25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü…
Bu iki tarih, plazalardan evlere, atölyelerden fabrikalara kadar toplumun her kesiminden kadınların koşarak meydanlara aktığı, sözünü yüksek sesle söylediği günler. Peki ya şirketler? Feminist mücadelenin tam ortasında, o şirketlerde çalışan feminist kadınlar nerede duruyor?
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Uzmanı, oyun yazarı ve UN Women Türkiye Danışma Kurulu Üyesi Ebru Nihan Celkan, “Şirketlerin içinde de feminist kadınlar var mücadele yalnızca sokakta değil, işyerlerinde de sürüyor” diyor ve bu soruyu başka bir yerden kurmamızı sağlıyor.
Celkan, Uçan Süpürge Vakfı’nın 30. yıl etkinliklerinde kadın örgütleriyle bir araya geldi. Feminizm, dayanışma, göçmenlik, mültecilik gibi kavramlar üzerinden drama çalışmaları yürüttü; örgütlerin birbiriyle uyumunu, ortak hafızasını ve geleceğe dair pozitif tahayyüllerini birlikte açığa çıkarmaya çalıştı.
İfşa kültüründen tiyatrodaki dönüşüme, erkeklik tartışmalarından 25 Kasım’ın anlamına kadar pek çok başlıkta sorularımızı yanıtladı.
"Feminizme neden başladık, bugün neredeyiz ?"
Uçan Süpürge’nin 30. yıl etkinliği nasıl geçti? Kadınlar nasıl etkilenmiş görünüyordu?
Bu benim Uçan Süpürge toplantılarındaki ikinci deneyimim. On yıl öncesine kıyasla çok daha coşkulu, arayış içinde, canlı bir grup gördüm. Yeni yollar, yeni düşünme biçimleri, yeni çalışma modelleri arayan bir enerji vardı. Otuz yılın birikimi hissediliyordu, çok güzeldi.
Orada nasıl bir çalışma yaptırdınız?
Kadın örgütlerinin daha uyumlu nasıl çalışabileceğine dair bir çalışma istediler. Tiyatronun uyum ve kolektif çalışma pratiklerinden yararlanarak hafıza çalışması yaptık. “Feminizme neden başladık, bugün neredeyiz, neyi unuttuk, neyi hatırlamalıyız?” soruları üzerine düşündük. Ayrıca geleceğe dair pozitif bir tahayyül çalışması yaptık.
Tiyatroda, özellikle kuir tiyatroda son yıllarda bir dönüşüm var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hiçbir şey bir anda olmuyor. 2010’larda bağımsız tiyatroların çoğalmasıyla büyük bir dalga başlamıştı. O zamanlar “yerli yazar yok” tartışması vardı ve sonra bir anda her yerden yerli yazar çıkmaya başladı, ben de dahil. O dönemde mesele kadın ya da LGBTİ+ temsilinden çok “yeni söz söylemek”ti.
Son yıllarda tekrar oyun sayısı arttı, herkes her yerde tiyatro yapmak istiyor. Kadıköy, Beyoğlu yeniden canlandı. Sayının ve hikâyenin artması çok umut verici. Yeter ki politik ya da ekonomik müdahaleler süreci kesmesin.
"Pazartesi" dergisi
Farklı alanlarda çalışıyorsunuz: tiyatro, konuşmalar, sosyal çalışmalar… Sizi bu kadar aktif kılan şey ne? Anlatma arzusu mu, değiştirme arzusu mu?
İkisi de zaman zaman da anlama arzusu. Kendi ekosistemlerimize sıkışınca diğer alanlarda olan biteni duyamıyoruz. Benim derdim, teoriyi yeryüzüne indirmek. Okuduğum bir kitabın insanlar arasında dolaşıma girip girmediğini merak ediyorum. Feminizmin gücünü de bundan alıyor bence: Teoriden bile geniş bir pratiğinin olması.
Peki siz Feminizmle nasıl tanıştınız?
Açıkçası beni feminizmle kız kardeşim tanıştırdı. O Pazartesi dergisini alıyordu. Ben o zaman daha maskülen bir dünyadaydım. Sonra Ayşegül Altınay’la karşılaştım; bana “organik feminist” derdi. Kendime “Ben feministim” deme eşiği onunla kurduğum ilişkiyle açıldı.
