Kazım Koyuncu,Olay FM, 2002).
Ruh, zeka, duygu armonisinin etkileyici biçimlenişiyle bütünü görebilen, imgelerle düşünebilen, sunduğu yeni yaklaşımlarla daima sorgulayan ve geliştiren sanat, zaman ve mekanın içinde ama onlardan bağımsız var olabilen, estetik duyguyu alışılmışın yanıltıcılığından uzaklaştıran ve farklı yürek çarpıntılarının özgünlüğünde kendini bulan bir yaratıcılık ve yeniden üretim sürecidir.
Bir sanat eseri, algılanışında özgün alt yapısına getirilen farklı anlam, yönelim ve yankıların çoğulluğuyla zenginlik kazanır. Sanatsal yaratı ve özgünlükte durmadan yenilenen bu içsel bütünlük, aynı zamanda "açık yapıt" (Eco, 2001) olmanın bir göstergesidir.
Bu açıklığa bağlı olarak gelişen dinamizm, eseri çok farklı sonuç ve çözümlemelere ulaştırabilecek yapısal canlılığı da beraberinde getirir. Dolayısıyla estetik bir heyecan, belirli bir güzellik ve duygulanım sağlayarak yaşamsal bir ilgi uyandırır.
Yaşam görüngelerinin bu şekilde yeniden yaratılması, düşünsel bir yorumlamayla toplumsal bilincin gelişmesine de katkıda bulunur. Sanatın evrimi toplumunkinden ayrı düşünülmediği takdirde, "toplumsal bir amaca bağlanan sanat genel olarak devrimcidir" (Plehanov, 1991). Her sanatçının kendine göre bir gerçeği görüş şekli vardır ve yaşamla her zaman bir sorun yaşar. Bu durum, sanat eserinin tarzını belirleyen içeriğin oluşumu açısından da önemli bir etkendir.
Duyusal bir haz üretme eğiliminde olan ve Nietzsche'nin "tüm estetik yaratımların kökeni" diye tanımladığı müzik ise -sanatın yedi dalından biri olarak- insanların davranışları üzerinde etki eden, tutkuları kışkırtan, ruhu eğiterek kalbe dokunan duyguların lirik bir dışavurumu olduğu gibi, ses ve notaların sınırsız kombinasyonuyla evrenin her yerinde hissedilebilen, insanı yaşamdan yaşama götürerek özgürleştiren ve belki de ölümsüzlüğün en güzel yolu olan tek gerçekliktir.
Kimi zaman görünür olanın baskısına direnir ve kurulu düzene karşı çıkar, kimi zaman da ânı yaşatarak melodilerin güzelliğinde kaybolunacak bir bağımlılık meydana getirir. Müzikal dil, kültürel altyapının üzerine kurulan evrensel bir arka plan ile toplumun farklı geleneklerinin çoğulcu sesi olur. Algılamadaki doğaçlamaya bağlı olarak içsel ritimler ile ses değişimleri arasındaki bu diyalektik ilişki, bir yeniden yaratım sürecini de beraberinde getirir.
Müziğin, yaratıldığı ânın ötesinde yaşayabilmesi için hassas ve özgün bir yorumlamaya ihtiyacı vardır. Yorumun yapıta ne kattığı önemlidir. Müziğe dair her yorum, onun yeni bir anlamını ortaya çıkaran ve dolayısıyla tüketmeden hayata geçiren birer söylem sonsuzluğudur. Böylece eser, müzikal düşünce tarihinin bir belgesi haline dönüşebilir:
"Müzik dünyasında müzikal mirasın bir kuşaktan diğerine aktarıldığı devasa bir dikey hareketlilik vardır. Antik biçemler yaşamaya devam eder ve sürekli yeni, taze bir yaşam bulurlar. Diğer sanatlarda karşılığı olmayan bir tarihsel yeniden değerlendirme ve yeniden güncelleme sürecinden dolayı hayatta kalmışlardır. Bu türden halk biçemleri bütün diğer tarihsel bağlamlarda yeni bir yaşam bulmuşlardır. Kuzeyin şarkı, biçim ve aksanları rahatlıkla güneye taşınabilmiş ya da tam tersi; halk geleneğinin ve sözel geleneğin unsurları seçkin geleneğe nakledilmiş, seçkin müzik biçimleri de halk mirasına dönüşmüşlerdir!.. Derin içgüdüsel köklere, daha doğrudan ve aracısız kültür bilincine ve kolay hatırlanabilir olmasına çağrısı nedeniyle müzik; engelleri, politik, coğrafî ve dilsel sınırları diğer sanatlarda olmayan bir çeviklik ve dinamizmle aşarak bir halktan diğerine iletir, geçirir, aktarır." (Fubini 2006: 41-42).
(...)
