*İktidara ideolojik bağlılık hissedenlerin oranı daralıyor.
*Hanelerin yarısında tek kişi çalışıyor
*Kutuplaştırmada en fazla sorumluluk Cumhurbaşkanı'nda
Eşitlik Çalışmaları Derneği, bin kişi ile "Türkiye'de Vatandaşların İyilik Hali'ni" insani gelişim temelli ölçen bir araştırma yayımladı. Okuduğunuz veriler de o araştırmadan.
TIKLAYIN - Araştırmanın tamamını okuyun
“Türkiye'de Vatandaşların İyilik Hali” başlıklı araştırmayı bianet’e anlatan Eşitlik Çalışmaları Derneği’nden Gülnur Elçik ve Ali Yalçın Göymen, “Ama toplumun yüzde 87’sinin gelecekle ilgili umut veya beklentisinin olmadığı bir toplumda, sadece hükümetin dönüşümüne odaklanan bir siyasi söylemin umutsuzluğu söküp atabilme gücü yok” diyor.
“Solda da belirleyici güç kazanıyor”
- Bu raporun amacı neydi? Neden böyle bir araştırma yapma ihtiyacınızı duydunuz?
Türkiye son yirmi yıldır, bugün artık post-faşizm olarak ifade edilen bir süreci yaşıyor. Bu durum -muhalifler üzerinde daha ağır olmakla birlikte- toplumun bütün kesimleri üzerinde o dönemdeki ekonomik ve politik gündemin ötesinde etkiler yaratıyor.
Siyasetin ne olduğuna ilişkin algımız, hayatımızda neyin öncelikli olduğuna dair beklentilerimiz, toplum olmayı mümkün kılan şeylere verdiğimiz değerler değişiyor. Bir yandan bireysel ve toplumsal olarak gücümüzü kaybediyoruz, öbür yandan ise bu güçsüzleşme hali ana politik ve toplumsal gündem içerisinde her gün daha çok önemsiz addediliyor.
Burada bir kez daha, bu durumun sağ siyasete ve sağ seçmene özgü olmadığını, bu otoriter siyasetin bir biçim olarak sola da yayıldığını, hem örgütlenmeler hem seçmenler anlamında solda da belirleyici bir güç kazandığını ekleyelim.
Biz son yirmi yılın sorunlarının kristalize olduğu bu dönemde, bu meseleleri öncelikli sorun alanı olarak gördük.
Toplumsal iyilik halimizi sarsan gelişmelerin hem derin, hem de uzun süreli etkiler bıraktığını göstermek ve bireysel ve toplumsal iyilik halini gözeten bir politikayı mümkün kılmak için kolları sıvadık.
“Seçmen denklemleri değişiyor”
Bu rapor bize ne söylüyor?
Bize göre iyi bir rapor, hem yeni şeyler söyleyebilen, hem tahmin edilen bazı durumları somut olarak ortaya koyabilen, hem de dağınık alanları sistematik biçimde birleştirebilen tespitleri içerebilmeli. Böyle baktığımızda raporun bu üç düzlemde de bir şeyler söylediğini görüyoruz.
Raporun yeni sözü, odaklandığı konuyla başlıyor aslında. Raporumuz Türkiye’de “iyilik hali” üzerine yapılmış ilk kapsamlı araştırma.
Onun dışında, mevcut siyasetin odaklandığı alanlardan başka alanların önceliğini ve aciliyetini işaret ediyor.
Yirmi yıllık bir sürecin ardından hükümet değişimi bile başlı başına bir enerji yaratacak kuşkusuz. Ama toplumun yüzde 87’sinin gelecekle ilgili umut veya beklentisinin olmadığı bir toplumda, sadece hükümetin dönüşümüne odaklanan bir siyasi söylemin umutsuzluğu söküp atabilme gücü yok.
Bu belki de yaşanan bunca şeyin en önemli avantajı; atılan her küçük adım büyük etkiler doğuracak.
Biraz da bu heyecana kapılarak sonrasını pek düşünmüyoruz. Ama görüyoruz ki, yorgun bir toplumuz, dermanımızı neredeyse bütünüyle yitirdik. Ekonomik, politik ve toplumsal alanda bu umutsuzluğu ve dermansızlığı ortaya koyan tabloların tamamı, yüzde 70’in üzerinde bir çoğunluğa işaret ediyor. Bu, çok yüksek bir rakam. Bir evde 10 kişi yaşadığınızı ve bu 10 kişinin 7sinin depresyonda olduğunu düşünün. O ev nasıl bir ev olur? Ne konuşur, ne bekler, ne yapar?
