Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı'ndan Faruk Pekin, İstanbul 2010 Kültür Başkenti yönetim kurulundaki görevinden istifa etti. Tarih Vakfı'ndan Halim Bulutoğlu'nun da istifasıyla proje yönetiminde sivil toplum temsilcisi kalmadı. Pekin'in eleştirilerini içeren istifa mektubunu aynen yayınlıyoruz.
Sayın Başkan,
17 Nisan 2009 tarihinde, 5706 Sayılı İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Kanunu'nun 8-2. Maddesi gereğince seçilerek, Yürütme Kurulu'nda göreve başladım. Bu güne kadar, 7 ay süresince kendimce, yasa gereği bana düşen görevleri yerine getirdiğimi sanıyorum. Zaten 2005 Yılından bu yana; 2010 Girişim Grubu, gizli oyla seçilerek saptanan 20 kişilik Proje Değerlendirme Ekibi (PDE), 2010 Danışma Kurulu Üyesi ve 2007 sonrasında Kent Kültürü Yönetmenliği Danışmanı olarak yoğun bir emek harcamıştım. Bütün bunları " para tahakkuk eden" konular dahil, Ajanstan hiçbir para almadan, ücretsiz yaptım. Zaman zaman canımı sıkan birçok konuya bir "İstanbulsever" olarak katlandım. Son 21 yıldır İstanbul kültürüne, İstanbul'un her yönüyle bilinir olmasına, İstanbulluların İstanbul ile yeniden buluşmalarına, tanışmalarına, genelde İstanbul kültürüne katkıda bulunmaya çalışıyorum. Sağlığım elverir yaşarsam AKBA'nın sona ermesinden sonra da İstanbul kültürüne katkıda bulunmaya devam edeceğim.
Ancak, AKBA içinde benim için bir yol ayrımı oluşmuştur. AKBA YK'nin bugünkü yaklaşımı 2010 Girişim Grubu'nun YKB ve genel Ajans çalışmalarından inatla dışlamak istenmesi, ve Avrupa Kültür Başkenti kriterlerine, Avrupa Birliği ile Avrupa Komisyonu'na bu konuda verdiğimiz taahhütlere, Sayın Başbakanın sözlerine, ilgili Sayın Bakanın açıklamalarına karşı alınan kararlar ve de özellikle Bütçe ve İhale Komisyonu'nun (BİK) oluşumunun yasa dışılığı nedenleriyle YK üyeliğimden istifa ediyorum.
İstanbul'un ilgili Avrupa kurumlarınca, Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinden sonra Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ............... 2007 tarihinde İstanbul Conrad Oteli'nde konuya ilişkin bir basın toplantısı yaparken oturduğu masada İstanbul Valisi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının yanı sıra İstanbul 2010 Sivil Girişim Grubu'ndan da 3 kişiye yer vermişti. Medyada çok büyük ölçüde yansıyan bir görüntüde, ilk kez bir konuda, sivil toplum % 50 oranında temsil ediliyordu. Sayın Başbakan yaptığı konuşmada sivil toplum temsilcilerine, Girişim Grubu'na canı gönülden teşekkür ettikten sonra kamunun, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun birlikte ortaklaşa önemli işler yapacağından söz etmişti.
Ben de bu inançla Şubat 2008' de İstanbul Odakule'de yapılan Danışma Kurulu' nda söz alarak toplantı tutanaklarına geçen konuşmamda özetle şunları söylemiştim: " 2010 Yılında belki büyük etkinlikler, festivaller, konserler, sanat olayları sergiler vb. gerçekleştirebiliriz, ama önemli olan bunlar değildir, önemli olan kamu, yerel yönetimler ve sivil toplum arasında yaratmamız gereken ortak çalışma ilkeleridir, bir yönetişim planıdır. Geriye tek kalacak olgu budur."
Ne yazık ki Avrupa kültür başkentlerine ilişkin Avrupa kurumlarının, Brüksel'in de beklediği bu olguyu gerçekleştiremedik. Bu günkü YK'ye egemen olan anti-sivil toplum, anti-sanat ve " satın almacı " yaklaşım ile böylesi bir işbirliğinin gerçekleştirilmesi artık mümkün görünmemektedir.
