Bugün 30 Eylül Dünya Çeviri Günü. Bugün "Biz çevirmezsek dünya dönmez" diyenlerin, fakat hâlâ çoğunlukla "görünmez" oldukları ölçüde "makbul" görülenlerin günü.
O zaman bu günü kutlamanın belki de en güzel yolu toplumun kendisine biçtiği rolü kabul etmeyen, tüm beklenti ve kalıplara karşı kendi yaratıcılığını ve üreticiliğini ortaya koyan bir çeviri pratiğinden, feminist çeviriden konuşmak olacak.
Çeviri(bilim)de feminist görüşlerin gündeme gelmesi 1970'lerde Kanada'da bir dizi çevirmen ve çeviri kuramcısı kadının uygulamaları sayesinde oldu.
Prof. Dr. Şehnaz Tahir Gürçağlar'ın Kelimelerin Kıyısında: Türkiye'de Kadın Çevirmenler [1] kitabında da belirttiği gibi, özellikle iki çevirmen kadın Türkiyeli okurların feminist çeviriyle tanışmasını sağladı.
Bu çevirmenlerden ilki Valerie Solanas'ın SCUM Manifestosu'nu Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu adıyla çeviren Ayşe Düzkan'dı. Onu, Hanne Blank'in Virgin: The Untouched History kitabından yaptığı Bekâretin 'El Değmemiş' Tarihi başlıklı çevirisiyle 2008 yılında Emek Ergun izledi.
Peki, biz bir okur olarak toplumsal cinsiyet-çeviri ilişkisinden ve feminist çeviri kavramından ne anlamalıyız? Feminist çeviri ya da çevirmen dile ve kaynak metne nasıl yaklaşır? Erek metni, yani çeviriyi ne tür yöntemler ve stratejiler kullanarak oluşturur? Bir çeviriyi feminist çeviri yapan nedir?
ABD'nin North Carolina at Charlotte Üniversitesi Kadın Araştırmaları ve Global Araştırmalar bölümlerinde çalışmalarını sürdüren Yard. Doç. Dr. Emek Ergun ile toplumsal cinsiyet-çeviri ilişkisini ve feminist çeviriyi konuştuk.
"Çevirmen karmaşık bir ilişkiler ağının ürünüdür"
Çok temel bir yerden başlayacak olursak, bir çevirmen için toplumsal cinsiyet ne ifade eder? Toplumsal cinsiyet-çeviri ilişkisinden genel hatlarıyla ne anlamalıyız?
Dillerarası ve kültürlerarası iletişimin ve etkileşimin kilit öznesi olan çevirmen, cinsiyet normlarıyla örülmüş karmaşık bir ilişkiler ağının ürünüdür ve o ilişkiler ağında söz üretir. Çeviri de o ilişkiler ağı içerisinde üretilir ve söz üretir. Yani çevirmenin de çevirinin de cinsiyeti ve mevcut cinsiyet ekonomisinde oynadığı yapıcı ya da bozucu bir rolü vardır.
Cinsiyetin toplumsal ve politik bir kurgu olduğunu, bu kurgunun konuştuğumuz dil üzerinden kurulduğunu ve misojinist (kadın düşmanı) yapılanmalara yol açtığını bilen, yani feminist farkındalık geliştirmiş bir çevirmen, üstlendiği çeviri projeleriyle cinsiyet kurgusuna, normlarına ve ilişkilerine müdahale etmeye çalışır.
Mesela dilde cinsiyetçi kullanımları reddeder, cinsiyetçiliğe (ve ırkçılık, homofobi gibi diğer iktidar ilişkilerine) karşı geliştirilmiş kuramları yerel okurla tanıştırır, farklı cinsiyet kurgularına ve deneyimlerine dair hikayeleri kendi kültürüne taşıyarak yerel cinsiyet kodlarına karşı bir yabancılaşma ve iç sorgulama başlatır, cinsiyetçilikle mücadele eden farklı yerlerden feministlerin birbirleriyle dayanışmasını ve feminist direniş hareketlerinin küresel düzlemde yayılmasını sağlar.
Kısacası feminist hassasiyetleri olan çevirmen cinsiyeti değiştirilemez bir gerçek olarak algılamaz; tam tersine, cinsiyet kurgusunun hayatlarımız üzerinde kurduğu kimi zaman kanlı tahakkümü görünür kılıp ona karşı eleştirel bir bakış açısı ve "düzen bozucu" eylemler geliştirmemize yardımcı olur.
