Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü, dün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında “Depremde Kadın Dayanışması” panelini düzenledi.
6 Şubat’taki Maraş merkezli depremlerin kadınlar ve çocuklara etkisi, dün (9 Mart Perşembe) Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs’te gerçekleşen "Depremde Kadın Dayanışması" panelinde tartışıldı.
Panelde Afet İçin Feminist Dayanışma’dan Ezgi Karakuş, Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi’nden Gözde Durmuş, Mor Dayanışma’dan İrem Kayıkçı, Kadir Has Üniversitesi ve Feminist Kadın Çevresi’nden akademisyen Özlem Aslan, Ekmek ve Gül’den gazeteci Sevda Karaca ve Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyen Zeynep Kadirbeyoğlu konuştu.
Kadirbeyoğlu: Tüm siyasi partiler sorumlu
Boğaziçi Üniversitesinden akademisyen Zeynep Kadirbeyoğlu, özel şirketlere rant sağlayan mevcut sistemi eleştirdi ve halkı karar alıcıları sorumlu tutmaya çağırdı. Kadirbeyoğlu, şunları söyledi:
“Mevcut durumdan tüm siyasi partiler ve karar alanlar sorumlu tutulmalı. İmar komisyonları en kolay anlaşılan komisyonlardır. Kentsel alanların imara açılması süreçleri özerk olmalı.
“AKP ilk geldiğinde gecekondu aflarını kaldıracağını söyledi. Beklenen amaç büyüme olması, istihdamın artması, dar gelirliye konut çıkmasıydı.
“TOKİ ve AKP’nin ortak amacı kamu ve özel sektör iş birliğiyle en büyük rantı elde etmek. Yasal değişiklikler yapılarak ilçe ve belediyeler aradan çıkarıldı, Çevre Bakanlığı riskli alan ilan edebilir hale geldi.
“Çeperlerdeki boş arazilerde TOKİ inşa edilirken rant için toplanma alanları imara açıldı, buralar da bitince rant süreci Kuzey Ormanları’na kayıyor. Büyüme var, istihdam var ama emeğin milli gelirden payı düşerken ve çevresel yıkımla karşılaşılırken büyük inşaat şirketleri bu durumdan karlı çıkıyor.
“Kapsayıcı daha adil bir dönüşüm için yerel dönüşüm süreçleri olmalı, müteahhit süreçlerinin regüle edilebilmesi lazım. İnşaat şirketiyle özel yapı denetim şirketinin sahibinin aynı olduğu senaryolarda çok ciddi denetimsizlikler söz konusu olduğunu gördük. Yerelde neye ihtiyaç var, nasıl dönüşürse daha adil olur diye düşünülmesi lazım.”
Aslan: Kadınlar afet yönetiminde söz sahibi değil
Akademisyen Özlem Aslan, afet sürecinde ve yönetiminde uluslararası örneklerden bahsetti. Aslan, pandemi döneminde afetlerin herkesi aynı etkilemediğinin görüldüğünü belirtirken 2004’te Endonezya’da gerçekleşen ve hayatını kaybeden kadınların sayısının erkeklerden dört kat fazla olduğu tsunami felaketini örnek gösterdi. Afetlerde cinsiyet rollerinin yarattığı sorunlara değinen Aslan, afet yönetiminde rol alan kadın sayısının yetersizliğine şöyle dikkat çekti:
“Birleşmiş Milletlerin (BM) afetle ilgili süreçlerde karar alan mekanizmalarında kadınların yüzde 84’ü sekreter pozisyonunda. Yönetimde sadece yüzde 6 kadın var, daha çok insan kaynakları ve kurumsal iletişim alanlarındalar.
“Kadınlar aslında iyi örgütçüler, bir canlıyı yaşatmayı iyi biliyorlar. Bu bize afetin deneyimlenmesinden yönetilmesine nasıl her şeyin cinsiyet rejimiyle bağlı olduğunu gösteriyor.
