Moda. Onu seviyoruz. Nefret Ediyoruz. Tartışıyoruz.
Peki moda neden önemlidir?
Dolaplarımızı oluşturan kıyafetlere baktığımızda veya kuşe kağıtlı dergileri çevirdiğimizde rastladığımız fotoğrafların ötesinde, moda aslında belirli felsefi gerilimlerin varolduğu bir alandır. Moda, sembolik, dışavurumcu, yaratıcı ve zorlayıcıdır. Siyasi görüşü, kişiliği ve kimi, nasıl sevdiğimize yönelik tercihlerimizi iletmek için etkili bir yoldur. Moda bireyi derin bir isyana ve kendisini cüretkar bir şekilde ifade etmeye teşvik eder. Ancak moda vücudu kontrol ve disipline ederek ve sorunlu tüketim kültürünü teşvik ederek bireyin özgürlüğünü kısıtlayabilir.
Moda kolektif kimlik yaratır, ama aynı zamanda bireysel sesi de kısıtlar. Kültürel ve siyasi baskı karşısındaki hegemonyaya direnmek ve kimliği iletmek gibi yöntemler de sağlar. Aynı zamanda, moda bu çok konformist kültürün ayrılmaz bir parçasıdır da. Diğer bir deyişle, moda, haz, boyunduruk, kendini ifade etme ve gelenek potansiyelini de içerir.
Feminist bakış açısıyla bakıldığında güç kavramı gibi feminizmin de aslında özünde ne iyi ne de kötü olduğunu ortaya koyan bir gerilim vardır. Önemli olan bunun nasıl kullanıldığıdır. Sosyolog Fred Davis'in üzerinde durduğu gibi, bir cenaze törenindeki siyah dantelin bir sabahlık üzerindeki siyah dantelden oldukça farklı bir şey olduğunu veya Manhattan'da tulum giyen birine göre bir çiftlikte tulum giyen kişinin oldukça farklı bir tepki uyandırdığını düşünelim. Modanın ne anlama geldiği, bağlamında değil, aynı zamanda kimin çıkarlarına hizmet ettiğine ve izleyicilerinin ve uygulayıcılarının modayla ilişkisinin ne olduğuna ve toplumsal ayrımları nasıl koruduğuna ve dönüştürdüğüne de bağlıdır.
Moda söz konusu olduğunda feminizm - ve feministler - büyük bir eleştiriye maruz kalıyor. Biz, demode giyimli, gösterişsiz bir biçimde sütyensiz ve affedilmeyecek şekilde kıllı olmakla suçlanıyoruz. Feministler bu tanımlamayı reddedip, seksi olmak istediğinde ise, patriarkanın onları provokatif ve kendini nesneleştiren kıyafetler giymeleri için kandırdığı söyleniyor.
Feministlerin modayla olan ikircikli ilişkisinde, felsefeci Cressida Heyes, feminist süjenin doğal olmak adına modayı/stili reddinin pratikteki imkansızlığına dikkat çekiyor.
Daha da önemlisi, moda, feminist söyleme bir kaynak oluşturması açısından uzun bir tarihe sahip.
"Bloomers" modasını getiren 19. yüzyılın kadın hakları savunucusu Amelia Bloomer'ı, sutyen yakma mitini, kadınların iş yerinde pantolon giymek için verdikleri politik mücadeleyi düşünün. Hooters üniformalarını (Amerika'da bir restoran zinciri olan Hooters'da servis yapan kadınların üniforması bikinidir), gökkuşağı bayraklarını, güzellik yarışmalarını, traş edilmiş kafaları, çeşitli fetiş aletlerini, erkek çocuğu stillerini ve aşırı kadınsı fırfırları, çalışanların az maaş aldıkları kötü çalışma koşullarına sahip işyerlerini, Wal-Mart'ı, outlet merkezlerini, tasarımların imitasyonlarını ve bunları yapan işçileri bir düşünün.
Moda söylemi, fantezi ve kaçış gibi aşina olduğumuz anahtar kelimeleri çağrıştırarak her ne kadar kendini politik olandan soyutlamaya çalışsa da hayalin ve ideolojinin kesiştiği alan ve geniş bir ticari girişim olarak asla politikadan uzak kalamaz.
Edimsel etkinlikler dizisi olarak gösterilen ünlü cinsiyet formülasyonunda, Judith Butler "tarz" kavramının aslında "toplumsal cinsiyeti anlamamıza yardımcı olan bir dil işlevi gördüğünün" üzerinde durur. Yazar Ladelle McWhorter'a göre ise, "tarz kavramı" alışkanlıkları, uygulamaları, tavırları, zevkleri, kuralları, duruşları ve tüm "insan varlığına şekil vererek ömür boyu süren proje"sini oluşturan örtük değerleri içerir.
Feminizm modanın siyasi anlamını çözmeye yarayan güçlü bir araçtır.
Bu yüzden erkekliği "özsel", kadınlığı ise "yapay" olarak damgalayan cinsiyet hakkındaki kalıplaşmış tektipleştirmeleri doğallaştıran argümanlar konusunda şüpheliyiz. "Moda Sohbetleri"(Fashion Talks) adlı kitap kadınlığın modayla birlikte düşünülmesine karşı çıkıyor. Ayrıca, milyarlarca dolarlık küresel bir endüstrinin, bir taraftan ekonominin güç merkezini bu denli peşinden sürüklemesini, diğer taraftan kültürel bir aksesuarı "sadece moda" olarak görmesini tuhaf buluyoruz.
Talk-showcu Don Imus'un 2007 yılında Rutgers kadın basketbol takımından "kıvırcık saçlı fahişeler" şeklinde söz ederken, siyah saç ile cinsiyet arasında bir bağlantı kurduğuna tanık oluyoruz. Gazeteci Jenee Desmond Haris, Time dergisine yaptığı açıklamada, sarışınlık nasıl cinsel cazibe ve zekayla (ya da bunların eksikliğiyle) örtük çağrışıma sebep oluyorsa, siyah saç gibi tanımlamaların da daha derin anlamlar iletebildiğini söyledi. 2009 yılında, komedyen Chris Rock, toplumu ilgilendiren bu konuları ele aldığı Good Hair filmiyle güzellik, ırk, kimlik, moda ve stil kavramları hakkındaki eleştirel analizlerin artık ana akım gündemde yer almasının olumlu bir gelişme olduğunu gösterdi. Kısacası, moda güzellik politikasıyla karmaşık cinsellik politikasını da beraberinde getiriyor.
Bizler cinsel korkuları ve arzuları düzenlemeye ve yönetmeye çalışan uzun bir geçmişe sahibiz. Moda bu sebeple sadece kendini ifade etmeye yarayan bir araç değil, aynı zamanda toplumsal kontrolü sağlamak için de kullanılan bir araçtır. Feminizm bahsettiğimiz yönetim ve organizasyondaki bu çabaları anlamak için yapılan bir teşebbüstür. (BÇ/ÇT)
* Shira Tarrant, California State Üniversitesi'nde, "Kadın, Toplumsal Cinsiyet ve Cinsellik Çalışmaları Bölümü"nde doçent olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda "Erkekler ve Feminizm" ve "Seks Cinsiyet Olduğu Zaman" adlı kitapların yazarı ve "Erkekler konuşuyor: Cinsiyet, Seks ve Güç Hakkında Görüşler" adlı kitabın da editörüdür.
* Marjorie Jolles Roosevelt Üniversitesi'nde kadın ve cinsiyet çalışmaları yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.
--
WomenE-News'te yayınlanan bu makaleyi Berfun Çağinli Türkçeleştirdi.