"Asla okurdan gizlenmeyen feminist müdahaleler"
Çeviride toplumsal cinsiyet kavramı ve feminist çeviri(bilim) çalışmaları dünyada ilk ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Feminist çeviri kavramını bizim için biraz açabilir misiniz?
Çeviribilim literatürüne baktığımızda, doğrudan "feminist çeviri" olarak adlandırılan kuram ve pratiklerin ilk olarak 1970'lerde Kanada'da, Quebec bağımsızlık hareketiyle ikinci dalga feminist hareketin kesişiminde ortaya çıktığını görürüz. Kanada'nın o zamanki karmaşık politik ortamında, İngilizcenin ve eril dilin ortak hegemonyasına karşı İngilizce-Fransızca düzleminde yapılan bu feminist çeviriler son derece deneyimsel ve tartışmalı çalışmalardı.
Bu çevirmenlerin dilde cinsiyetçiliği sürdürmemek adına orijinal metne yaptığı (ama asla okurdan gizlemediği) feminist müdahaleler, çevirmenin metindeki görünürlüğünde ısrar eden tutumları, orijinal metne sadakat gibi kemikleşmiş çeviri ilkelerini çevirinin politik gücü çerçevesinde yeniden tanımlamaları, hem geleneksel çeviribilimcilerden ve çevirmenlerden çok tepki aldı, hem de çevirinin kültürel ve politik dönüşümlerde oynadığı önemli rolü göz önüne sererek çeviribilimde ve çeviri dünyasında yepyeni bir kuram, araştırma ve uygulama alanı açtı.
Tabii ki bu, feminist bilinçle yapılan çevirilerin ille de ilk kez Quebec'te uygulandığı anlamına gelmez ama bilindiği kadarıyla politik bir çeviri kuramı olarak "feminist çeviri" ilk orada isimlendirildi. Oradan da başka yerlere yayıldı.
"Gündeminde sadece cinsiyetçilik yok"
Bir çevirmenin feminist kimliği yaptığı çeviriye nasıl yansır? Feminist çeviri ya da çevirmen dile ve kaynak metne nasıl yaklaşır? Erek metni, yani çeviriyi ne tür yöntemler ve stratejiler kullanarak oluşturur?
Bu soruya cevap vermek için önce feminist kimliğin tek ve sabit bir şey olmadığını söylemek lazım. Nasıl ki genel olarak "kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi" diye tanımlayabileceğimiz feminizmin gerçekte birçok tanımı, çeşidi, kuram ve uygulaması var, politik bir eylem (bir tür aktivizm) olarak düşünebileceğimiz feminist çevirideki çeşitliliği tanımak da önemli. O yüzden ben bu soruya kendi feminist duruşumu örnek alarak cevap vereceğim.
Benim için feminist çeviri metin seçimiyle başlıyor. Feminist bir metin mi? Kimin eseri? Çevrilmesi neden önemli? Bu çevirinin feminist harekete katkısı olur mu? Tabii bu soruların metin seçimi konusundaki belirleyiciliği benim feminizmi nasıl algıladığımla yakından ilgili.
Benim için feminizm hem yerel hem küresel düzlemlerde eşzamanlı yürütülen, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların birlikte özgürleşmesini hedef alan çoklu, çoksesli bir eşitlik ve adalet mücadelesi.
Yani gündeminde sadece cinsiyetçilik değil, ırkçılık, kapitalizm, homofobi, transfobi, milliyetçilik, emperyalizm gibi her türlü sistematik ayrımcılık ve şiddete karşı bir duruş ve mücadele var.
"Kültürlerarası bir yeniden söyleme sanatı"
Benim feminist çeviriyle tanışmamın 2004-2005 yıllarında Pazartesi dergisine yaptığım çevirilerle başlaması bir tesadüf değil aslında çünkü feminizm konusunda "kesişimsel" (İngilizcesi, Amerikalı siyah feministlerin geliştirdiği bir kavram olan intersectional) denilen bu geniş kapsamlı bakış açısını geliştirmemde Pazartesi'nin rolü büyük (ki sonradan Amerikalı siyah feministlerin derinden beslediği bir duruş oldu bu benim için).
Bu çerçevede benim için feminist çeviri, ötekileştirilen ve ezilenlere hizmet eden, onların farklı hikayelerini birbirleriyle buluşturup aralarında köprüler kurarak dayanışma alanları açan kültürlerarası bir yeniden söyleme sanatı.