“Politika bağlamında bakarsak İstanbul Sözleşmesi’nden olsak da aslında bizim bunları yapabileceğimiz yasal dayanaklarımız var. Bunlardan birisi Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW). 2019’da BM’de sunumlar yapılmış, imzalar atılmış, toplumsal cinsiyete bağlı afet politikaları tasarlamak önemlidir deniyor. Kadınlar afet yönetiminde kilit paydaşlar olmalı deniyor.”
Karaca: Kız Kardeşlik Köprüsü’yle kadınlar özne olacak
Ekmek ve Gül’den gazeteci Sevda Karaca, bölgede kurulan kadın dayanışma ağı “Kız Kardeşlik Köprüsü”ne ve afet bölgesindeki kadınların ihtiyaçlarına dikkat çekti. Karaca, şunları söyledi:
“AFAD’ın ihtiyaç listesinde ped olmadığını ve tek kadınlara çadır vermediğini gördük. Kadınların cansız bedenleri çocuk odalarından ve mutfaktan çıktı. İlk anlareda ihtiyacın ne olduğunu kadınlar maalesef kendi canlarıyla göstermiş oldular.
“Kız Kardeşlik Köprüsü’yle hayatı yeniden kuruyoruz. Ekmek ve Gül olarak amacımız her an karşılaşabileceğimiz böylesi bir felakete karşı kadınlar olarak yan yana durma olanaklarını yaratmak. Kız Kardeşlik Köprüsü, yeniden yaşam kurma ihtiyacının politik bir mesele olduğunun tekrarlanması.
“Kadın yaşam alanları bir sosyalleşme alanı olarak da kurulmalı. Çocuk çadır alanlarının da kadınların kendileri için vakit bulabilmeleri için yaygınlaştırılması gerekiyor.
“Mağdur kadınlar, mağdur çocuklar değil, buralarda kurulan yaşam alanlarında söz sahibi olan, güçlenen ve hayat yeniden kurulurken bunun bir öznesi olan kadınlar istiyoruz. Onlarla kararlar almak istiyoruz.
“‘Kız Kardeşlik Köprüsü’nü kuruyoruz’ sloganının arkasındaki temel fikir hesap sormak, unutmamak, her an her yerin afet bölgesi olabileceği bilgesiyle en yerelde örgütlenmek.”
Karakuş: Devlete yapılması gerekenleri hatırlatmak zorunda kaldık
Afet İçin Feminist Dayanışma’dan Ezgi Karakuş, Feminist Gece Yürüyüşü’nü örgütleyen feministlerle Antep Islahiye ve Adıyaman’daki tecrübelerini, Mor TIR’ın nasıl hayata geçtiğini anlattı. Aynı zamanda LGBTİ+’lar ve azınlıkların maruz kaldığı ayrımcılıkları aktaran Karakuş, şunları söyledi:
“1999 Depremi’nde de Van Depremi’nde de feministler vardı. Feminist hareketin hızlıca örgütlenebilmesi ve adım atabilmesi işimizi kolaylaştırdı. 400’e yakın feminist bölgeye gitmek üzere bir araya geldik, devlete yapması gerekenleri hatırlatan bir metin yayınlamak zorunda kaldık.
“Önceki tecrübelerden afet dönemlerinde kadınların ihtiyaçlarının ikinci plana atıldığını biliyorduk. Hızlıca kadınların ihtiyaçlarına yönelik bir hazırlık yaptık, İstanbul ekibiyle bölgedeki ekip hep iletişimdeydi, Adıyaman ve Hatay’a Mor TIR’lar çıkardık.
“Kadınların gidip herhangi bir ihtiyacını söyleyeceği bir zemin yok, bu zeminin oluşturulması önemli. Mahalle mahalle dolaştık ve kadınlarla sohbet ettik, deneyimleri aktarabilmek yalnız olmadığımız hissini verdi. Afet anlarında insani bir ilişki kurmak mümkün olmuyor ama buna ihtiyaç var.
“Daha muhafazakâr diyebileceğimiz bölgelerde, mesela Adıyaman’da, LGBTİ+ görünürlüğü yoktu. Bu bölgelerde tarikatlar var, LGBTİ+’lar için yardımların dağıtıldığı kalabalık alanlara gitmek ayrıca bir güvenlik problemi. LGBTİ+’lar güvenli bulup gelebilsin diye gökkuşağı takıyorduk. Göçmenlere, LGBTİ+’lara ve Romanlara ciddi ayrımcılık yapılıyor.”
