"Atölye çalışması esnasında 'İslamcı feministler' tanımlamasının kullanılması üzerine dindar feminist katılımcılar müdahale ederek İslamcılık kavramının bittiğini, İslamcıların var olan tüm mekanizmaların dini kurallarla şekillenmesi gerektiğine inandıkları için laik düzene karşı çıktıklarını; dindarlarınsa sistemle bir sorunu olmadığını dolayısıyla 'İslamcı feministler' yerine 'dindar feministler' adlandırmasının daha doğru olacağını ifade ettiler."
Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin hazırladığı "Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları" adlı kitabın "Toplumsal Cinsiyet ve Aile-Din-Toplum" başlıklı makalesinde İslamcı'lığın ve dindarlığın farkı atölye çalışmasına katılanlarca böyle yapılıyor.
"Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları"
Derneğin Türkiye Temsilcisi Ulrike Dufner kitabın önsözünde kitapta yer alan makalelerin uluslararası deneyim ve tartışmaları yansıtırken Türkiye'deki durumu ve farklı çizgileri anlattığını ifade ediyor.
İlk baskısını Ağustos 2007'de yapan kitap Dufner'in deyişiyle ana akımlaştırmanın cinsiyet eşitliği konusunda kullandığı yöntemlerin ve feminizm arasındaki farkın ne olduğu sorularına cevap arıyor.
Kitabın birinci bölümünde çeşitli uluslararası deneyimlere değinilirken ikinci bölümde yer alan makaleler 2006 sonbaharında İstanbul'da düzenlenen dört farklı atölyedeki tartışmaları yansıtıyor. Üçüncü bölümse cinsiyet eşitliği ve politika konusunda Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) tarafından yürütülen seçim kampanyası ve bu kampanyaya ilişkin tartışmaları kapsıyor.
Başörtüsü yasağının kaldırılması kadınları baskı altında mı bırakır?
Başörtüsünün serbest bırakılmasının topluma nasıl etki edeceği, kadınların özgürlüğünü kısıtlayıp kısıtlamayacağı tartışmaları sürerken "Toplumsal Cinsiyet ve Aile-Din-Toplum" makalesinin konuyla ilgili kısmından alıntı yapıyoruz.
Makalenin oluşmasını sağlayan atölye çalışmasına katılanlar şöyle:
Başkent Kadın Platformu'ndan Nuriye Özsoy ve Hidayet Tuksal, Van Kadın Derneği'nden (VAKAD) Zozan Özgökçe, Pazartesi Dergisi'nden Handan Koç, Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden (KASAUM) Aksu Bora, Kadın Merkezi'nden (KAMER) Nebahat Akkoç ve Nilgün Yıldırım
"Toplumsal Cinsiyet ve Aile-Din-Toplum"
Grupta din başlığı altında yapılan fikir alış verişinde şu görüşler ortaya çıktı:
* "Kuran'ın Allah'ın istediği son nokta olmadığı" şeklindeki söylem Müslümanları rahatlatacak bir nokta olabilir. Kuran'da zikredilen kurallar kesindir ancak bu durum söz konusu kuralların yeniden yorumlanmasına engel oluşturmaz;
* Son yıllarda kadınların geleneksel rolleri dışına çıkmaları ve diğer sebeplerden dolayı boşanma oranları artıyor. Ne var ki bir yandan da pek çok mekanizma, kadınların gelensel rollerini daha fazla destekleyerek, onların bu kalıplar içinde kalması amacıyla fazladan bir çaba göstermeye başladı. Bu çabanın soruna bir çözüm getiremeyeceği ortada. Sorun ancak şiddetin durdurulmasına yönelik, kadınlara odaklanan doğru yöntemlerin geliştirilmesiyle aşılabilir;
*"Ailenin kutsal olduğu" şeklindeki argüman kadının ev içinde yaşadığı şiddetin olağan görülmesi ve gizli tutulması için kullanılıyor. Oysa aile dini ya da kutsal bir yapı değil, sosyolojik bir birim. Bu birim içinde herkes eşit hak ve özgürlüklere sahip. Aile yapısına yüklenen "kutsallık" sıfatı, başta muhafazakar çevreler olmak üzere tüm alanlarda tartışılmalı ve "kutsallık" değerinin kadına yüklenen şiddet ve sınırlamaları meşrulaştırmasına engel olunmalı;
* Bir çok din, kadını, erkek tarafından "korunmaya muhtaç bir varlık" olarak görüyor. Bu durum, kadının birey olması, kendi hayatıyla ilgili kararlar verebilmesi noktasında engel oluşturuyor. Oysa kadın, başka bir insanın parçası değil, kendi başına bir birey olarak görülmeli;
