1993 yılında kendi bestelerinden oluşan “Deniz Koydum Adını” adlı albümün üzerinden 29 yıl geçti. Müzik hayatlarında daha öncesi olmakla birlikte Metin Kemal Kahraman adıyla çalışmalarını bu albümle duyurdular. Aradan geçen yıllar içinde hem kendi bestelerinden hem de araştırma ve derleme çalışmalarından oluşan bir çok albüm yayınladılar.
En son albümlerini yayınlamanın üzerinden 11 yıl geçen Metin Kemal Kahraman pandemi sürecinde 4 ayrı albüm hazırladı. "Sümbülteber" ilk albüm olarak hazırlanıp bu albümün ilk şarkısı olan "Ey Kör" 8 Nisan'da dijital platformlarda dinleyicinin beğenisine sunuldu. Metin Kemal Kahraman'ın bestelerinden oluşan bu albümün diğer şarkıları da belli aralıklarla yayınlanacak.
Metin Kemal Kahraman adıyla sürdürdükleri müzik hayatlarının 29. yılını geride bırakıp 30. yıllarına girmeye hazırlanıyorlar. 30. yılına girmeden bir ön 30. yıl söyleşisi olan bu söyleşide, Kemal Kahraman ile uzun bir aradan sonra yayınladıkları beste albümünü ve bundan sonraki çalışmalarını, Zazaca müziğinden Dersim’le ilgili yaptıkları araştırma – derleme çalışmalarına, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gündeminden müzik hayatları dışında neler yaptıklarına dair pek çok sorunun cevapları var.
"Müzik dinlemenin ritüel tarafını yeniden keşfetmemiz gerekiyor"
Uzun bir aradan sonra kendi bestelerinizden oluşan “Sümbülteber” adında bir albüm hazırladınız. “Sümbülteber”deki bütün eserleri birlikte yayınlamaktan ziyade, tek tek şarkılar halinde yayınlayacaksınız. Dinleyici ile sanatçılar arasındaki ilişkiye etkisi ne oluyor, albümün hepsini yayımlamak yerine, tek tek şarkıları belli aralıklarda yayımlamak?
Şarkıların tek tek yayımlanması, bugünün medya araçlarıyla mecburi bir durum. Kimse albüm yayımlamıyor artık. Çünkü artık plak, kaset ya da CD gibi somut bir taşıyıcı kalmadı. Ve bu yeni durum tabii ki dinleme adabını da değiştirdi. Eskiden sevdiğiniz bir müzisyenin albümünü dinlemenin ritüel bir tarafı vardı. Kasetçiye gidip edinmenizden evinize gelip dinlemenize kadar, o albümle baş başa kaldığınız uzun bir zaman vardı.
*Berlin Konseri (2007) (Metin Kemal Kahraman Arşivi)
Şimdi kimsenin böyle bir şeye zamanı yok. Şarkılar siz istemeseniz de on binlerce alternatifiyle birlikte sosyal medyada gezinmenizle önünüze düşüyor. Hatta YouTube ya da Spotify sizin için seçimler yapıyor, listeler hazırlıyor. Bu durum dinleyici olarak hepimizde bir şarkıyı 5 – 10 saniye dinleyip karar verme keyfiyeti veya telaşı yarattı.
Hatta bu değişiklik besteleme süreçlerini de etkiliyor. Yani yeni bir şarkı yazma sürecinde besteciler, eskiden sanki bir duygu, bir düşünce dünyasını müzik denilen medyumla en doğru nasıl anlatabilirim motivasyonuyla yazarlarken, bugün şarkının ilk 5 – 10 saniyesinde dinleyiciyi yakalama baskısıyla, diyelim böylesi teknik bir mesele baskısıyla yazıyorlar.
Öyle görünüyor ki, müzik dinlemenin sözünü ettiğimiz ritüel tarafını, bugünkü dinleme adabı içinde yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
Ömer Hayyam’ın aynı adlı rubaisinden bestelenen “Ey Kör” ile açılışı yapmanızın özel bir sebebi var mı?
Özel bir sebebi yok. Şu an bütün şarkılar kayıt edilmiş durumda ama düzenlemeleri tamamlanmış değil. Şarkılar arasında Ey Kör tamamlanmış, yayımlamaya hazır şarkılardan biriydi. Bu sebeple onunla başlamış olduk.
