Edebiyatta öteki kavramını değerlendirirken millet ve milliyetçilik kavramını Ali Akay, Suzan Samancı ve Yener Orkunoğlu’dan sonra yazar, eleştirmen Feridun Andaç ile sürdürüyoruz. Andaç edebiyata sirayet eden Türkçülüğün nasıl başladığını anlatırken “Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atılan düşünce akımlarının vardığı nokta, biraz önce imlediğim gibi; Türkçülüktür” diyor.
Andaç ile Yakup Kadri, Halide Edip, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi, Aka Gündüz, Sadri Ertem’e uzanan bir söşleşi gerçekleştirdik
Türkiye edebiyatında “öteki”nin varlığı nerede ve nasıl başlıyor?
19. yüzyıl bir başlama noktası diyebiliriz. Özellikle milliyetçilik akımlarının yoğunlaştığı, adım adım ulus-devlet düşüncesinin yaygınlaştığı bir süreçte “yeni ulus” tanımlarıyla işgal/fetih düşüncesi de yeni bir boyut kazanıyor. Göçün tarihi buna yeni boyut kazandırsa da; mübadele/sürgün/tehcir gibi toplumsal olgular ötekileştirme kavramını yaygın kıldı. Öyle ki; yeni kimlik tanımlarıyla aidiyet sorgusu da gündeme taşındı. Örneğin Anadolu’da Osmanlı sonrası kurulan Cumhuriyet bir bakıma da Anadolu’nun Türkleştirilme adımıdır. Ki, İttihatçılarla başlayan bir toplumsal projedir aslında.
Bunu ilk gören/algılayıp yazan da kuşkusuz “Erken Cumhuriyet” dönemi yazarlarıdır. Amaçları yalnızca görülebileni yansıtmak, o da bir ölçüde. Ama asıl sorgulayıcı bakış/tanıklık Cumhuriyet sonrası gelir.
19 yy. Osmancılık düşüncesinin zeminini oluşturan İslamcılığın diğer toplumlardan farklı olarak “ötekiyi” algılama biçiminin bu dönem aydınları için ne ifade ettiği söylenebilir?
Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atılan düşünce akımlarının vardığı nokta, biraz önce imlediğim gibi; Türkçülüktür. Bu da haliyle ötekileştirilmeyi de bünyesinde taşıyan bir olgu. Özellikle Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp ittifakında karşımıza çıkan edebî söylem, bunun bir göstergesidir. Düşünce hayatındaki ilk izler/yansılar elbette ki bunda etkilidir. Özellikle de Kafkasya’dan gelen Türkçülük söyleminin “Pantürkizm” olarak Anadolu’da “vücut” bulması. Bir anlamda kurtuluş düşüncesi olarak ortaya atılsa da, “kuruluş” felsefesine yansıları yetersiz kalır. Yani şu gerçekliği görmek gerekir: Ulus-devlet kurma fikrini bilen, hatta yönlendirerek bunun da ideolojik altyapısının nasıl olabileceğini düşünen Mustafa Kemal’in “Kadro” dergisini çıkarttırması boşuna bir çaba değildir.
Yakup Kadri, Halide Edip, Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi, Aka Gündüz, Sadri Ertem gibi yazarların eserlerinde Türkçülüğün, ötekinin zaaflarına karşı) üstünlüğü vurgulanıyor mesela. Cumhuriyetin sınırları içerisinde var olan etnik grupların aydınlarına karşı baskın olma çabasının altında yatan temel nedenler nelerdir?
Bu olgunun kaçınılmazlığının ucu gene Anadolu’nun Türkleştirilmesine dayanır. Ama burada en temel sorun şudur: Dönemin aydını Anadolu’yu ve halkı tanımıyor. Bakın Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı bunun tipik örneğidir. Sonra Reşat Nuri’nin “Yeşil Gece”si, Halide Edip’in “Sinekli Bakkal”ı…
Her şeyiyle inşa edilen bir devlet, deyim yerindeyse küllerinden doğan bir ulus için tanıklık kadar, tanıma/anlama/anlatma ve gösterme açısından da önemli. Burada edebiyat bu işlevi üstlenir. Sadri Ertem’den Sabahattin Ali’ye, Sait Faik’ten Orhan Kemal’e yakın duran bir edebiyatın kuruluş felsefesinde vardır bu.
Asıl burada belirleyici olan ise yazarın bakış açısı/donanımı ve dünya görüşüdür. İşte burada “öteki”leştirilen, yani “harici” tutulana bakış bir bilinç gerektirir. Sanırım bunu da bize en iyi yansıtan çalışmalardan biri Herkül Millas’ın “Türk ve Yunan Romanlarında ‘Öteki’ ve Kimlik” çalışmasıdır.
Türk edebiyatının güçlü kalemleri kendi edebiyat çizgilerini oluşturmuşlardır. Ancak etnik kökeni ve kullandıkları dilin ortaklığına rağmen yazarlar, birbirlerine göre “öteki” içinde değerlendirilebilmektedir. Bu tarz değerlendirmelerin kaynağında yatan sebepler neler?
Bu yaklaşımın yerini çoksesli/çok kültürlü bir toplum alabilirdi. Ama sanayi devrimini yapamamış, aydınlanma dönemini yaşamamış bir toplumun bunu başarması zordur. Milliyetçilik saplantısına bir de İslam eklenince; 1980 Askeri Darbesiyle gündemleştirilen Türk-İslam sentezi formülü 20. yüzyılın son çeyreğindeki yeni bir ötekileştirilme hareketidir aslında.
Öteki’nin sınırsal ve mekânsal ortak noktaları nelerdir?
Şunu ilkten görmek gerekir; küresel bir çağda insan yaşadığı yerde, bu ille de "yurt"la çerçevelenmiş bir dünya olmayabilir, "öteki"leştirilerek, yani "harici" kılınarak var olabilen bir dünya gerçeğiyle yüz yüze bugün insan.
Kendi yurdunda sürgünlüğü/iç sürgünlüğü yaşayabilen insan da bu “harici”lik kimliğine bürünüyor/büründürülüyor. Dolayısıyla bunu mekândan ayrı tutarak değerlendirmek lazım. (DM/HK)
Feridun Andaç kimdir?Yazar, eleştirmen. 1954 yılında Erzurum'da doğdu. Yükseköğrenimini Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yüksek lisans yaptı. Edebiyat, karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. İnceleme, araştırma, deneme çalışmaları, öyküleri ve gezi yazıları dergi ve gazetelerde yayımlandı. |