Kayıkçı: Yaşamı beraber kuracağız
Antakya’da kurulan Mor Dayanışma adına katılan İrem Kayıkçı, sözlerine derneğin artık var olmayan kuruluş yerinin feminist bir kent olarak inşa edileceğine söz vererek başladı. Depremin ikinci günü Samandağ’a ulaştıklarını belirten Kayıkçı, durumu şöyle aktardı:
“Devlet oradaydı, patriyarkal kapitalist düzeniyle ve ayrımcı politikalarıyla oradaydı. Kadınlar çok net bir şekilde yardımların neden gelmediğini söyleyebiliyordu. Bu ayrımcılığın sebebini yerel bağlardan bilen bir kadın kitlesi vardı.
“Samandağ’da farklı belediyelerden gelen tuvaletleri kamulaştırarak “Burası kadın tuvaleti” diyerek güvenli alanlar oluşturduk. Feminist politikalarla oraların farklı yaşam alanlarına dönüştüğünü gördük.
“Kaybettiğimiz onlarca insanın yerini hiçbir şeyin dolduramayacağını biliyoruz. Bu şehirleri kültürleri dilleri tutmamız gerektiğini biliyoruz. Kadınların özneleşme sürecini bu süreçte de başka bir yere taşıdığımızı düşünüyorum.
“Arapça, Kürtçe dil bariyeri sıkıntılarının kadınlar tarafından çözüldüğünü gördük. Hatay aslında daha kadın özgürlükçü bir il olmasına rağmen bu yerelliğe müdahale etme sürecinde örnekleme girmiş durumdayız. Yedinci gün takım elbiseli on erkek görmemizle bu gerçekleşti, öylece gelip süreci beraber yöneteceğiz dediler. Bu gibi müdahaleler, daha sonrasında yapacağımız “Nasıl kentler istiyoruz?” tartışmalarında tekrar tekrar düşünmeli. Yaşamı beraber kuracağız.”
Durmuş: Çocuklar yetişkinlerin kurduğu sistemde can verdi
Panelin son konuşmacısı Gözde Durmuş, afetten etkilenen çocukların sorunlarına dikkat çekti ve çocuk hak savunucularının afet anından itibaren çok hızlı bir şekilde bir araya geldiğini aktardı. Devletin çocuklara karşı en büyük sorumluluğu olan korumanın yerine getirilmediğini ifade eden Durmuş, medyayı çocuğun unutulma hakkına saygı duymaya çağırdı ve çocuk odaklı bir afet yönetimi için şu sözleri söyledi:
“Çocuk hakları çalışmalarında en büyük zorluklarından biri öznelerin hareketin içinde yer alamaması. Çocuklar yaş üstünden büyük bir ayrımcılığa uğruyorlar. Özne olarak görülmeleri mümkün değil çünkü sistem yetişkinler tarafından kurulmuş, bu sistemde can verdiler.
“Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre devletin en büyük sorumluluğu çocukları korumaktır. Depremden önce de çok etkin bir çocuk koruması yoktu, deprem sonrası da yeterli açıklama olmuyor.
“Çocukları araçsallaştıran, nesneleştiren, romantikleştiren bir durum var. Çocukları muhtaç ve savunmasız gösteren anlayışı değiştirmeye çalışıyoruz. Vatandaşlardan “Biz bir tane çocuk almak istiyoruz” diye başvurular aldık. Bunun çocuğu nesneleştirmesinden ayrı bir sebebi de devlete güvenmemek, başvuran kişi kendisinin almasını daha güvenli buluyor.
“Çocuklar homojen bir grup değil, hiçbir çocuğu geride bırakmayacak bir sisteme ihtiyacımız var. Mülteci çocukların arama süreçleri çok geride kalıyor. Ayrıca çocuklar akranlarıyla bir araya gelemediler, çocukların da birbirleriyle dayanışmaya ihtiyacı var.
“Çocukların takipçisiyiz. Takipçi olmaya devam edeceğiz.”
(NK/EMK)