Allahtan, bazı olumlu projeler ne olduğu anlaşılamadan tartışılmadan hızla YK'den geçerken, YK tartışmalarında o kadar diretmemize rağmen entelektüel enerjiye hiç gerek duyulmadı. Kamu-özel sektör- kültür sektörü işbirliği, sanatçılar, kültür politikaları, kültür operatörlüğü, kültürel dinamizm, çağdaş sanatlar konuşulamadı. Söylediklerimiz güleryüzle dinlendi. Ancak yalnızca dinlendi.
Oysa konumuz, kentlilerin yaşam kalitesinin kültür-sanat yoluyla yükseltilmesine ve kentlilik bilincinin oluşmasına katkıda bulunmak, kültürel çeşitliliği desteklemek ve kültürlerarası diyalogu geliştirmek idi.
Biz ise hep satın alma konuştuk. Arkeolojik işler, restorasyonlar müteahhitlere bırakılmayacak kadar önemli konular iken, biz ehliyetsiz firmalara, belediye şirketlerine iş dağıttık. Onlar da tarihi yapılara zarar verdiler. "Kamu kuruluşu olarak zorunlu iş almamız gerektiği" belirtilen bu firmaların çoğu işlerini zamanında bitiremedi. Sürekli " mehil " istiyorlar.
18 Nisan 2009 tarihinde İstanbul'da Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Hayri Yazıcı gerçekleştirdiği basın toplantısında çok sayıda basın mensubunun önünde kamu kaynaklarının çarçur edilmeyeceğini ve yanlışların üzerinin örtülmeyeceğini söyleyerek şu üç konuda kamuoyuna söz verirken YK'ye de ışık tuttu: " ŞEFFAFLIK, AÇIKLIK, DÜRÜSTLÜK."
Şeffaflık ve açıklık konusunda hâlâ bir yol aldığımızı düşünemiyorum. Medyayı bırakalım 2010 AKBA DK'yi oluşturan kurul üyeleri bile bu konudan şikâyetçi.
29 Nisan 2009 günü Başbakanlık Denetleme Kurulu müfettişleri, YK üyelerine işleyişe ilişkin, yol gösterici, uzun ve kapsamlı bir sunum yaptılar. Ne yazık ki onların geçmiş döneme ilişkin eleştirdiği konular, büyük ölçüde aynen devam ediyor, özellikle ihale ve satın almalar konusundaki önerileri dikkate alınmıyor. İdari, mali hukuki bir dış denetim yok. Demirbaş listesi yok. Gerçek bir nakit akış tablosu yok. Denetçilerin önerdiği suiistimali önleyici önlemler alınmış değil.
Kendi payıma, YK toplantılarında görüşlerimi dile getirirken ayrıca bir de YK üyelerine 15 Mayıs 2009 tarihinde yazılı önerilerde bulundum ancak bu önerilerim de büyük ölçüde dikkate alınmadı.
Kanımca, YK toplantılarına ilişkin üç önemli zaaf vardır: Birincisi, alınan kararlarda oybirliğinin zorlanması, karşı görüşlere itibar edilmemesi; ikincisi BİK üyesi olmayan YK üyelerinin karar verdikleri konunun akıbeti hakkında sonradan bilgi sahibi olamamaları; üçüncüsü YK toplantılarında DK toplantılarında yapıldığı gibi zabıt tutulmaması.
Bu üç zaaf, Ajansın niye kurumsallaşamadığını, işlerin hâlâ niye yürümediğini büyük ölçüde açıklamaktadır.
