Ben tek hayali ne yapayım? - Colette
Yirmili yaşlarını süren Caniko ile kırklı yaşlarının güzelliğini yaşayan Lea'nın onulmaz aşkı... Yer yer hastalık gibi, yer yer acılarla bezeli; ama en çok aşkın heyecan ve anlaşılmazlığı içinde sürüp giden bir ilişki...
"Caniko", Vivet Kanetti'nin nefis çevirisiyle Cadde Yayınları tarafından kazandırıldı edebiyat alemimize... Okumanızı önerir, Colette'in feministler ve edebiyatçılar arasında tartışılması gereken bir kadın olduğunu da söylemek isterim...
Daha önce, Azra Erhat'ın çevirisiyle yayınlanmış Caniko. Colette'in deyimiyle, Cheri.
Caniko, ilk bakışta "hafif meşrep" kadınlar arasında yetişmiş bir delikanlıyla kendisinden 24 yaş büyük Lea arasındaki ilişkiyi anlatır. Ancak, Colette'in dili aracılığıyla ruhumuza dokunan aşkın iştahı, ritmi ve cazibesi, ilişkinin bu kadar basit olmadığını da gösterir diğer yandan...
Vivet Kanetti, kitaba yazdığı önsözde, bugüne dek edebiyat dünyasının yüzeysel değerlendirmeleri ötesinde tartışılmayan, feministlerin ilgisinden de mahrum kalan yazarı, hak ettiği biçimde değerlendiriyor bence. Çünkü Colette, "hayatta üç süsten hiç hoşlanmadığını; bunların tüylü şapkalar, genel fikirler ve küpeler olduğunu" söyleyen bir edebiyatçı.
"Tüylü şapkalardan ve küpelerden vazgeçebilmek, hadi neyse; ama genel fikirsiz yazabilmek... Paganca... Hayvanlara ve bitkilere birer insanmış gibi yaklaşabilmek. Daha zoru, kadına erkeği birer hayvan, bitki ya da birer meyve gibi anlatmayı başarmak... Gençlikle yaşlılığı aynı mesafeli, kayırmasız gözle tartmak. Manav dükkanında sebzeyle meyveyi tartar gibi. İnsanlık hallerine, psikolojik analizlere başvurmadan can verebilmek. Sadece dokunuşla, ritimle, diyaloglarla..."
Vivet Kanetti, bu cümlelerle anlatıyor Colette'i. Kitabın önsözünü okuyanlar için Colette, çok tanıdık bir kadına dönüşüveriyor birden. Diğer yandan da, derin bir merak uyandırıyor zihinde... Diğer yazdıklarını, düşündüklerini öğrenmek, yaşamının içinde onu keşfetmek arzusu uyanıyor okurda...
Colette'in yaşadığı üç evlilik, romanlarına ışık tutmuş, bence. İlk evliliğini kendisinden üç yaş büyük olan -Vivet Kanetti'nin deyimiyle- "bir yazar sömürücüsüyle" yapmış. Yazı dünyasına da, kocasının teşvikiyle atılmış. "Claudine"ler serisini de, bu dönemde yazmış.
Ancak serinin kapağında kocasının imzası bulunduğundan, aslında 1896'da yazmaya başlayan Colette'in imzasını, eserlerinde, bu nedenle ancak 1905'ten sonra görürüz.
1907'de kocasından ayrılıp özgürleşir. İkinci kocasına kadar süren arada, beş yıl süren bir lezbiyen ilişki yaşar. İkinci evliliğini, bir gazetenin yayın yönetmeniyle yaşar. İkinci evliliği bitmek üzereyken, kendisinden 30 yaş küçük olan üvey oğluyla yaşadığı ilişkiyle, yeni bir skandal ilişkiye imza atar.
Üçüncü ve son evlilik, kendisinden 12 yaş küçük bir inci tüccarıyladır. Ölümüne dek de sürer bu evlilik... Caniko'da sık sık sözü edilen, insanın hemen eline alası, dokunası gelen incilerin, Colette için neden özel olduğu da anlaşılıyor, bu durumda...
Colette, 1954'te, 81 yaşındayken hayata veda ettiğinde, Fransız devleti muhteşem bir devlet töreni düzenler, ona. Kilise ise, skandallarla dolu hayatı münasebetiyle dini töreni esirger ondan.
Colette'in "Canikosu"nda görünen o ki, kitap yazarın hayatına ilham olmuştur. Kitapta Lea'yla simgelenen kadının Colette'e olan benzerliği, kitabın yazara çizdiği yol olur sonraları.
Lea'nın çocukluğunu bildiği Caniko'yla yaşadığı şefkat, sevgi, ihtiras karışımı aşkın, Caniko'nun evliliği üzerine bitmeye başladığı yerden başlayan kitap, ayrılık esnasında Lea'nın kendisini tedavi sürecini anlatır biraz da...
Ayrılığın, aşk acısının anlatımındaki ustalıkla dildeki yakıcılığı, kitaptan cümlelerle aktarmak istiyorum:
"...Bu acı onu dehşete düşürmedi. Oysa iç sıkıntısı artıyordu. İmgeden imgeye, anıdan anıya gezindi, kızıl adaçayıyla çevrili boş kapıdan uzaklaşmaya çalışarak. Yatağında sıkılıyor ve hafifçe titriyordu. Ani bir fenalaşma -öyle güçlü ki, başta fiziksel sandı- onu doğrulttu, ağzını çarpıttı, boğuk bir nefesi, hıçkırığı ve bir ismi ondan söktü: Caniko! Ardından gözyaşları geldiler ve Lea, onları hemen zaptedemedi. Yeniden kendine hakim olduğunda, oturdu, yüzünü sildi, başucu lambasını yeniden yaktı: 'Ha tamam,' dedi. 'Anlıyorum.'..."
Bu anlatımla başlayan günler, bir kadının bir erkeğin ardından ağlamadan, nelerle mutlu olacağını yeniden hatırlamaya çalışmasını; yer yer tabii ki özleyip üzülmesini; ama hayatının belki de en güzel seyahatlerin çıkmasındaki güzelliği yaşatıyor bize...
Kadınların kendilerinden küçük yaştaki erkeklerle birlikteliği, bütün toplumlarda anormal karşılanan bir durum. Lea'nın bu ilişkiyi yaşayışındaki rahatlık ve kurduğu denge de, kitapta tartışılması gereken unsurlardan biri...
Hulasa, Caniko'nun kendisinden küçük karısına yönelik davranışları; yaşı ne olursa olsun, nasıl yetişmiş olursa olsun, erkeklerin kadınlara davranışlarında yerleşik bir sistemin muntazam ve bir örnek uygulandığını hatırlatıyor bizlere...
Ama günümüzde ortalık "aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk" nidalarıyla dolu iken, Lea'nın yaşadığı aşkı ve ayrılığı tanımlayıp anlatışındaki samimiyeti, "kederini çekmeye başlaması"nın biçimi, bizler için fena bir örnek sayılmaz...
Çünkü onunki daha ziyade, "kapı açık, arkanı dön ve çık" ekolüne uygun bir tavır... -Ki sırf bu sebeple kendisi, bence, taktire şayan bir kadın. Sorarım, bu kadarı da az bulunur şey mi? (BD/BB)