"Biz erkek değiliz” platformunu hatırlıyorum; keşke yeniden olsa"
İş makineleri sektöründeki işinizi nasıl bıraktınız?
Mühendis değildim ama erkek egemen bir sektörde çalışıyordum. 14 yılın sonunda artık kapasitemin çok altında iş yaptığımı fark ettim. Daha fazlasını istiyordum. 2016’da ayrılıp kendi işimi kurdum. O zamandan beri şirketlerle, STK’larla, kamu kurumlarıyla toplumsal cinsiyet alanında çalışıyorum.
Tiyatroda ve sanat alanında ifşa kültürü çok konuşuluyor. Ifşalar hakkında ne düşünüyorsuuz?
İfşa çok önemli bir tutum ama nasıl yapılacağı konusunda kafa karışıklığı var. Bunun nedeni, feministlerin ve LGBTİ+ hareketinin kamusal alanda eskisi kadar yan yana gelememesi.
Bana dönemde en çok sorulan soru şuydu: “İfşa edilenin yakınları ne yapacak? Bu erkekler ne olacak?” Bu soruların tek bir cevabı yok. Erkekliğin tartışmaya açılması gerekiyor. “Biz erkek değiliz” platformunu hatırlıyorum; keşke yeniden olsa. Erkekler kendi erkekliklerini, şiddeti, güç ilişkilerini yatay bir zeminde tartışmalı.
"Şirketlerdeki kadınlarla köprü kurmak önemli"
25 Kasım yaklaşırken ne hissediyorsunuz mesajın nedir?
Mesaj vermenin ötesine geçmemiz gerektiğini düşünüyorum. Şiddet giderek vahşileşiyor. Eğer şirketlerde şiddet başvuru hatları yoksa, mobbing ve taciz yönergeleri yoksa, sadece sloganlarla bir yere varamayız. Yapısal reformlar şart. 25 Kasım’ın içi boşalmamalı slogan yarışına dönmemeli.
Şirketler toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda nasıl bir yaklaşım sergiliyor?
Çok farklı şirketler var: Bunu reklam malzemesi olarak kullananlar, ilkesel yaklaşanlar, bir dönem ilgilenip bırakanlar…
Ama unutmayalım: O şirketlerde çalışan feminist kadınlar var. Benim işim biraz “çevirmenlik”: Feminist literatürü iş dünyasına çevirmek. Üst yönetimi angaje eden kurumlarda değişim görülüyor, küçük ölçekli olsa da.
Şirketler de ataerkil yapılar oradaki kadınların da mücadele alanı var. Onları görmezden gelmemek, köprü kurmak önemli.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekten ana akıma yerleştiren ve üst yönetimini bu konuda sorumluluk almaya davet eden kurumlarda değişimin mümkün olduğunu görüyoruz.
Elbette bu değişim henüz küçük ölçekli; çünkü şirketler aslında çok daha büyük, sorunlu bir toplumsal ekosistemin içinde yalnızca küçük birer ada. Bu coğrafyada adalet sistemi bile toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi olmadan yürürken, şirketlerin kendi içlerinde adil, kapsayıcı ve eşitlikçi yapılar kurması daha da zorlaşıyor. Yine de tüm bu zorluklara rağmen iç ekosistemini dönüştürmeye çalışan, ilkelerini uzun vadeli bir plana oturtan kurumlar var — azlar ama varlar, ve varlıkları çalışanların hayatında somut bir fark yaratıyor.
Bu nedenle şirketleri tek bir blok gibi düşünmek yanıltıcı olur çünkü o kurumların içinde de feminist kadınlar, mücadeleyi işyerine taşıyan gerçek yol arkadaşlarımız var. Beyaz yakalı kadınların yıllar önce kurduğu büyük platformlar, söyledikleri güçlü sözler, işyerinde eşitlik için verdikleri mücadele hâlâ değerli.
Ekonomik krizler nedeniyle bazı yapılar zayıflasa da, bu kadınların içinde bulunduğu kurumsal dünyaya daha fazla alan açmak, onların deneyimlerini ve sözlerini feminist mücadelenin parçası saymak gerekiyor. Şirketlerdeki bu küçük ama etkili dönüşüm adımları, toplam mücadelenin görünmeyen ama güçlü damarlarından biri.
(EMK)