YK'nin BİK üyesi olmayan üyelerince alınan kararların, BİK sonrasında bilinemediğine ilişkin YK toplantılarında açık açık görüşlerimi söylediğimde; bu, haksız ve anlamsız bir biçimde kişisel güvensizlik, BİK üyelerine şahsi itimatsızlık gibi yorumlandı. Şahsi itimatsızlık derdim olsaydı onu da açık açık söylerdim. Oysa ben konulara kurumsal ve genel yaklaşımlar düzeyinde değiniyorum. YK üyelerinin hiçbiriyle kişisel bir sorunum yok. Hepsine saygı duyuyorum. Dile getirmeye çalıştığım şu gerçek: Sakat doğmuş bir yasada yanlış kurgulanmış bir Ajans'ın "yaratıcı bazı çözümler" ortaya konmadan düzeltilemeyeceği. Ajans yürütmesine, Sekretaryaya hakim olan "devletçi" o kafa ile de bu yapının düzeltilmesinin mümkün olmadığı. Eyüp Bey gitti, ama Kültür ve sanat dünyasından anlamayan, hiçbir zaman da anlayamayacak o kafa devam ediyor. İktidar devlet YK'da değil. Devlet kökenli bürokratlarda. Parayı onlar harcıyor, YK değil. Ama sorumlu görünen YK.
Kültür-sanat apayrı bir olgudur. Kültür- sanat dünyası ile uzun yıllar ilişkisi olmamış insanların bu alanı tanıması kısa zamanda mümkün değildir. YK toplantılarında zaman zaman,olur olmaz sanata ve sanatçılara karşı bazı sözler edildi. 42 yıl önce İstanbul'da benzeri temalı bir hafta süreli bir "Kültür Haftası'nı" gerçekleştirmiş bir kişi olarak, belli bir seviyede kalarak bu konudaki ikazlarımı sürdürdüm ve yol gösterdim. Diğer bazı konularda da olduğu gibi sadece dinlemekle yetinildi. Kayıt tutulmadığı için sözlerim zabıtlara geçirilmedi, azınlık oyu sahibi olduğum için nihai kararları da etkilemedi.
Başbakanlık Denetleme Kurulu müfettişlerinin mali konularda dışarıdan profesyonel destek alınmasına yönelik önerileri de dikkate alınmadı. Bu konuya ilişkin YK üyesi Halim Bulutoğlu'nun özel bir çalışması tartışılmadı bile.
Bir BİK üyesi, görevinden istifa etti, istifasının nedenleri bile sorulmadı. Oysa bu istifa bazı kurumsal nedenler içeriyor olabilirdi.
Şu anda YK üyeleri ne karar alırlarsa alsınlar, sayıları yüz otuzu aşmış çalışanlar ne yaparsa yapsınlar, Ajans, satın almacı ya da kamu kaynağı yönetimini çok biliyor olduğu sanılan kişilerce yönetilmeye devam edecektir. Bu kurumsal zaafın hangi vahim sonuçlara ulaşabileceği ise, 2010 Mart'ından sonra çok daha net görülecektir. Medya da suistimal yazıları daha çok çıkacaktır.
Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki; Ajans, personel politikası ve iş verimliliği açısından felaket durumdadır, sorumluluklar, yetkiler, cezalar ve ödüllendirmeler belli değildir. Ajansa uğramadan para alanlar, geç gelenler, erken çıkanlar, verilen işi yapamayanlar, yaratıcı çalışmada bulunmayanlar, iç kavgalar, bürokratik engellemeler... . Ajans Genel Sekreteri bezmiş durumdadır, çözümü proje sayısını azaltmakta görmektedir.
Ajans eski genel sekreterinin görevden ayrılmasıyla birlikte ortaya çıkan avantajlı durum çok planlı ve programlı bir yeni kadrolaşma ve personel politikası uygulama şansı yaratmışken, gelişi güzel, duyurusuz, yapılacak işin kapsamına göre bir aday araştırması yapılmadan ve çoğu siyasi taleplerle gelen başvurularla elemanlar alındı. Böylesi bir politikayla Ajansta iş verimliliği sağlanamazdı, sağlanamadı. Böylece, işler yürümeyince aynı yöntemlerle eleman alınmaya devam edildi.