Albümün geri kalan şarkıları için nasıl bir kompozisyon ve resim gelecek dinleyicinin önüne?
Bu albümde Veré çeveré sıma de / Sizin Kapıların Önünde isimli bir Zazaca bestemiz var. Büyük ihtimalle Mayıs ayı başında 2. şarkı olarak onu yayımlayacağız. Ey Kör dışında bir Hayyam rubaisi daha var, Metin’in bestelediği; “Denizde Boğulan” adında. Bunun dışında Kırlardan Geliyorlar isimli bir Turgut Uyar şiiri ve Yıldızlı Bir Gece isimli bir Metin Altıok şiiri var. Geri kalan şarkılar bizim ya da yakın çevremizden bazı arkadaşlarımızın yazdığı sözlerden yapılmış besteler.
Bu süre zarfında 4 albüm hazırladığınız bilgisini paylaşmışsınız basın metninde? Biraz bahsedebilir misiniz?
Bu 4 albüm fikri pandemi sürecinde iş, güç, konserler imkansızlaşınca, “Bari yıllar içinde birikmiş işleri çalışalım” kararıyla ortaya çıktı. Bir taraftan birikmiş besteler, diğer taraftan da derlemeler vardı. Ve bir türlü bunları kaydetmek için zaman yaratamıyorduk. Pandemi süreci bunlara zaman ayırma fırsatı sundu. Hepsini pilot olarak kaydettikten sonra bunların 4 albüm olarak yayınlanması fikri olgunlaştı.
İşte Ey Kör ile ilk şarkısını yayınladığımız Sümbülteber özgün bestelerden oluşan bir albüm. Daha önceki albümlerde yer almalarına rağmen yeniden yorumlamak istediğimiz bazı bestelerimizle bazı geleneksel türkü ve deyişler Telden Tele ismiyle ikinci albüm. Halaylarla birlikte derlemelerden oluşan aşk ve iş şarkıları üçüncü albüm. Ve son olarak da yine derlemeler arasında yer alan ve Alevi müzik geleneğinde özel bir yer tutan mesellerden biri olarak İbrahim Peygamber ile Çoban Hikayesi de tek başına bir bütünlük olarak dördüncü albüm.
“Yaptıklarımız, yapamadıklarımızın yanında devede kulak”
Öncesi de olmak üzere, 30 yıla yakındır Metin Kemal Kahraman olarak müzikle uğraşıyorsunuz. Önümüzdeki sene “Deniz Koydum Adını” albümünüzün yayınlanmasının 30. yılı olacak. Bu 30 yıla sığdırdıklarınız, yaptıklarınız ve yapamadıklarınız çerçevesinden baktığınızda, 30 yıllık müzik hayatınızı en kısa ve öz nasıl ifade edebilirsiniz?
30 yıllık yolculuğu, başlarda el yordamıyla kendi sözünü, tarzını, üslubunu arama ve zaman içinde bulduktan sonra da bu sözü hak ettiği şekilde söylemeye çalışma süreci olarak değerlendirebiliriz.
Sorunuzun “yapamadıklarınız” kısmına gelince, ne yazık ki yaptıklarımız, yapamadıklarımız yanında devede kulak kalır. Bildiğiniz gibi bizim Dersim sözlü kültürünü derleme ve araştırma sürecimiz, sadece müzikli örneklerle sınırlı değildir. Yani müzikli ürünler yanında masallar, hayat hikayeleri, 1. Dünya Savaşı, 38 Katliamı gibi yakın siyasi tarihe dair tanıklıklar, şifacılık bilgileri vb. bütün sözlü hafızaya dair birikimi içeriyor. Bunlar zaman içinde belki 2 – 3 bin saatlik ciddi bir kayıt arşivi oluşturdu.