* Dindar pek çok kadın, evliliği "bir erkeğe itaat etmek" olarak görmekten vazgeçiyor. Bu dönüşüm birçok olumlu sonucu da beraberinde getiriyor;
* Başörtülü kadınlarla ilgili sorunların çözümsüz kalması, yalnızca yasaların değiştirilmesi konusundaki zorluklarla açıklanamaz. Başörtüsü, aynı zamanda kadınların geleneksel rollerini güçlendiren bir olgu. Bununla birlikte, örtülü kadınların daha az ücretlerle çalışmak zorunda kalmaları, kapitalist piyasa düzenini de besliyor;
* Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı imamlar dışında toplumda kabul gören gayriresmi imamların bir kısmının kadın konusundaki olumsuz bakış açıları, kadına yönelik şiddetin artmasına sebep oluyor. Bu durumun engellenmesi gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı imamların din konusunda donanımlı olmalarının yanı sıra kadın konusunda duyarlılığa sahip kılınmaları da gerekiyor;
* İlahiyet çevrelerine giren akademik dindar feministler,"kadına yönelik birçok dini kuralın yorumdan ibaret olduğunu" gördüler. Dini eğitim veren fakülte ve kamu kuruluşlarına giren kadınların bu farkındalığı yeni açılımlar oluşmasını sağladı;
* "Din tamamlanmış bir yapıdır", "Kuran değiştirilemez", gibi kabuller, Kuran'ın yeniden yorumlanmasına engel teşkil etmez. Erkek bakış açısıyla yorumlara alternatif olarak, kadın bakış açısıyla yeni yorumlar yapılmalı. Bu durum, ilahiyatçı ve muhafazakar çevrelerde tartışılmalı. Toplum yapısını şekillendiren etkenlerden biri olan din, inançları ne olursa olsun tüm bireylerin yaşamına doğrudan veya dolaylı etkiler yapıyor. Dolayısıyla din konusunda kadın bakış açısıyla yapılacak yorumlar, toplumun tamamını olumlu yönde etkileme potansiyeline sahip;
* Diyanet İşleri Başkanlığı'nda daha çok kadın kadro almalı ve en azından bir kadın başkan yardımcısı atanmalı. Bu açılım, dini eğitim ve bilgi konusunda güçlü, gerekli bakış açısına sahip kadınlar sayesinde geliştirilebilir. Bununla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı'nda bir kadın masası oluşturulması, kadınlar açısından olumlu sonuçlar doğurabilir;
* Bir kadının cumhurbaşkanı olabileceği, buna karşılık imam olamayacağı, bu alanın yalnızca erkeklere ait olduğunu savunan zihniyetin varlığına karşılık, "bir kadın imamın kadın ver erkeklerden oluşan bir cemaate namaz kıldırması ve onlara imamlık etmesi" önemli ve olumlu bir adımdır;
* Muhafazakar çevrelerde "iyi anne ve eş"ler olmak üzere okutulan kadınlar, bir süre sonra kendileri için belirlenen sınırların dışına çıkarak çalışmaya başladılar. Bu çevreler, kadını ev içinde tarif etmelerine rağmen, doktor kadınları ya da "kadının yerinin evi" olduğunu söyleyen İslamcı dergilerde çalışan yazar kadınları kabullendiler. Bu konuda bir çifte standart oluşturuldu. Buradan da anlaşılacağı üzere kadınların okumaya ve çalışmaya başlamaları, zihniyetin değiştiği anlamına gelmiyor.
Bu süreç geriye dönük olarak değerlendirilirken, "Kadınlar daha önce neden kariyer yapamıyorlardı" sorusuna, "Çalışkan kadınlar okudu çalıştı, çalışkan olmayanlar evlerine döndüler. Kadınlar bu konuda engellenmediler" gibi yüzeysel cevaplar verilebiliyor. Oysa dindar kadınlar, günaha giriyoruz korkusu ve rahatsızlığıyla okudular. Kadına sınırlar koyarak yaşam alanını daraltan bu zihniyet, tüm süreçleri doğru değerlendirerek kendi geçmişiyle yüzleşmeli. Bu yüzleşme süreci yaşanmadan kadın sorununa yönelik çözümler suni formüllerin ötesine geçemez. Burada tarif edilen zihniyet dönüşümünün geçmişle hesaplaşma tamamlanmadan yaşanması beklenemez. (GG/NZ)
* Kitap, Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin internet sitesinden sipariş edilebilir. Kitap makalelerin İngilizce çevirilerini de içeriyor.
* Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, Heinrich Böll Stifung Derneği, Ağustos 2007, İstanbul, 222 sayfa