Ajansın en önemli kurullarından Danışma Kurulu, gerçek anlamda çalıştırılmamaktadır. Danışma Kurulu gündemine, bu kurulun tartışması gerekli olan konular getirilmemekte, yeterli bilgi verilmemekte, DK üyelerinin sürece katılımı sağlanamamaktadır. Daha da vahimi her konuda bilgi sahibi olması gereken DK Başkanına gerekli bilgileri verilmemekte, DK Başkanı habersiz kılınmaktadır. Gördüğüm kadarıyla DK Başkanı olaydan büyük ölçüde dışlanmıştır.
YK üyeleri arasında da ortaya dökülmeyen ancak tek tek konuşmalarda dile getirilen rahatsızlıklar vardır. YK Başkanı " one man show " yaklaşımı içinde her konuda tek başına ilişki kurmakla ve tek başına kararlar vermekle suçlanmaktadır. YK Başkan Vekili ya da YK Başkan Yardımcısına hiçbir iş düşmemektedir. Ajansın her yerde tek kişi ile temsili ciddi bir diğer sorundur.
Kentlilerin ulusal ve uluslar arası kültüre erişimi, kamusal alanların dönüşümü ( Hasanpaşa Gazhanesi, tersaneler ... gibi ), kültürel mirasın sahiplenilmesi ( UNESCO İzleme Komitesi Yönetişim Planı hâlâ yapılamamıştır ve bu AKBA'yı çok yakından ilgilendirmektedir) , geçmişe sahip çıkarken güncele, çağdaş sanatlara olanak tanıma konuları ne ilgili yönetmenlerin ya da uzmanların çalışmasına bırakılmış ne de YK'de tartışılmıştır.
Kanunda Ajans'a görev olarak verilen üç iş de tamamlanamamıştır. Rami Kışlası' nın ne olacağı belli değildir. Ayazağa Kültür Merkezi konusunda bildiğim kadarıyla bir YK kararı yoktur. AKM süreci iyi yönetilememiştir ( bu konuda ilgili sendikanın suçlanması Ajans'ı kurtaramaz) .
Gelelim benim YK' den kopmamı hızlandıran ana konuya. BİK' ten bir kişinin istifası gündeme geldiğinde daha önceki uygulamaya göre bir centilmenlik uygulaması olarak ve ilgili yasa gereği 5 kişilik BİK' te bir kişinin sivil Girişim Grubu'ndan olmasını talep ettim. Bu talebim de diğer bir çok talebim gibi ciddiye alınıp tartışılmadı; oylama ile, ilgili yasadaki açık hükme rağmen sivil Girişim Grubu BİK' ten yasa dışı bir biçimde dışlandı.
5706 Sayılı Kanunun 13-1.Maddesi gereğince YK' nin seçtiği Bütçe ve İhale Komisyonundaki 5 kişiden 2'si sivil toplum temsilcisi olmak zorundadır. İTO ve İSO zorunlu meslek kuruluşu olup, insanların özgür iradesi ile üye olduğu TUSİAD, MÜSİAD... gibi sivil toplum kuruluşu sayılamaz. Bu nedenle henüz YK 'nin 4 üyesinin seçilmediği sırada seçilen BİK yasa dışıdır.
YK üyesi Ataman Onar'ın istifasından sonra tamamlanan ve şu anda görev yapan BİK ise daha fazla yasadışıdır ve BİK' in bugüne kadar aldığı kararlar da yasa dışıdır, kadüktür. Böylesi bir yasa dışı çerçevede kalmayı, aşırı İstanbul sevgim nedeniyle bile daha fazla uzatamazdım.
Ayrıca bugüne kadar medyada duayeni diye adlandırıldığım " kültür turizmi " konusunda ileri sürdüğüm görüşlerimin hiç birinde sonuç alıcı olamadım. Girişim Grubu da YK'den dışlanmıştır. Kısacası bu YK bünyesinde bir üye olarak Ajans'a hiçbir katkım olamıyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu üyeliğinden istifamın kabulünü ve gereğinin yapılamasını rica ederim.
Saygılarımla,
Faruk Pekin