*Metin Kemal Kahraman, Seyid Mahmut Yıldız ile (Metin Kemal Kahraman Arşivi)
Bu kaydetme, anlamaya çalışma sürecinde öğrendiklerimiz, bizi bu toprakların kültür tarihine dair masa başında üretilmiş ezberlerden çok öte bir yere taşıdı. 30 yıldır devam eden bir öğrencilikle çok önemli bir sözlü kültür, sözlü hafıza tedrisatından geçmiş olduk. Ne kadar yoksullaştırıldığımızı kendi hikayemiz içinde yaşayarak öğrenmiş olduk. Dolayısıyla, sadece 3 - 5 albümle temsil olunan bir üretme sürecinin yetersizliği açıktır. Bütün bu birikimi bir Sözlü Kültür Kütüphanesi’ne dönüştürmek, belki Matematik Köyü gibi bir köyde hem yaşamak, hem de Dersim sözlü kültürüne, Aleviliğe dair çeşitli araştırmalar, seminerler, geziler düzenlemek en büyük iş olurdu. Yani 30 yıllık süreçte birikmiş bütün kayıt arşivini, hatta bu konuda çalışan bütün arkadaşlarımızı dahil ederek herkes için bir kaynağa dönüştürmek en büyük iş olurdu. Bunu henüz gerçekleştiremedik.
“Müzik hayatımız Ferfecir öncesi ve sonrası diye ayrılır”
Metin Kemal Kahraman olarak birlikte çalışmaya başlamadan önceki dönemleri de katarsak, müzik hayatınızı belli başlı dönemlere ayırmanızı istesem, nasıl bir resim çıkar önümüze?
Ferfecir albümü bizim müzik hayatımızda bir dönüm noktasıdır. Bu yüzden müzik hayatımızı iki dönem olarak görebiliriz. Ferfecir öncesi ve Ferfecir sonrası. Ferfecir öncesini sancılı bir arama süreci olarak, Ferfecir ve Ferfecir sonrasını da sözünü boşluğa söyleme kararlılığının ifadesi olarak değerlendirebiliriz.
Beste albümleriniz arasından bir liste yapmanızı istesem, hangisini ilk sıraya yerleştirirsiniz? Ve neden?
Deniz Koydum Adını ve Ferfecir albümlerini ilk sıralara yazardım. Deniz Koydum Adını, Türkçe besteler anlamında 90’lara gelindiğinde, artık biraz sahiciliğini yitirmiş solcu müzik üretme pratiği içinde sloganlardan öte, insana değen şarkılarla devam etme ısrarı taşıdıkları için önemlidir. Zazaca şarkılar anlamında da o güne kadar sürekli kan kaybeden Zazaca söyleme geleneğine gerek söz, gerek melodi, gerekse de düzenlemeler anlamında kendi zamanı içinde bir yenilik, tazelik getirdiği için özel bir yere koyarım.
Ferfecir’i ise bizim üretme sürecimizde o güne kadar biraz karanlıkta el yordamıyla yürünmüş bir kendi sözünü, tarzını, üslubunu arama sürecinden sonra, kendini ve kendi sözünü, üslubunu bulmuş olmanın örneği olarak özel bir yere yerleştiririm.
“Şahmaran her hangi bir masal değil”
Araştırma – derleme çalışmalarınızda Dersim coğrafyasında yaşananlara mercek tutmaya çalışıyorsunuz. Sanatçı ve o coğrafyanın insanları Metin Kemal Kahraman olarak bu sürecin şu aşamaya kadar olan kısmı için neler söyleyebilirsiniz?
Kendi çalışmalarımız açısından bakarsak, 1997 yılında Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor isimli dokumanter albüm otantik alan kayıtlarıyla Dersim Müziğini örnekleyen ilk çalışmadır. 2001 yılında yayınladığımız Ercan ve Deniz / Davul – Gırnata, ve Zeynel Kahraman’ın Melem Tiya albümleri yöresel müzik anlamında enstrumanlarında virtüoz olan solist müzisyenlerin külliyatını örnekliyordu.
Bunun dışında Çeveré Hazaru, Şahmaran ve Maviş Güneşer albümü olarak yayınlanan Ax de Vaji albümleri her biri başka alanları örneklese de, konu edindikleri temalara sözlü kaynaklar perspektifinden bakarak kurulmuş albüm – kitapçıklardan oluşur.