Yıllardan beri arayışları ve idealleri doğrultusunda ısrarla içindeki müzik yapma isteğini sürdüren, müziği anlama ve icra etme yolunda ciddi olarak emek sarf eden, samimiyetini kalitesiyle pekiştiren, yaptığı işten çıkardığı sonuçları bütün insanlarla paylaşan, onları alıştıkları seslerden bir parça uzaklaştırarak ezberleri bozan, geliştirdiği düzenlemelerle geleneksel Karadeniz ve Laz ezgilerini rock müziğiyle birleştirerek yerel olana evrensel açıdan bakabilen, anonim şarkılara kattığı yorumlara yeni melodi ve enstrümanlar ekleyerek onları bozmadan seslendiren, kültürel köklerine sahip çıkarak oluşturduğu etnik rock müziğini yurtdışına taşımaya ve dolayısıyla uluslararası bir müzik kariyeri yapmaya hazırlanan, her zaman ürettikleriyle görünmeyi tercih eden, müziğin insanı yaşattığına inanan ve ömrünün yettiği yere kadar kendini söyleyen bir müzisyen karşımıza çıkıyor: Kazım Koyuncu.
İnsana yaklaşım tarzı ve toplumsal sorunlara gösterdiği hassasiyet, bütünü görebilen sıra dışı kişiliği, aydın ve ilerici tavrı, hayata bakış açısındaki devrimci duruşunu sanatçı duyarlılığı ve gerçek "rocker" felsefesiyle destekleyişi, inandığı ve varlığını anlamlandıran değerlere bağlılığı, yaşama dair istek ve isyanları, vicdan ve adalet duygusu, yüksek iradesi, ilham aldığı düşleri, çözüm üretme ve daha güzele ulaşma yolunda gösterdiği yaratıcılık, kısacası aklından ve yüreğinden geçen her şey onun müziğini belirleyen unsurların başında geliyor.
Müziği metinler arası okumanın sonsuz devinimini ve altüst edici gücünü, Kazım Koyuncu'nun yerli-yabancı etnik müzikleri dinleyip irdeleyerek oluşturduğu yoğun müzikal birikimiyle, kendi kültürünü Batıyla harmanladığı parçalarındaki yaşanmışlık hissiyle ya da geniş kitlelere ulaşan şarkılarında d ünle bugün- bugünle yarın arasında gidip gelen bilinçli bir yeniden üretim anlayışıyla olduğu kadar, taşıdığı muhalif kimliği yaptığı müziğe yansıtışındaki açıklıkla da görmek ve hissetmek mümkün.
Yüzyıllardır var olanı kendine göre yorumlayarak ona özgün enerjisini katmıştır sevgili Kazım. Peki ya derindekiler, o kısa zamanda görülemeyenler? Artık sonsuza dek gizemini koruyacak birer soru işaretidir onlar:
"Yeni bir şeyler yapmak gerek, çalışmak gerek. Cesur, yürekli. Sesi yükseltmek, çoğaltmak, müzik gerek... Şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür. Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve birçok güzel şeye sebep olabilirler... Müziği sadece sahnedekiler yapmaz, eğer anlamlı ve güzel bir şeyler yapılacaksa bu hep beraber olacak, kimse seyirci kalmayacak... Müzik hayatım boyunca içimden gelen en güzel şeyleri yaratmak, onları en güzel halleriyle sizlere ulaştırmak, paylaşmak istedim. İnanın en büyük amacım buydu. Üretebildiklerimi, üretebildiklerimizi sizlerle paylaşmak, çoğalmak. O seslerle, şarkılarla birlikte bir sevgi yaratmak ve o sevgiyi her yere taşımak... O kadar güzel müzikler çalıyor ki aklımda, ruhumda. Hayal edebiliyorum üstelik onları sahnede. Sanırım dönüşüm muhteşem olacak."
Kazım Koyuncu, 2004-2005, www.kazimkoyuncu.com
Müzikal kariyerine 1991'de Ali Elver ile birlikte kurduğu "Dinmeyen" müzik topluluğu ile başlayan Kazım Koyuncu, 1993'te Mehmedali Barış Beşli ile beraber dünyanın ilk ve tek Lazca rock topluluğu olan "Zuğaşi Berepe"yi kurar.
1996'da Dinmeyen'le Sisler Bulvarı albümünü çıkarır ve grup kısa bir süre sonra dağılır. Zuğaşi Berepe ile de, 1995'te Vamişkunan ve 1998'de Bruxel Live ile İgzas albümlerini yaptıktan sonra yollarını ayırır. 2000 yılında bir türküler albümü olan Salkım Söğüt 2 adlı ortak çalışmada, 2002 yılında da Yavuz Çetin anısına hazırlanan Gitarın Asi Çocukları'nda yer alır.
İlk solo albümü olan Viya'yı 2001'de, ikinci solo albümü olan Hayde'yi ise 2004'te yayınlar. Yine 2004 yılı içerisinde, Grup Patika'nın Aşk Beni Büyütmedi albümüne bir şarkı ile destek verir. Bu arada televizyon dünyasına da yönelerek, 2002'de "Gülbeyaz" ve 2003'te de "Sultan Makamı" adlı dizilerin müziklerini yapar.