Öte yandan, raporu otoriteryanizmin sağdan sola tüm seçmenler üzerindeki etkisini göstermesi anlamında önemli görüyoruz. O çok konuşulan yüzde 30’luk kemik seçmen de, iyilik hali konuşulduğunda ortada yok.
Yalnızlığımız, gıda ve barınma ihtiyacımız, bir genç olarak arkadaşlarımızla dışarıda iki çay içmenin bile mesele haline gelmesi konuşulduğunda, seçmen denklemleri de değişiyor.
Son olarak raporun, bir yandan olumsuz tabloyu gerçekçi bir şekilde ortaya koyarken, öbür yandan her şeye rağmen gelişen alternatifleri de gösterdiğini, bu anlamıyla özgün bir yanı olduğunu düşünüyoruz. İnsanlar kutuplaşmadan rahatsız, karşıt görüşleri duymaya açık olanların sayısı çok fazla olmasa bile düşünüldüğü kadar da az değil.
Kadına yönelik erkek şiddeti konusunda inanılmaz bir farklılık var ve bu farkındalık sadece şiddetin düzeyi değil, sorunun cinsiyetçilik ve hükümetin sorumluluğuyla bağını kurması anlamında da özgün.
Hükümetin en önemli ideolojik yatırım kaynaklarından biri olan LGBTI+ düşmanlığında sorun görmeyenlerin oranı yüzde 28’i geçmiyor. Bunlar aynı zamanda, böyle bir zamanda herhangi bir grubun politik aktörler olmasının önemini ve etkisini de ortaya koyuyor.
Feminist hareket ve LGBTI+ hareketin her kesimde etki bırakabilen güçlü politik aktörler olduğunu gösteriyor. Biz genel olarak politikaya katılımı iyilik halini inşa etmenin başat bir bileşeni olarak görüyoruz.
"Siyasi gelişmeleri bağımlılık düzeyinde takip ediyoruz"
-Türkiye umutsuz diyebilir miyiz?
Raporumuzun verilerine bakarsak; bir an bile tereddüt etmeden… Hem doğrudan umutsuzlukla, hem de onunla ilişkili kavramlar olarak yalnızlık, anksiyete ve depresyonla ilgili tablolara göre katılımcıların 70 ila 87’si için, umutlu olabilmeyi mümkün kılabilecek kaynaklar tükenmiş. Toplum, tükenmiş.
Umut, bireysel ve toplumsal bir amacının olması, önünü görebilmek ve bunu başkalarıyla paylaşabilmekle ilgili bir durum. Fakat rapor, umudun sosyo-ekonomik kaynaklarının uzun süredir ortadan kalkmış olduğunu gösteriyor.
Çalışmak borçtan kurtarmıyor, görüşülen kişilerin sadece yüzde 11’i çalışmıyor ve yüzde 84’ü tam zamanlı işte çalışıyor. Buna rağmen gelirim giderimden fazla diyen yüzde 9.
Bireysel olarak güçlenmek toplumsal şiddetten kurtarmıyor, özellikle kadınlar ve LGBTI+’lar sürekli bir taciz ve linçle boğuşuyor.
Siyasi gelişmeleri bağımlılık düzeyinde takip ediyoruz. Burada sorun, ancak takip etme düzeyinde kalıyor olmamız. Çünkü siyasi katılım (biz burada dernek üyeliği, parti üyeliği, gösteri/yürüyüş/imza faaliyetlerine katılıma baktık) çok düşük.
Bunlar aynı zamanda, umudu nereden başlayarak inşa edeceğimizi de gösteren işaretlerden sadece birkaçı. Burada önemli olan şey şu; toplumsal sağalma, bir arada yaşayabilme kabiliyeti, politikanın ne olduğuna dair beklentilerin dönüşebilmesi sadece hükümetin değişimiyle kendi kendine düzelecek şeyler değil, amaç ve çaba istiyor.
Ve sadece siyasi aktörlerin değil, toplumun mümkün olduğunca geniş bir kesiminin aktif olarak parçası olduğu bir restorasyon hali gerekiyor. Bu da politik katılıma duyulan ihtiyacı işaret ediyor. Ancak 5-10 kişinin yönlendiriciliğiyle ilerleyen, son derece merkezileşmiş ve maskülenleşmiş bir siyaset anlayışı ile bu mümkün değil.
-Bu arada “politikada iyilik hali” ne demek? Tam olarak bunu da açıklar mısınız?