Yani Çeveré Hazaru, cem – cemaatlarda Zazaca, Kürtçe ve Türkçe deyişler, yakarılar, çağrılar, dualar, gülbengler, semahlar, methiyeler, devriyelerle Dersim Alevi literatürünü örnekleyen ve daha da önemlisi bütün bu müzikli örneklerin dayandığı ifade ve semboller üzerinden Alevilik öğretisini anlamaya çalışan bir albüm – kitapçıktır. Çünkü sözlü hafızayı yazının kaynaklarına dayalı olarak yazmaya çalışmak yazı’yı fetişleştiren modern bir önyargıdır.
Şahmaran, kadim bir masalı Dersim’den derlenmiş sözlü versiyonlardan bakarak anlamaya çalışmak, yazılı versiyonlarla kıyaslayarak aralarındaki kurgusal farklara dikkat çekmek amacıyla çalışılmıştır. Çünkü Şahmaran her hangi bir masal değil, kadim bir öğreti kurgusudur ve gerçekten de sözlü versiyonlar üzerinden bakıldığında, masalı bambaşka bir derinlikle anlamamıza imkan sunan köklü farklarla karşılaşırız.
“Zazaca’nın artık geçmişte kaldığı düşünülüyordu”
Bu araştırma ve derleme çalışmasına başlarkenki motivasyonunuz neydi? Amaçladıklarınızın ne kadarını gerçekleştirebildiniz?
Metin – Kemal Kahraman olarak 90’lı yıllara denk gelen ilk çıkışımızı düşünürseniz, o zaman Zazaca söyleme geleneği açısından gittikçe kan kaybeden bir süreç vardı. Çok saygıdeğer çabalara rağmen durum böyleydi. Mesela geleneğin önemli taşıyıcıları olarak evet, Sılo Qız, Qemero Areyiz, Zeynel Kahraman, Usıvo Zurneçi, Hüseyin Doğanay, Hıdır Akgül gibi müzisyenler hala aktifti. Bunun yanında Memed Çapan, Ozan Serdar, Kadri Karagöz, Daimi Cengiz, Yılmaz Çelik gibi müzisyenlerin gerek melodik zenginlik anlamında gerekse düzenlemeler anlamında daha çağdaş tarz ve üslupları deneyen arayışları vardı. Ama yine de Zazaca ve Zazaca söyleme geleneği sürekli kan kaybediyordu. Çünkü biz de dahil yeni kuşaklarda Zazaca’nın artık geçmişte kalmış, hatta bugünün şehir hayatını, “modernite insanını” (?) anlatamayacak bir dil olduğuna dair cahilce bir önyargı vardı.
*Metin Kemal Kahraman Arşivi
Bizler Cumhuriyet sosyalizasyonundan geçmiş kuşaklarız. Cumhuriyet milliyetçiliği, Türk – İslam sentezi dışındaki bütün dil, inanç ve etnisite gruplarını düşman görmek üzerine kurulu bir ideolojidir. Ümmetçilik ve milliyetçilik tercihleri arasına sıkıştırılmış bir ideolojik hafızasızlık her geçen dönem biraz daha pekişerek büyüyor. Sorsanız, biz kültür milliyetçisiyiz derler; bir insanın kendi dilini, kültürünü sevmesi nasıl kötü bir şey olur derler. Sanki düne kadar “Kürt yoktur, kart – kurt vardır”; “Vatandaş Türkçe” konuş diye teoriler üreten, kampanyalar yapan; “Alevilik putperesettir, zındıktır, “mülhiddir” ya da “Sunnilik yazılı kaynakları belli olan Ortodoks bir Müslümanlıktır, orijinaldir, Alevilik ise eklektik, senkretik, heterodoks, kısacası derme çatma bir öğretidir, Şaman köklerin taşıyıcısıdır, en hakiki Türk kültürüdür, Köy Bektaşiliğidir” gibi teoriler bu sevgi dolu milliyetçiler ve dinine sadık ümmetçiler değilmiş gibi. Böyle de bir riyakarlık var.
Ümmetçilik de milliyetçilik de bu toprakların kadim çeşitliliğine, dolayısıyla derin kültürel hafızasına düşmanlık üzerine kurulu yıkım hareketleridir. Her dil güzeldir. Her dilin, kültürün insanlığa kattığı bir derinlik vardır. Her dil bütün alemi ve oluşu yeniden kurmamıza, anlamamıza imkan sunan insanlık penceresidir. Bu yüzden kendi dilini, kültürünü sevmek bir erdemdir.
