Bu yaz uzadıkça uzuyor, ısındıkça ısınıyor. Ben artık hiç bitmeyecek gibi bir duyguya kapılmaya başladım. Tatilin bitmesini en çok feministlerin geri dönmesi için istiyorum.
Ben 30 yaşındaki Abdullah Gül’ün 14 yaşındaki Hayrunisa Gül'le nişanlanıp (Can Dündar’ın açıklamasına göre, o yaşta evlilik mümkün olmadığı için!) bir yıl nişanlı kaldıktan sonra 15 yaşına geldiğinde evlenmesi konusunda gösterilen toplumsal toleransın en çok çocuk hakları ve kadın hakları alanında çalışanlar nezdindeki durumunu merak ettim.
"Ne yapalım, olmuş" deniyor
Epey araştırdım, bulabildiğim her yazıyı okudum. “Çıtır evlenmiş olma” gibi aleni bir çocuk istismarı övgüsünden, “pek de içime sinmiyor ama ne yapalım geçmişte olmuş” diye üstü örtülü onaya kadar pek çok yazı gördüm.
Çocuk hakları alanında çalışanlardan ses çıkartanına ben rastlamadım, kadın hakları alanında çalışanlar ve feministlerden ise diğerine göre hatırı sayılacak kadar yazı okudum. Bulduğum yazılardaki üslup ve bu erkek egemen tartışmada kadınların figüranlık rolünü bu kadar canı gönülden kabul edişi, beni hayrete düşürdü. Anladım ki, bu yaz çok sıcak geçiyor.
Öncelikle sanki moda ile ilgili bir konudan söz ediyormuşuz gibi, herşey Abdullah Gül ve Hayrunisa Gül’ün köşke yakışıp, yakışmayacağı üzerinden tartışılıyor. Deniyor ki, "Hayrunisa Gül güzel gülen bir kadın olarak köşke çok yakışacak”. İtirazım yok, buna. Ama beni nasıl güldüğünden çok neye güldüğü ilgilendiriyor. Tabi neye karşı çıktığı da.
Örneğin, başörtüsü ile üniversiteye alınmayınca, bu sorunun çözümü için mücadele etmesini ve çözümü hukuk içinde aramasını takdirle karşılıyorum. Ama 14 yaşında onu nişanlayan, 15 yaşına geldiğinde ise o çok sevdiği, asla vazgeçmediği okulundan alınıp evlendirilmesine neden olan düzene karşı herhangi bir söz etmemiş olmasını ise kaygı verici buluyorum.
Normal koşullarda olsaydık, yani Hayrunisa Gül bir üniversitede akademik çalışmalarını sürdüren Abdullah Gül’ün eşi olsaydı, ona “madem başörtüsü eğitim hakkını engellediği için mücadele ediyorsun, bu kültürel özellikler / töre de eğitim hakkını zedeliyor, onun için de mücadele et” diyemezdik. Ama biz ederdik ve örneğin bir üniversite hocasının böyle bir evlilik yaptığı haberi gazetede yayınlandığında herhalde pek çok feminist ve çocuk hakları savunucusu “burada bir terslik var” derdi.
Cumhura ne hakla 'yapma' denecek...
Oysa şimdi durum farklı. Bir cumhurbaşkanından söz ediyoruz. Eğer Cumhurbaşkanı ve eşi ise söz konusu olan o zaman durumun değişmesi gerekmez mi? Eğer bu cumhurun başındaki kişi, 30 yaşında iken 15 yaşında bir kız çocuğu ile evlenmiş ve sonra da bütün toplumca olur böyle şeyler denmiş ise, cumhura ne hakla yapamazsın diyecek ya da denecek?
Derdim, buradan hareketle destekçiler ve redçiler cephesine bir taraf olmak ve oraya bir barikat daha kurmak, bir cephanelik vermek değil.
Ancak, bu iki cephenin arasında kalmaktan rahatsızım. Asıl tartışılması gerekenleri, tartışamıyor olmaktan ve bu cephelerden birinde olmamak için, ödediğimiz bedelden rahatsızım.
Bu süreçte her iki tarafta da erkekler ve erkek egemen kültür kadının sadece bedenini değil, bütün varoluşunu bu kadar hoyratça kullanırken, başörtüsü konusunda yapılan haksızlığa karşı durmak için, küçük yaşta kız çocuğunun kendinden yaşça büyük bir erkekle evlendirilmesine tolerans göstermek durumunda kalmayı anlayamıyorum.
Abdullah Gül’ün seçtirilip – seçtirilmemesi tartışması sonrası, seçilmesi “demokrasimizin” tek kurtuluşu haline gelince, bu durum aleyhine söylenecek her sözden sakınılmaya başlandı.
Beni gerçekten ne retçiler ne de destekçiler ilgilendirmiyor. Ama herhalde böyle bir demokrasi örneği daha görülmüş değildir, bu kadar ciddi bir etik probleme sahip bir kimsenin Cumhurbaşkanlığına aday oluşu esnasında bu etik probleme böylesi geniş bir tolerans gösterilmesi.
Bu tolerans hassas dengeyi bozmamak için mi?
Acaba bu tolerans sadece hasas dengeyi bozmama gayretinden mi kaynaklanıyor? Belki bir gün bir araştırmacı çıkar ve bu tutumun altındaki toplumsal gerçekliği araştırır.
Çünkü, neredeyse ayda bir bir kadının töre nedeniyle öldürüldüğü, kız çocuklarının dedeleri yaşındaki erkeklere satıldığı bir ülkede hala kalıcı bir çözüm için adım atılmamış olmasının ardında bu toplumsal toleransın önemli bir payı olduğunu görürüz belki. Ama istersek şimdiden de, şapkamızı önümüze koyup düşünebiliriz. Gerçekten kadına karşı ayrımcılığın sona ermesini istiyor muyuz?
Eğer istiyor isek, biz bu toplumsal toleransın neresindeyiz, onu anlamaya çalışabiliriz. Belki de daha önemlisi, anti demokratik görünmemek için illa da bu duruma tolerans göstermek zorunda olmadığımızı, bu durumu sakıncalı gördüğümüzü ve bu sakıncanın giderilmesi için Cumhurbaşkanı adayı ve eşinden beklentilerimiz olduğunu söyleyebiliriz.
Onlardan, küçük yaşta kız çocuklarının yetişkin erkeklerle evlendirilmesinin çocuk hakkı ihlali olduğunu bunun çocuklarının gelişimlerine zarar verdiğini topluma anlatmalarını ve bundan sonra kızların erkeklerle eşit haklara sahip olabilmeleri için uğraş vermelerini isteyebiliriz. Ya da en azından bu konu ile ilgili samimi düşüncelerini açıklamalarını isteyebiliriz.
Bilmiyorum ne yaparız? Hele bir feministler tatilden dönsün. (SA/NZ)