Bu soruya iki boyutta yanıt verebileceğimizi sanıyorum. Kamuoyu ile paylaşmış olduğumuz raporu ortaya çıkaran çalışma bağlamında
Burada amacımız iyilik hali tanımımızla paralel olarak hem bireysel hem de kolektif düzeyde duygusal, zihinsel ve fiziksel güçlenmeyi esas alan araçlar geliştirilmesi. (Kişisel) politik görüşler ve (kolektif) politik kültür arasında kişilerin bireysel ve kolektif iyilik halini gözeten bir uyumun gerçekleşmesini amaçlıyoruz. Bu nedenle de için politika üretim süreçlerinin ve politik örgütlenmelerin toplumsal mücadeleleri yürüten yurttaşların iyilik halini asli bir unsur haline getiren bir dönüşümden geçmeleri gerektiğini düşünüyoruz. |
politikada iyilik hali terimi, iyilik hali kavramının neoliberal tanımına getirdiğimiz itirazı ifade ediyor. Söz konusu tanım iyilik halini kişi başına düşen gayri safi milli hasıla üzerinden değerlendiriyor.
Toplumsal yaşamın çeşitli veçhelerini şirketleşmiş bir devlet ile vatandaş arasındaki hizmet ilişkisi olarak görüyor ve bireyin mutluluğunu bu hizmetlere ulaşımı ve bunlardan elde ettiği haz temelinde ölçüyor.
Biz ise bu çalışmada iyilik hali terimini insani gelişim perspektifinden tanımlıyoruz. Vatandaşların mutluluk düzeyini belirleyen şeyin onların bedensel, zihinsel ve ruhsal özgüçlenmeleri olduğunu düşünüyoruz.
Dolayısıyla toplumsal bir ortak iyiden bahsetmenin önkoşulunun vatandaşların özgüçlenmelerini sağlayacak politik ve iktisadi koşulları yaratmakla söz konusu olabileceğine inanıyoruz. Bu anlamda da politikaya katılım söz konusu koşulların yaratılması açısından çok önemli bir paya sahip. İşte bu yüzden de iyilik halini politika bünyesinde tanımlamak insani gelişimi gözeten bir iyilik hali çalışması açısından kritik bir rol oynuyor.
Çalışmamızı Politikada İyilik Hali olarak adlandırmamızın bir başka nedeni de politika üretim süreçlerinin politika emekçileri için demokratikleşmesini hedefleyen ve aynı zamanda otoriteryanizmin genel olarak insanlar üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri bertaraf edebilecek bir politika anlayışının güçlenmesine dikkat çekmeyi hedeflememiz.
-Sorularınıza tek tek bakınca gördüm dikkatimi çekti. Bu konu başlıklarını neye göre belirlediniz?
İnsani gelişim yaklaşımının iyilik haline dair işaret ettiği birçok unsuru çalışmaya dahil ettik. Katılımcıların iyilik hallerini ölçerken eğitim,
Keza toplumsal ilişkiler açısından; aile ilişkilerinin, kadına yönelik şiddetin, LGBTİQ+’lara uygulanan ayrımcılığın, dinin toplumdaki yerinin kişilerin ruhsal ve fiziksel durumları üzerindeki etkilerini görmek istedik. Sonuç olarak da çalışmamız; vatandaşların iyilik hallerini biçimlendiren toplumsal ilişkiler ve bu ilişkiler üzerinde etki gösteren politik ve ekonomik koşulları ele alan başlıklara ayrılmış oldu. Son olarak da vatandaşların geleceğe dair beklentilerini inceledik. |
sağlık ve çalışma dahil olmak üzere kişilerin yaşamlarını biçimlendirmek amacıyla yürüttükleri faaliyetleri, siyasal katılım ve yönetimi, toplumsal bağ ve ilişkileri, vatandaşların çevre ile kurduğu ilişkiyi ve hem ekonomik hem de fiziksel anlamıyla güvenlik konusunu iyilik halinin asli göstergeleri arasında değerlendirmemiz gerektiğini düşündük.
Bunların yanında adaleti (özellikle gelir adaleti), ortak iyiye hizmet eden kurumların varlığını ve vatandaşlara değer verilen, saygı gösterilen haysiyetli bir yaşamı da iyilik halinin bileşenleri arasında değerlendirdik. Vatandaşların ruh hallerini ve geleceğe ilişkin beklentilerini de iyilik hali kapsamında ele aldık.
Buradaki bileşenlere vatandaşların fiziksel, zihinsel ve ruhsal özgüçlenmelerini etkileyen çeşitli başlıklar eklendi: Eğitim, sağlık, bilgi ve beceri, çevre koşulları, cinsiyet eşitliği, iş yaşamı ve toplumsal bağlar gibi iyilik halini gösteren değişkenler bu bağlamda çalışmamızın konuları arasında yer aldı.