Mesela son olarak çevirdiğim Amerikalı siyah kadın bilim-kurgu yazarı Octavia Butler'ın klasikleşmiş romanı Kindred'i (Yakın: İthaki Yayınları) çevirmemin nedeni, Türkiye'deki ezilen halkların direniş mücadeleleriyle Amerikalı siyah kölelerin hayatta kalma hikayeleri arasındaki ortaklaşmayı vurgulamaktı.
Ya da mesela Galisyalı yazar Séchu Sende'nin Made in Galiza adlı öykü kitabının, çevirmen İrfan Güler'in girişimiyle Türkçeye ve Kürtçeye çevrilmesi örneğini düşünün (Di xewnan de jî ez ê zimanê xwe winda nekim ve Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim: Avesta Yayınları). Birbiriyle belki de hiç doğrudan bağlantısı olmayan iki ezilen halkın çeviri yoluyla politik ortaklıklarını görmesini sağladı bu çeviri projesi ve halklar arası dayanışmanın önünü açtı.
Benim gözümde bunlar feminist çeviri örneği çünkü adalet ve dayanışma arayışıyla yapıldılar. Bu nedenle feminist çeviride, kitaplara eklenen önsöz, dipnot gibi yanmetinler büyük önem taşıyor çünkü bu "ekstra" alanlarda çevirmen politik kimliğini ve kitaba yüklediği politik misyonu okurlarla paylaşıp onları da çeviri yoluyla açmaya çalıştığı eleştirel alana davet edebiliyor. Hatta metni çevirirken kullandığı stratejileri (mesela kullandığı ya da reddettiği sözcüklere dair yaptığı seçimleri) ayrıntılı bir şekilde okurla paylaşıp etik olarak daha şeffaf ve politik olarak daha güvenilir bir metin sunuyor okura.
"Feminist çevirmenler çeviriyi kazanımla ilişkilendirir"
Çeviri(bilim) tarihine baktığımızda erkekliğin "özgün ve birincil", çevirmenliğin ise "ikincil ve kadın" olarak değerlendirildiği ataerkil bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Feminist çeviri bu metaforu nasıl tersine çevirir?
İktidar ilişkilerinin temelinde ikili karşıtlıkların yattığını hatırlarsak (erkek/kadın, beyaz/siyah, heteroseksüel/eşcinsel, özgün/çeviri), bu karşıt kurgulara müdahale etmenin politik önemini de kavrarız.
Feminist çeviri, özgün ve çeviri metinleri birbirine karşıt olarak konumlandırmaktan çok, bunları farklı yazma protokolleri ve farklı (ve hiç de masum olmayan) etiketler olarak değerlendirir. Bu ataerkil karşıtlık çerçevesinde, özgün (erkek) olan yaratıcı ve üretken bir eylem olarak konumlandırılırken, çeviri (kadın) onun kopyası olmaktan öte gidemez.
Oysa her iki eylem de aslında üretken ve yaratıcıdır. Hatta çeviri özgünü tanımlamakla kalmaz (çeviri olmasa özgün olur mu?), ona yeni bir hayat verip onun ömrünü uzatır (Walter Benjamin bunu Almancada "überleben," sonraki yaşam, olarak nitelendirmiştir).
Feminist çeviri, özgünle çeviri arasındaki bu karşılıklı bağımlılığı tanır ve çeviriyi ikincil, değersiz görmeyi reddeder. Tam tersine, çeviri, metinlerin sınır ötesi dolaşımını, büyümesini ve daha geniş kitlelerle etkileşimini sağlar. Yani feminist çevirmenler, çeviriyi kayıptan ziyade, kazanımla ilişkilendirir. Çeviride metinler büyür ve çoğalır, eksilip azalmaz. Hatta ünlü sloganda da dediğimiz gibi, biz çevirmezsek dünya dönmez.
"Dayanışma feminist çeviri sürecinin bir parçasıydı"
Türkiyeli okurun feminist çeviri kavramıyla tanışmasını sağlayan eserlerden biri de Hanne Blank'in sizin çevirinizle yayınlanan "Bekâretin 'El Değmemiş' Tarihi" kitabıydı. Siz bu çeviride özellikle hangi stratejileri kullanmıştınız? Bu çeviriyi feminist bir çeviri yapan neydi?
Ben Bekâretin 'El Değmemiş' Tarihi kitabını Türkiye'nin bekaret (ve namus) rejimine müdahale etsin ve bekaret terörüne karşı sürdürdüğümüz feminist mücadeleye bir katkı olsun diye çevirdim.