Ancak böyle sevgi üzerine kurulu bir sahiplenmenin zerresini göremezsiniz. Milliyetçilik perspektifiyle kurulmuş TDK her şeyden önce Türkçe’yi hallaç pamuğu gibi savurmuş, hafızasızlığa mahkum etmiştir. TTK kendi kültürel hafızasını yerle bir emiş, Anadolunun hiçbir bölgesinde Türkler arasında otantik temsili olmayan Ergenekon, Bozkurt, Dede Korkut hikayeleriyle yeni bir hafıza kurmuştur.
"90'larda Zazaca için yıkım sürecinin en ağır şekli yaşandı"
Kendi dili dışındaki dilleri, kültürleri aşağılamak, onlara düşmanca davranmak milliyetçilik ideolojisinin temel varoluş reflekslerinden biridir. Milliyetçilik, on binlerce yıl geriye giden insanlık tarihinde, sadece son 200 yıl içinde peydahlanmış bir modernite ideolojisidir ve temelinde sevgisizlik, daha doğrusu nefret vardır.
İşte 90’lara gelindiğinde, bütün bu yıkım sürecini en ağır şekilde yaşamış bir Zazaca ile karşı karşıyaydık. Dili, evde konuşulduğu kadarıyla hasbelkader öğrenmiştik. Dolayısıyla bu öğrenmişlik hemen bir önceki kuşak olarak annelerimizin, babalarımızın konuştuğu düzeyle kıyaslandığında devede kulak sayılmayacak kadar yoksul ve kekemeydi.
*Metin Kemal Kahraman Arşivi
90’ların politik ortamı, Kürtçeyi öne çıkarmıştı. Kürtçe’de tanınmış önemli isimler vardı; Şivan Perver, Nizamettin Ariç, Ciwan Haco gibi popüler sanatçılar yanında, henüz bugünkü kadar yıkıma uğramamış dengbejlik geleneğini sürdüren büyük isimler vardı. Onlarca tv, radyo, gazete ve yayın yapılıyordu. Ve bu süreç Zazalar, Lazlar, Araplar’da da, özellikle gençler arasında bir kendi diline, kültürüne sahip çıkma eğilimi yaratmıştı. Biz de bu dalganın içindeydik ve kendi ana dilimizde de müzik yapmak istiyorduk. Bu yüzden kendi dilimizin ana taşıyıcılarına geri dönmek, bu dilde yazılmış köklü şarkılara, ağıtlara, masallara, dualara, beyitlere dönmek, bizim için mecburiydi. Bu dilin sözlü kütüphanelerine gitmemiz gerekiyordu. Yaşlılara dönmek, onları kaydetmek böyle bir ihtiyaçtan doğdu.
“Zazaca müzik son yıllarda tekrara düşüyor”
Modern Zazaki müziğine dair neler söyleyebilirsiniz? Bu alanda yapılan üretimlere dair neler düşünüyorsunuz? Zazaki müzikle ilgilenmek isteyen yeni kuşak müzisyenlere, sanatçılara neler önerirsiniz?
Ben modern kavramını pek sevmiyorum. Çünkü modernite, sizden bütün kültürel aidiyetinizi değiştirmenizi, yeniden formatlamanızı isteyen bir ideolojidir. Sorduğunuz bağlamda çağdaş kavramı belki duruma daha uygun olur. Bu çerçevede çağdaş Zazaca müzik alanında eskisiyle kıyaslanmayacak kadar çok sanatçımız var artık. Gençler arasında da bu yönlü eğilimler güçlü. Hatta kendi ana dilini bilmeyen ama bu dilde müzik yapan gençler bile var. Üretimlerde ise bir tıkanma var sanki. Bu son yıllarda biraz fazla kendini tekrara düşüyor galiba çıkardığımız işler. Ama gençlerden umutluyum. Ayakları, yaşadığı zamana dayanan ama geleneği de iyi bilen bir birikimle yetişen genç müzisyenlere ihtiyacımız var; tabii bir de çok çalışkan, çok emek veren müzisyenlere.
