Barış süreci gündemdeki yerini korurken, medyanın kullandığı dil tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile başlayan süreçte, toplumun bilgilendirilmesi açısından en önemli alanlardan biri olan medyada, barış odaklı bir yaklaşım yerine çoğu kez nefret söylemi ve militarist bir dil öne çıkıyor.
Muhalif olduğunu iddia eden yayın organlarının dahi Kürt meselesinde çözüm karşıtı bir söylem ürettiğini belirten gazeteci Faruk Eren, sürecin provoke edilmesinde medyanın dilinin başat rol oynadığını söylüyor.
"DEM Parti haber yapılmaz ama her gün tartışılırdı"
MA’dan Melike Çelik’e konuşan Eren, AKP iktidarı öncesinde medyada genel olarak devletçi, milliyetçi ve militarist bir yayın çizgisinin hakim olduğunu belirtti. Tarihte Kürt sorununa bakış konusunda “utanılacak manşetler” atıldığını anlattı.
2013-2015’teki süreçte AKP medyasının dilinde olumlu bir dönüşüm olduğun söyleyen Eren, “Ama süreç bittikten sonra daha yakın tarihe kadar inanılmaz şeyler yaşandı. Sadece örgüt için değil HDP’ye hatta CHP’ye yönelik düşmanlaştıran bir dil kullanıldı. Yakın zamana kadar DEM Parti’nin grup toplantılarını hiçbir televizyon kanalı yayınlamazdı. Ama her gün televizyon programlarında DEM Parti’den bahsedilirdi” dedi.
Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Partili milletvekilleriyle tokalaşıp ardından Abdullah Öcalan’a çağrı yapmasının herkesi şaşırttığını dile getiren Eren ardından şunları ekledi:
“Böyle bir çıkışı kimse beklemiyordu. Bu şaşkınlık atıldıktan sonra süreç yine terörle tanımlandı. AKP medyası ‘Terörsüz Türkiye’ diye tanımladı. Komisyon kuruldu, birtakım çalışmalar yürüyor. Önümüzdeki dönemde ne olacağını göreceğiz. Ancak medyanın dili açısından baktığımızda AKP medyasında süreci destekleyenler kadar aykırı görüşler de ortaya çıkıyor.
Muhalif medya denilen kesim bugün süreçten önce Kürt meselesi konusunda, temel insan hakları konularında AKP medyasının konumuna geldi. Mesela 30 yıldır cezaevinde olan tutuklular var, cezası bitmiş, keyfi gerekçelerle bir iki yıl fazladan yatırılıyor. Televizyon programlarında kendilerine ‘muhalif’ diyenler, ‘Bu insanlar niye bırakılıyor’ şeklinde açıklamalarda bulunuyor. Buna karşı çıkmasındaki argümanı da süreçle ilgili endişeye bağlıyor. O yüzden sürece dair medyada kötü bir sınav veriliyor.”
"Ana akım medya savaşı sever"
İktidara karşı olan medya organlarında bir kaygıdan öte süreç karşıtlığının olunduğuna dikkat çeken Eren şunları söyledi:
“Sürece karşı olduğunu söyleyen kişiler kendine ‘muhalif’ diyor. Sıkıştığı zaman da ‘Barışa karşı değiliz, tabi ki silahlar bırakılsın’ diyorlar. Ama bunun karşılığında da hiçbir şey yapılmasın çünkü onların gözünde Kürt sorunu diye bir sorun yok. Dolayısıyla çözüm diye bir sorun da yok. Türkiye’de bütün sorunların AKP ile başlamadığını tartışmak gerekiyor. Bir devlet geleneği var. Tabi ki AKP’nin son yıllarında ağır hukuksuzluklar ve hak ihlalleri yaşanıyor. Ama bunu AKP icat etmedi.
Binlerce insan ‘beyaz toros’larla faili meçhul cinayetlerde katledilirken veya gözaltında kaybedilirken şu an birilerinin özlediği ‘merkez medya’ denilen medya vardı ve bütün bu dehşete sessiz kalıyordu. Sessiz kalmaktan da öte neredeyse bu katliamların ideolojik taşıyıcılığını yapıyordu. O dönemlerde köyler boşaltılıp, yakılıyor ama bu medyadan hiç ses çıkmıyordu.
AKP öncesinde de Kürt sorunu, insan hakları sorunu, demokrasi sorunu, adalet sorunu ve yargı sorunu vardı. Türkiye'deki medya; militarist, devletçi, askerci ve savaşçıdır. Sadece Kürt meselesinde değil örneğin Ege’de ufak bir gerginlik olduğunda gazete ve televizyonlarda ‘çubuklu adamlar’ çıkar. Ana akım medya savaşı sever, bunun ticariden çok ideolojik yanı var.”
"Provoke dilin değişmesi gerekiyor"
Eren gazetecilerin kamudan, gerçeklerden, halktan, barıştan ve demokrasiden yana olması gerektiğinden bahsetti.
“Ama ne yazık ki Türkiye'deki ana akım medya denilen daha sonra iktidar medyası denilen medya, barış gazeteciliğini değil savaş dilini tercih etmiştir. Savaşı teşvik etmiştir.” dedi.
Barış odaklı haberciliğin sadece gazetecilerin sorunu olmadığını anlatan Eren “Gazeteciler tek başına barış odaklı haberciliği yapamaz. Evet, Türkiye'de barış gazeteciliği yapılıyor. Ama bu okurların, izleyicilerin, kamuoyunun baskısıyla oluşabilecek bir şeydir. Bu süreçte buna daha çok ihtiyaç var. Süreci baltalayacak, provoke edecek yayınları izlememek, gazeteleri okumamak gerekiyor. Ancak izleyici baskısıyla sürece dair saldırgan yayıncılık anlayışı değişebilir. Bu süreçte medyaya düşen temel görevlerden bir tanesi süreci provoke etmemektir. Demokratik bir ülkenin barış içinde olması medyanın kullandığı dille de alakalı olacaktır” ifadelerini kullandı.
IPS İletişim Vakfı / bianet'in Barış Gazeteciliği Elkitabı için tıklayın

Barış gazeteciliği: Düşmanlık yerine diyalog
(HA)