Kitap bekaretin test edilecek ya da kanıtlanacak hiçbir fiziksel gerçekliği olmadığını o kadar ikna edici bir şekilde gösteriyor ki bekaret muayenelerinin ve bekaret kaynaklı kadın cinayetlerinin fazlaca yaygın olduğu bir ülkede bu bilgilerin bekaret şiddetine karşı etkili bir karşı-söylem yaratabileceğini düşündüm. Yani ilk feminist çeviri stratejim metin seçimimdi.
Onun dışında kitabı çevirirken cinsiyetçi dil kullanmamaya özen gösterdim. Mesela "hymen" sözcüğünü "kızlık zarı" olarak çevirmedim; "himen" olarak çevirdim. Ayrıca Türkiyeli okurların kitapla daha kolay ilişkilenmelerini sağlamak için uzunca bir önsöz kaleme alarak, daha çok batı tarihine yoğunlaşan kitaba, Türkiye'ye özgü bekaret politikaları ve pratiklerini anlatan bir inceleme yazısı ekledim. Önsözde "feminist çeviri" ifadesini de kullandım ve böylece kitabın "tarafını" okura açıkça belli ettim.
Son olarak da şunu ekleyeyim, çeviri süresince, yazar Hanne Blank'le, editörüm Aksu Bora'yla ve tanıdığım ve tanımadığım birçok feministle dayanışma halindeydim. Benim için bu dayanışma hali de feminist çeviri sürecinin bir parçasıydı. Üstelik bu feminist dayanışma çeviriden sonra da devam eden bir süreç oldu. Mesela birkaç ay önce kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Irmak Saraç'ın BirGün'e yazdığı "Erkeklik Zarı" başlıklı yazısı, Bekâretin 'El Değmemiş' Tarihi kitabından birçok bilgi ve eleştiri içeriyor. Bu da feminist çevirinin açtığı ya da genişlettiği eleştirel söylem alanlarının feminist dayanışma yoluyla nasıl sürekli büyüdüğünü gösteriyor.
"Kadın Çevresi, Güldünya Yayınları..."
Daha genel anlamda Türkiyeli okur feminist çeviri stratejileriyle ne zaman ve nasıl tanıştı? Bu bağlamda Türkiye'deki mevcut durum nedir?
Türkiyeli okur feminizmi tanıdığından beri feminist çeviriyi de tanıyor aslında. Mesela, adı öyle konmamış olsa bile, 1980 darbesinden hemen sonra kurulan ve bugünkü feminist hareketin başlangıç noktası olarak görülen Kadın Çevresi aslında bir feminist çeviri kolektifiydi. Türkiye'nin ilk feminist yayınevi olan Kadın Çevresi'nin kurucuları yaptıkları çevirilerle Türkçede feminist bir dil ve söylemin oluşturulmasında çok önemli bir rol oynadılar (örneğin "erkek egemen," Kadın Çevresi'nin, Juliet Mitchell'in Kadınlık Durumu'nu çevirirken ürettiği bir sözcüktü). Özellikle Kadın Çevresi'nin kurucularından olan Şirin Tekeli'nin feminizme hizmet eden sayısız çevirisi oldu.
*Ayşe Düzkan |
Bugün Türkiye'nin en önemli feminist çevirmenlerinden olan Ayşe Düzkan da o grubun bir üyesiydi. Kendisinin feminist çevirileri arasında, Valerie Solanas'ın Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu (Sel), Sarah Irving'in Filistin Kurtuluşunun Simgesi Leyla Halid (İntifada) ve Angela Davis'in Özgürlük Kesintisiz Bir Mücadeledir (Güldünya) kitapları vardır.
Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim, Türkiye'de bugün feminist çeviriden bahsederken feminist yayınevi Güldünya Yayınlarını özellikle anmak gerekir çünkü dünyanın farklı yerlerinden (sadece batıdan değil) Türkçeye çok kıymetli feminist eserler taşıdılar, taşıyorlar.
Son olarak da Çatlak Zemin ve 5Harfliler gibi internet üzerinden feminist çeviriler üreten kolektifleri hatırlatayım çünkü bugün Türkiye'de feminist söz ve söylemlerin çeşitlenmesinde ve yayılmasında onların da rolü çok büyük.
"Görünmez çevirmen nesnel çeviri anlamına gelmez"
Çevirinin halen çoğunlukla otomatik bir iş olarak görüldüğü, çevirmenin ise olabildiğince "görünmez" olması gerektiğine inanılan bir dünyada okurların feminist çeviriye yaklaşımına ilişkin gözlemleriniz nelerdir?
