilk dinlediğimde hoşlanmadığımı hatırlıyorum, benim için fazla folktu. Ben o sıralarda siyah müziği dinliyordum, moher takım elbiseler giyiyordum. Folkçularsa balıkçı yaka kazak, kaban, sandalet filan takılırdı. Bir de sakal ve pipo tabii. Hiçbiri benim olayım değildi. Gerçi sakallı tiplerle takılmışlığırn vardı, üniversite Öncesi New Orleans Jazz Club'ın müdavimiydim. Orada bebop çalardı, Eric Burdon filan sahne alırdı. Harika bir ortamdı, caza tutkundum. Oradaki trompetçi sonradan John Peel'ın radyo programlarının
yapımcısı oldu: John VValters. Harika bir trompetçi, aynı zamanda ekspresyonist bir ressam.
Dylan'ı sevmeye başlamanız nasıl oldu?
Öyle ani bir aydınlanma anı hatırlamıyorum. Ama galiba elektro takılmaya başlamasıyla birlikte beni cez-betmeye başlamıştı.. Özelikle de "Like a Rolling Stone"la.
Dylan'da sizi en çok cezbeden neydi? Müzik mi, sözler mi, imgeler mi?
Hepsi. Yıllar sonra Dylan'ın akustik albümlerini dinlediğimde neler ıskaladığımı farkettim, Yaşım kemale ermisti, folka dair önyargılarım buharlaşmıştı. Sözlerin niteliği, imgelerin gücü olağanüstü. Dylan'ı TS Eliot'la kıyaslamak istemem, ama ikisi de beni müthiş cezbediyor. Ezra Pound'u ve Sylvia Plath'ın bazı şiirlerini de severim. Dylan da formda olduğunda büyük şairdir.
Sizce devrimci bir sanatçı mı?
Çok zekice sözler yarattı. Dinleyicisini de daha zekileştirdi.
Ve hâlâ genç kuşakların en beğendiği sanatçılar arasında.
Dört oğlum var, üçünün -ki yaşları 16,17 ve 20- iPod'unda Dylan'ın bütün diskografisi var. Bu durum insanın yüreğine su serpiyor.
Popüler müziğin bugünkü halini nasıl buluyorsunuz?
Seksi küpler ve dans plakları aldı yürüdü. Her yerde duyduğunuz enternasyonal bir müzik janrı var. Bang-kok'a gidiyorsunuz, Beyonce dinliyorsunuz. Bir tarafta da rock yapan gitarlı gruplar var. Çokkutuplu bir manzara. Roxy Music'te bu ikisini bir araya getirmeye çalışmıştık. Beni derinden etkileyen siyah kültürünü kucaklamaya çalıştık. Leadbelly, blues, Charlie Parker... Ama sonuçta beyaz çocuklardık, şimdi komik geliyor ama, siyah müzik ethos'unu benimsemiştik.
Robert Zimmerman'ın kendini Bob Dylan haline getirmesi, sizin '70'lerde David Bowie'yle birlikte "persona"yla oynaşmanızı esinlendirmiş miydi?
Hiç öyle düşünmedim. Geçenlerde Dylan'ın otobiyografisi "Chronicles"ı okudum. Bir de Scorsese'nin yaptığı söyleşiyi seyrettim ve Dylan'ın sanılandan çok farklı olduğunu, çok insancıl olduğunu gördüm. Dylan'ın kimliği ukalâ, had bildirir, burnundan kıl aldırmaz bir tavırla özdeşleşmiştir. "Don't Look Back"teki Newcast-le konseri bölümü o yargıyı teyid eder gibidir. Ama "Chronicles"daki kişiliği çok müspet.
1973'teki "These Foolish Things"de Çöle Porter'ın ve kız gruplarının şarkılarının yanına "A Hard Rain's A-Gonna Fall"u koymanız pop bir tavır mıydı?
O albüm bir varyete gösterisiydi, ilgimi çeken çok farklı türleri bir araya getirmiştim. Örneğin Lesley Gore'un "It's My Party"sini üniversitedeki gay arkadaşlarım çok sık dinlerdi. Öyle bir şarkının yanına "Hard Rain" gibi "düz" bir parçayı koymak hoşuma gitmişti. "Hard Rain"in İmgeleri şaheserdir. Aranjmanında mübalağaya kaçmaktan kendimi alamadım. Çok eğlenceliydi.
Öyle yaparak Dylan fanlarını gıcık etmek istemiş olabilir misiniz?
Kimseyi gıcık etmek istemedim. Bir önceKİ Roxy Music albümü çok karamsardı, yüreğimin derinliklerinden çıkıp gelmişti. For Your Pleasure" hâlâ da en gözde albümümdür. Ama çok, çok, çok karanlıktı. Onun ardından eğlenceli bir şey yapmak istemiştim. "Picasso gibi takıl" demiştim kendi kendime. Picasso çok trajik, güçlü, tuhaf ve harikulade işlerin yanısıra eğlenceli seramikler yapardı, Sanat öyle olmalı: Ciddiyetle eğlence bir arada. Yeni albümünüzdeki şarkıları daha düz bir stilde yapmışsınız, Evet, bu şarkılar daha az oyunbaz. Ama ben de yaşlı bir adamım artık. Mizah duygum tükendi. Bu kahpe dünya içimi kuruttu! (kahkaha atıyor)
Dylan sarkılan söylerken Dyîan'ın kendi versiyonlarını kaale almamak mümkün mü?