“Tek bir Zazaca yaratmalıyız yaklaşımından uzak durulmalı”
UNESCO’nun “Kaybolmakla Yüz Yüze Olan Diller Atlası”na göre, Zazakî de bu kategoride yer alıyor. Müzik bu durumdan çıkış için bir rol oynayabilir mi? Başka neler yapılabilir?
Zazacanın kendini tanıtması ve bir değer olarak kabul ettirmesinde müzik, bugüne kadar kimsenin inkar edemeyeceği kadar büyük bir rol üstlendi. Fakat bir aydın uyanması olarak Zazaca yayıncılığın başladığı 70’li yıllardan başlayarak düşünürsek, açık ki, bu çaba ne kadar önemli bir hizmeti gerçekleştirmiş olsa da sonuçta Zazacanın UNESCO raporuna girmesini engelleyememiştir. Yani içinde bulunduğumuz 2022 yılında da, üstelik gittikçe derinleşmiş olarak bu tehlike devam etmektedir.
*Metin Kahraman Ozan Usivo Zuneciyo ile birlikte (Metin Kemal Kahraman Arşivi)
Başka neler yapılabilir, sorunuza cevap vermeden önce nelerin yapılmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Yapılmaması gereken en önemli şey, meseleye milliyetçilik perspektifiyle yaklaşmamaktır. Yani milliyetçilik şablon ve önyargılarıyla meşrulaşmış bir yaklaşım olarak, bütün lehçeleri birleştirmeliyiz, tek bir Zazaca yaratmalıyız gibi yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Her ne kadar gerek Alevi gerekse Sunni Zazalar arasında bu milliyetçilik yaklaşımı çok fazla rağbet görmemiş olsa da bu alanda çalışan aydınlarımızın bireysel angajmanlarıyla bu türden ürünler ortaya çıkabiliyor.
"Sözlü Kültür Kütüphaneleri kurulmalı"
Mesela, dil bilimi okumuş bir arkadaşımız Zazaca gramer kitabı yazıyor, Zaza meselesine milliyetçilik perspektifinden baktığı için, her lehçeden bir şey alarak yapay bir gramer kitabı yazıyor; kendisinden başka kimse anlamıyor, hiçbir lehçeye uymuyor. Bir diğeri Zazacayı kendi bildiği kadarıyla sınırlı sanıp bizde şu kelime yok, bu kelime yok deyip TDK’nın Türkçede yaptığına öykünüp masa başında habire yeni kelimeler uyduruyor. Bunlar henüz özgün zenginlikleri keşfedilmemiş bir dilin, kültürün hafızasıyla oynama girişimleridir.
Her şeyden önce, bütün ağız ve lehçeleri en otantik kaynaklarından derleme, kaydetme sürecini kurumsal olarak organize etmeliyiz. Bu konuda devletten bir şeyler beklemekten ve şikayet etmekten de vazgeçmeliyiz. Mesela belediyelerimiz bu konulara bütçe ve personel ayırmalıdır. Her ağız ve lehçede yapılmış kayıtları, Sözlü Kültür Kütüphaneleri olarak kurumsallaştırmalıyız; başvuru kurumları yaratmalıyız. Ayrıca yine belediyeler aracılığıyla, mesela Ovacık Belediyesi Ovacık ağız ve lehçesinde, Pülümür kendi ağız ve lehçesinde, Hozat kendi ağız ve lehçesinde kurslar organize etmelidir. Bunun yanında mesela Palu Zazaları kendi ağız ve lehçelerinde, Siverek Zazaları kendi ağız ve lehçelerinde, Diyarbakır Zazaları kendi ağız ve lehçelerinde dil eğitimi yapmalıdır. Bunu uygun başvuru ve öğrenme kaynakları yaratmalıdır.
*Metin Kahraman (2006 - İstanbul) Foto: Ferid Demirel
Yani bu çeşitlilik ve çokluk, bir fikir ürünü olarak dilin kurgusunu ve felsefesini anlamada çok önemli referanslar sunar. Bu kuşağın yerine getirmesi gereken en önemli sorumluluk budur. Sonra bu lehçelerden ortak bir dil gelişir mi, bütün bu zenginlikler kelime hazinesi olarak da tesbit edilmiş olduğuna göre yeni kelimeler uydurmak gerekir mi, gerekirse bunu dilin hangi imkanları temelinde yapmalıyız soruları bu çalışmalardan sonra düşünülebilecek şeylerdir. Önce dil bütün imkan ve zenginliği ile otantik kaynaklara dayalı olarak tesbit edilmelidir.