Ayrıca genel olarak politikanın, politik kurumların, siyasi partilerin, kutuplaşmanın, politik dilin, şiddetin ve politik faaliyetlerin etkisini de ölçmeyi hedefledik.
-Kutuplaşma olgusu nasıl etkiliyor?
Kutuplaşma otoriterleşmenin sonuçlarından birisi olarak yaşadığımız bir durum. Dünyada son yıllarda yükselen tüm sağ-popülist
Aktarmış olduğumuz rakamlar da bu olgu tarafından yaratılan politik iklimin iyilik hali yerine şiddet vb. kutuplaştırıcı değişkenleri vatandaşlar açısından belirleyici kıldığını gösteriyor. Daha ayrıntılandıracak olursak, kutuplaşmanın etkilerini öncelikle siyasetçilere, siyasal kurumlara olan güvendeki düşüşte görüyoruz. Bunu toplumsal yaşamda şiddetin artışı takip ediyor. Dayanışma ağlarının gerilemesi ve toplumsal bağların zayıflaması, politik faaliyetlere dahil olmaktan kaçınma ve farklı görüşteki vatandaşlarla politik konuları konuşmaktan imtina etme yine kutuplaşmanın doğrudan sonuçları arasında yer alıyor. Yine kutuplaşmanın en önemli sonuçlarından biri politik katılımın yalnızca yüzde 14 ile sınırlı kalması. Rejimin bir gelecek sunmakta zorlandığı 18-25 yaş arası gençlerin ve otoriter ideolojinin hedefi haline getirmiş olduğu kadınların katılım oranlarının daha düşük olduğunu da belirtmemiz gerek. Politikayı doğrudan takip ettiğini belirtenlerin oranının yüzde 70’lere dayandığı bir toplumda politikaya katılımdan kaçınma durumu söz konusu. Bu durum, bize kutuplaşma neticesinde politikanın ortak iyiyi arama mecrası olmaktan çıkıp sonuçlarından kaçınılması gereken ve maruz kalınan bir şey halini aldığını gösteriyor. |
otoriter rejimler incelendiğinde bu durumun basit bir sonuç olmadığını, kutuplaşmanın bu rejimler için bir yönetim stratejisi halini almış olduğunu görüyoruz.
Bu tür rejimler bir tür “öz ve sahici milletin hakiki temsilcileri” olma iddiasına dayanarak toplumu boyunduruk altına alıyorlar. Türkiye’de de “yerli ve milli” söylemi bu bağlamda yaygınlaştı mesela ve bu sayede rejime rızasını sunmayanları etnik orijin, toplumsal cinsiyet, mezhep ya da kültürel farklılık ekseninde “hakiki Türk milletinin” içine sokulmuş nifak tohumları biçiminde kodlayarak kutuplaştırma fırsatı sunuyordu.
Çalışma kapsamında elde ettiğimiz verilere göre vatandaşların yüzde 84,5’i, Türkiye’de vatandaşlar arasında kutuplaşma olduğunu düşünüyor. Kutuplaşmanın siyasetin doğal sonucu olduğuna inandıklarını belirtenlerin oranı yüzde 41,9 iken katılımcıların yüzde 44,6’sı kutuplaşmadan oldukça etkilendiklerini belirtiyor. Dolayısıyla vatandaşların yarısına yakınının bu yönetim stratejisinin farkında olduğunu belirtebiliriz.
Burada bir parantez açacak olursak; “Kutuplaşmanın ortaya çıkmasının en büyük sorumlusu kimdir?” diye sorulduğunda, Cumhurbaşkanını sorumlu bulanlara bakanları sorumlu bulanlar eklendiğinde, kutuplaşmada hükümet tarafının sorumluluğu olduğunu düşünen vatandaşların oranının yüzde 74,3 olduğunu gördük.
Bu rakam kendilerini birincil olarak milliyetçi-dindar-muhafazakâr olarak tanımlayanların oranının yüzde 53,1’i bulduğu bir ülke açısından ilgi çekici, çünkü otoriter rejimin kendi tabanının neredeyse yarısı tarafından da kutuplaşmanın sorumlusu olarak görüldüğünü gösteriyor.
Kutuplaşmanın etkilerini değerlendirmek için öncelikle bu olgunun iyilik halini merkeze alan siyaset anlayışının temelinde yer alan mutluluk ve ortak iyi mefhumlarının tam zıddı bir siyaset anlayışına dayandığını vurgulamamız gerek.
(EMK)