Feminist çeviri ilk ortaya çıktığından beri "taraflı," "önyargılı" ve "müdahaleci" bir çeviri türü olarak çok eleştirildi. Oysa bu eleştirilerin göz ardı ettiği bir gerçek vardı: Çevirinin her zaman taraflı ve müdahaleci bir eylem olduğu.
Yani çevirmenin çevirdiği metinde kendisini gizlemesi ve yokmuş gibi davranması, metnin çevirmenin politik filtrelerinden geçmediği anlamına gelmez. Tam tersine, feminizm gibi politik bir farkındalık geliştirmemiş olan çevirmen, dilin şeffaf ve nesnel bir anlamlandırma düzeneği olduğu yanılsamasına kapılıp çevirdiği metni cinsiyetçi söylemlerin eril süzgecinden geçirip ona göre yazabilir.
Çevirmenin metinde görünmez olması o metinde olmadığı ya da çevirinin nesnel olduğu anlamına gelmez. İktidar ilişkileriyle örülü bir dünyada nesnellik ya da tarafsızlık aslında egemenden yana olmak demektir.
Çeviri okurlarının bunu tanıyan bir çeviri bilinci geliştirmesi, yani çevirinin politik bir eylem olduğunu anlayıp "bu çeviri kimin "yanında"?" sorusunu sorması çok önemli. Ancak o zaman feminist çeviri gibi kendini açıkça (ve etik ve politik sorumluluk alarak) belli eden bilinçli çeviri uygulamaları hak ettikleri takdiri görecekler.
"Çeviri hayatı dönüştürmemizi sağlar"
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Biraz önce sözünü ettiğim çevirim, Octavia Butler'ın romanı Yakın'a yazdığım önsöze Amerikalı siyah lezbiyen yazar Audre Lorde'dan bir alıntıyla başlamıştım:
Kadınların sözleri çığlık çığlığa duyulmayı beklerken, o sözleri arayıp bulmaya, okumaya, paylaşmaya ve kendi hayatlarımıza uyup uymadıklarını sorgulamaya dair bir sorumluluğumuz olduğunu hepimiz bilmeliyiz. Bize dayatılmış ve çoğu zaman kendimizinmişçesine kabullendiğimiz ayırıcı safsatalarının arkasına saklanamayız.
Bu söyleşiyi de izninizle o alıntıyla bitirmek istiyorum çünkü çevirinin gücü, işte o bizi ayıran, hatta bizi birbirimize düşman eden safsataları ve yapay sınırları aşmamıza ve farklılıklarımıza rağmen birbirimizi bulmamıza yardım etmesinde yatıyor. O önsözde de dediğim gibi, "çeviri, birbirimizin hikayeleriyle büyüyüp katmanlaşarak hayatı dönüştürmemizi sağlar."
Ben de hayatıma kattıkları bütün sözler için sevgili çevirmenlere, özellikle feminist çevirmenlere teşekkürü bir borç bilirim.
Emek Ergun hakkındaABD'de University of North Carolina at Charlotte (UNC Charlotte) adlı üniversitenin Kadın Araştırmaları ve Global Araştırmalar bölümlerinde yardımcı doçent olan Emek Ergun, araştırmalarında ulusötesi feminist ilişkilenmelerde ve yapılanmalarda çevirinin rolünü incelemektedir. Emek Ergun, Feminist Translation Studies (Routledge 2017) ve Feminist Theory Reader (Routledge 2020) kitaplarının editörlerindendir ve Bekâretin 'El Değmemiş' Tarihi (Hanne Blank, İletişim) ve Yakın (Octavia Butler, İthaki) adlı kitapların feminist çevirmenidir. |
Dünya Çeviri Günü hakkındaDünya Çeviri Günü her yıl 30 Eylül tarihinde kutlanır. "Çevirmenlerin azizi" olarak kabul edilen İncil çevirmeni Aziz Jerome (347-420) anısına ilk defa 1953 yılında kutlanan çeviri günü, 1991 yılından itibaren yine Uluslararası Çeviri Federasyonu (FIT) öncülüğünde dünya çapında her yıl yeni bir temayla kutlanmaya başlandı. 24 Mayıs 2017 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) profesyonel çevirinin toplumları ve kültürleri birbirine bağlamasının, barış, anlayış, uzlaşı ve gelişmeye teşvik etmesinin rolünü vurgulayan bir yasa tasarısını kabul ederek 30 Eylül'ü resmi olarak Uluslararası Çeviri Günü ilan etti. |
(SD)
[1] Kelimelerin Kıyısında: Türkiye'de Kadın Çevirmenler, Derleyen: Şehnaz Tahir Gürçağlar (İthaki Yayınları, 2019), sayfa 17.