“İktidar önemli meslek kurumlarının hepsine müdahale etti”
Pandemi, ekonomik kriz, ifade özgürlüğü önündeki engeller, Türkiye’de gündemin en üst sıralarında yer alıyor. Bunlar sizlere ve müziğinize ne kadar etki ediyor?
Herkesi etkilediği gibi tabii biz müzisyenleri de etkiliyor. Hatta iktidarın müzik ve müzikli mekanlarla olan ideolojik sorunu göz önünde bulundurulursa, müzisyenleri biraz daha fazla etkiliyor demek, yanlış olmaz. Sadece pandemi döneminde 100’ün üzerinde müzisyenin intihar ettiği söyleniyor. Pandemi sürecinde birçok sahne sanatı devam ederken konserler tamamen yasaklandı. Bugün de her alanda tedbirler gevşetilirken müzikli mekanlarda en geç saat 12’ye kadar müzik olabilir sınırlaması, hala kaldırılmıyor.
İktidar, bütün muhalif medyayı acımasız bir saldırı süreciyle neredeyse tamamen susturdu. Diğer taraftan, bütün gücüyle kendi yalanı dışında her şeye kapalı yandaş medya oluşturdu; bir yalan cehenneminde hakikat tamamen boğuldu. Devlet televizyonları da tamamen propagandatif yayına alet ediliyor. Ergenekon’dan Selçukluya, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti tarihine bütün siyasi tarih, diziler üzerinden yeniden yazıldı. Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi, Kürt meselesi vs her türlü siyasi mesele dizilerle anlaşılıp formatlandı. Yani politize edilmemiş bir alan kalmadı.
*Metin Kemal Kahraman Arşivi
Önemli meslek kurumlarının hepsine müdahale edildi. Tabipler Odası bizzat Erdoğan ve Bahçeli tarafından terörist ilan edildi. Barolar Birliğine olduğu gibi MESAM gibi müzisyen kurumlarının yönetimlerine kadar müdahale edildi. Baroyu böldüler. MESAM seçimlerinde 2 kere başarısız olmalarına rağmen kayyum atamalarıyla seçim sonuçlarını hiçe saydılar. Her yere “ya bendensin ya düşmanımsın” ikiliğini soktular. Böyle bir fetih anlayışıyla saldırdılar. Bugün, birçok müzisyen hiçbir sosyal güvencesi olmadan yaşıyor, her yıl mesela milyonlarca liralık yurtdışı telifleri meslek kurumları tarafından kararlı bir mücadele ile savunulamadığından o ülkelerin meslek kurumlarının kasasında kalıyor. Daha bunun gibi birçok mesleki sorun varken, meslek örgütleri bu tür iç mücadelelerle enerjisini tüketiyor.
“Dersim’de bağ bostanla uğraşıyoruz”
Metin Kemal Kahraman’ı hep müzik hayatlarıyla biliyor tanıyoruz. Müzik dışında hayatınızda neler yapıyorsunuz? Neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Son yıllarda Dersim’deki köyümüze gidip birkaç ay kalmak, bağ – bostanla uğraşmak, en fazla yaptığımız iş. Köylere, mezralara dönüş gittikçe artıyor Dersim’de. Biz de aile olarak kendi mezramızda bir ev yaptırdık. Ceviz fidanları diktik Metin’le. Onlarla uğraşıyoruz. Metin ayrıca Dersim genelinde doğal tarım yapılması konusunda girişimcilere aktif destek veriyor. Kendisi de nohut, kara kılçık ya da siyez buğdayı ekimiyle uğraşıyor.
Bir süre önce kanser teşhisi kondu size ve şu anda tedavi oluyorsunuz. Son durumunuz nasıl?
Tedavi süreci başarılı bir şekilde devam ediyor. Son üç doz kemoterapi seansım kaldı. Yani Mayıs ayı ortasına kadar üç hafta daha gidersem tedavi sürecim tamamlanmış olacak. Sonra aşı tedavisi için Küba’ya gitmeyi de düşünüyorum. (FD)