Orijinallerinden farklı tınlayan şarkılar benim gözdelerim. "Gates of Eden" onlardan biri. Bambaşka bir alana girdik o şarkıda. Onun şarkılarını onun kadar iyi söyleyemiyorum, tıpkı başka birilerinin "Do The Strand"i benim kadar iyi söyleyemediği gibi. Aslına bakarsanız, benim Dylan şarkıları söylemem biraz ukalâlık. Dylan'ın sesi, dünyanın en kötü solist sesi. Gıcırtı gibi. Dolayısıyla, onun şarkılarını söylerken bir rekabet duygusu uyanmıyor. Dylan, şarkılarına çok güçlü bir mühür basıyor. Sadece vokal ve gitarla yaptığı o kadar çok şahane şarkısı var ki. .Onları müzikal olarak istediğin yöne götürebilirsin. Mesela bu albümde yaylı çalgıları kullanmak çok güzel oldu. (Positively +th Street'in yaylı aranjmanlarını Dirty Three'den Warren Ellis yaptı.)
"The Times They Are A-Changin" hakkında ne söylersiniz?
Bu, genç insanların şarkısı gibi görülebilir, Ama onu söylediğim için hiç mahcubiyet duymuyorum. Melodi güzel ve zaman hakikaten değişiyor, iyi bir aktör her rolü oynayabilir. Genç biri, eğer yetenekliyse Kral Lear olabilir, ihtiyar biri de, Harn-let'i başka türlü oynayabilir. "Make You FeeE My Love", albümdeki en yeni tarihli Dylan şarkısı: '97 tarihli "Time Out Of Mind"dan. Dyîan'ın klasik dönemi sayılan 1964-1970 döneminden olmayan yegâne şarkı bu. itiraf etmeliyim ki, son bes-altı albümüne pek takılamadım. Eski şarkıları kadar yakalamadılar kulağımı.
"Jealous Guy" artık bir Bryan Ferry şarkısı olarak görülüyor.
Ama pek bilinmeyen harika bir versiyonu daha var onun. Donny Hat-haway güzeller güzeli bir yorumunu yaptı "Jealous Guy"ın. Şarkının orijinali, John Lennon'ın eseri çok sevilmişti, çünkü çok hüzünlü bir so-und'u vardı. Biz daha cafcaflı bir tarza yöneldik. Bizim yorumumuzun en çok hoşuma giden tarafı, şarkının finali -o rüyamsı duygu.
Roxy Music olmasaydı, başkalarının şarkılarını yorumlamakla yetinir miydiniz?
Hayır, öyle mutlu olamazdım, o zaman resim yapardım. Kişiliğim, kendimi realize etme arzum beni başka bir mecraya götürürdü: Mesela sinemaya, mesela giysi tasarımına. Yves Saint Laurent bana hep yaratıcılığın doruk noktası gibi gelmiştir. Galiano da öyle, özellikle de Lacroix.
Rock aleminin jantisi olarak biliniyorsunuz. Ama şıklığınız biraz demode değil mi?
Çok geleneksel bir tarzda giyiniyorum. Ama hep hafif bir farkla, küçük bir uyumsuzlukla, belli belirsiz bir yanlış nota hep var. Geçmişe göz kırpan şeyleri seviyorum. Sherlock Holmes filmleri gibi... Cary Grant'ı, Hitchcock'un bütün tiplerini çok severdim ve hayranlık duyardım. Takını elbiselerim Savile Rovv'dan, ama karıştırmayı seviyorum, jean üzerine ceket giymeyi mesela. Demode, iyi dikilmiş, sağlam, dayanıklı, kolay kolay eskimeyen şeyler hoşuma gidiyor.
Peki ya yaşınız?
Beni terörize ediyor!
Ölüm korkusu mu?
Hayır, yaşlılık. Şu anda gençliğimde olmadığım kadar mutluyum. Yeni yeni kendimi daha güvenli, kendimle daha uyumlu hissediyorum. Dalga geçiyorum, eğleniyorum. Bunun kısa sürede biteceği düşüncesi ürpertiyor tabii. Kendime bir din bulmam gerekecek, (gülüyor)
Dylan projenizi tamamladığınıza göre, Roxy Music şarkılarına dönecek misiniz?
Öyle umuyorum. Plakçılara çıkacak hale gelmesi için, tabii o güne kadar hâlâ plakçı diye bir şey kalırsa, bir ya da iki yıl beklemek gerekebilir.(Sİ/YG/NZ/EÜ)
* Bu röportaj Roll dergisinin Haziran ayı sayısından alınmıştır.
*Çeviren: Siren İdemen-Yücek Göktürk