Grup Dinmeyen'in ilk ve tek albümü olan Sisler Bulvarı, "serüvenlerinin farkında olmayanlar, nereye yol aldıklarını bilmezler" sloganıyla müzik yolculuğuna çıkan, özgün-protest tarzıyla popülizmden uzak, gayet hoş bir çalışmadır. Atilla İlhan'a ait iki şiirden yapılan Askıda Yaşamak ve Sisler Bulvarı adlı şarkılar, şiir-şarkı sözü uyumu tartışmalarına olumlu bir açılım getirmektedir.
Üç Kız Bir Ana ve Dam Üstüne Çul Serer isimli halk türküleri, yeni müzikal motiflerle örülmüş ve akustik gitar, yan flüt, perküsyon gibi Batı enstrümanlarının katılımıyla yapılmış modern düzenlemeleri ile dikkat çekicidir. Birer yeniden yorumlama örneği olarak metinler arası ilişki sayılabilecek bu iki parçanın yanı sıra, enstrümantal bir beste olan Martı 'nın içerisinde elektrik gitarla yapılan ve jazz rock doğaçlamalarını andıran kısa melodik altyapı da türler arasındaki metinler arası geçişi gösteren önemli bir örnektir.
Ülkem'de, elektrik gitarla birlikte baterinin de sesi duyulur. Zuğaşi Berepe ise, sözü Lazca, müziği rock'n roll tarzında şarkılar yapar. " Dünyanın tüm denizlerinin çocukları olmak isteyen "grup, etnik öğeleri dilde yoğunlaştırarak yalnız Avlaskani Cuneli 'de tulumu yerel bir saz olarak akustik gitar, elektrik gitar, davul ve klavyeyle yan yana kullanmış, müziğindeki Batılı modernizasyonla evrensel yaratıma ulaşmış ve piyasalaşmadan sürecini tamamlamış bir gruptur.
İlk albümleri olan Vamişkunan, Lazca sözlü rock müziğin yer yer punka dayandığı bir gelişim gösterir. Rocktaki radikal çıkış, sert söylem ve isyanla birlikte sevgiyi de barındıran dinamizmin, kalıpları olmayan ve her şeyi sorgulayan punkın şiddet içermeyen anarşizmi ile buluştuğu bu albüm, Doğu Karadeniz insanının coşku dolu enerjisini de gayet iyi ifade eden bir sentezdir. Avlaskani Cuneli, Golas Empula Yulun ve Yeşili Kamyoni gibi anonim Laz türkülerinin farklı ve sağlam düzenlemelerle modernleştirilmesi, ortaya çıkan yeni müziklerin ritmik temposunu hayli artırmakta ve yine müzikte metinler arasılığın tipik örneklerini sunmaktadır.
Vamişkunan'da elektrik ve akustik gitarlar ile davul partisyonları eşliğinde söylenen Golas Empula Yulun'un tulum, kemençe, çonguri gibi sazlarla daha otantik şekilde çalınan halini ise, Salkım Söğüt 2 albümünde dinlemek mümkündür. İkinci albümleri olan İgzas, teknik anlamda daha da bilinçlenen grubun müzikal grafiğinin de buna bağlı olarak hızla yükseldiğini gösteren yine emek dolu bir çalışmanın ürünüdür.
Vokallere göre elektronik altyapının (özellikle Jimmy Hendrix'i anımsatan tınılarıyla distortion gitarın) ve dolayısıyla müziğin daha fazla ön plana çıktığı, soundunun rock müziğin türleri arasında melodik bir zenginlik yaratarak ilerlediği, dilde yine Lazca'nın ağırlık kazandığı kültürel bir misyonun yanı sıra sıkı bir rock albümü olma özelliğini de taşımaktadır.
Ka Tun Mita Xendasoç adlı Hemşin türküsü, hem dili hem de müziğine ortak ettiği tulum tınılarıyla elektrik gitar, bateri ve perküsyonun yarattığı canlı rock ritimlerini gelenekle birleştirerek metinler arası bir ilişki meydana getirmiştir. Türkünün bir başka versiyonu, yıllar sonra Viya'da ortaya çıkacaktır.(ÖÖ/EÜ)
(...)
** Kazım Koyuncu 25 Haziran 2005'te kanser nedeniyle aramızdan ayrıldı. Ölümünün ikinci yılında Dr. Ö. Öztekin'in www.kazımkoyuncu.org'da yer alan yazısını kısaltarak aktarıyoruz. Yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.
Kaynakça:
* ECO, Umberto. Açık Yapıt . (Çev. Pınar Savaş), İstanbul, 2001.
* FUBİNİ, Enrico. Müzikte Estetik . (Çev. Fırat Genç), İstanbul, 2006.
* PLEHANOV, Georgi V. Sosyalist Açıdan Toplum, Sanat, Eleştiri . (Çev. Asım Bezirci), İstanbul, 1991.