Duvar yıkıldığında bir Alman profesörle birlikte Ayvacık yollarındaydım.
Oradaki dağ köylerinde halı kooperatifi kuran kadınlarla görüşmeler yapmaya gidiyorduk. Cipte haberleri duyunca hemen en yakın lokantaya gidip, bira içerek kutladık. Hocanın sevincini unutamam. O sırada iyi mi oldu, kötü mü oldu diye hiç düşünmedim galiba. İkinci Dünya Savaşını görmüş, belki hatta savaşmış (bunu da sorduğumu anımsamıyorum) bir adamın iki Almanya'nın birleşiyor olmasından duyduğu mutluluğu bozacak en ufak bir şey yapmamaya kararlıydım sanırım. Özetle, ben duvarın yıkılış haberini ilk duyduğumda çok bireysel biçimde reaksiyon verdim.
Sonraları üzerinde epey düşündüm. Duvar fikri bana hep kötü geliyor. Ulus-devletlerin ya da blokların kendi gözetimlerini sağlamak ve arttırmak için zora başvurmasını olumlu gösterecek hiçbir gerekçe bana yakın değil. Duvar bir pasif savaş hali. Ben savaşa karşıyım.
Ama duvarın yıkılışının simgesel anlamı duvarın yapılışı kadar alçakça.
Duvarın yıkılışını simgesel olarak küreselleşme diye sloganlaşan ileri kapitalizmin başlangıcı olarak alırsak, bunun soğuk savaş döneminden çok daha büyük ölçeklerde insanların ve doğanın sömürülüp, yok edilmesine hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu açıdan, bence hepimiz duvarın altında kaldık.
Türkiye sosyalist hareketi diye homojen bir hareketten söz etmek mümkün mü?
Evet, herhalde Sovyet yanlısı olanlar çok daha ciddi ve farklı boyutlarda travma yaşadılar. Yeni mücadele biçimlerini geliştiremediğimiz sürece molozlardan başımızı çıkartabilmemiz de güç.(BÇ)