Festivalde sahnelenen Yakındoğu'da Emanet nasıl tepkiler aldı?
Genel olarak olumlu eleştiriler geldi ama sanki iki grup var: Bir oyundan hoşlananlar, bir de oyundan hiç hazzetmeyenler. Ama şöyle bir durum var; hoşlanmayanlar beklediklerini bulamadıkları için değil, sanırım, böyle bir biçim ve üslup onlara daha yabancı geldiği için hoşlanmadılar. Daha farklı renklerde spotlarla üç ayrı boyutta aydınlatılmış insanların şizofreni üzerine bir masal anlatmaları ya da bir söylenceyi anlatmaları sanırım o insanlara biraz gerilim yaratıcı, biraz farklı bir atmosfer gibi geldi. Hoşlananlar da genel olarak o şizofreniden, sahnedeki çok seslilikten hoşlandıklarını söylediler.
Bu oyunda anlatılan hikaye şöyle: Bir adam intihar ediyor ve intihar ettikten sonra ruhu kalkıp bize bir hikaye anlatıyor, şizofreni üzerine bir hikaye. Dolayısıyla, bu zaten başı, ortası, sonu belli, klasik kalıplarda anlatılabilecek ya da anlaşılabilecek bir şey değildi. Hem hastalığı hem adamın kendine yönelttiği şiddeti, savaş karşıtlığını anlatan bir metin vardı. Dolayısıyla klasik anlamda beğeniye sahip olan insanların bunu o kadar da beğenmesini beklemiyordum açıkçası. Bu farklı bir estetik anlayıştır; bu estetik anlayışına ne derece sıcak bakacaklar, ne derece yakın düşecek seyirci, ben bunu merak ediyordum. Böyle bir denemenin yapılması benim açımdan önemliydi.
Oyunu yönetirken, yazarken hesaba katmadığınız alanlara kaydığınız oldu mu?
Tabii, yazarken başka bir şey düşünüyorsunuz, başka bir dünyayı ortaya koyuyorsunuz. Bu, her yönetmenin elinde farklı şekillenecek bir oyun. Ama yönetmen olarak bu oyunu ele aldığımda, o zaman daha farklı bir biçimlendirmeye gitmenin ihtiyacını hissettim. Bir takım sözleri bölüp parçaladım, farklı arkadaşlara verdim ve genel yapının içinde seslerle bir parçalanmışlık dizgesi oluşturmaya çalıştım. Aynı parçalanmışlık dizgesi devinimlerle, hareketlerle ve ışıkla, atonal bir müzikle de kuruldu. Şizofreni, şizoid durum ve duygu oyunun geneline yayıldı. Yönetmen olarak yapmaya çalıştığım buydu.
Oyun bir prolog ve bir epilogla başlıyor ve bitiyor, ama aradaki dört bölüm -oyunu dörde ayırdım- ateş, toprak, hava ve su gibi dört unsurla özdeşleştirildi ve her bölümdeki hareketler o bölümün başlığına göre gerçekleştirildi. Dolayısıyla, bütün bunlar biraraya geldiğinde, yazarken düşündüğümden bambaşka bir rejiyle çıkardım ben bu oyunu. Bugün yapacak olsam, bugün de belki başka bir rejiyle başka bir şey katarım o oyuna çünkü önemli olan -bir yazar olarak ona dikkat ediyorum- bir oyunun yönetmende ve onu ele alan kişilerde yaratacağı yaratıcılık duygusu. Benim yazdığım metin birilerinin yaratıcılık duygusunu uyarmalı ki bir işe yarasın.
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin size sağladığı olanaklardan memnun kaldınız mı?
Yakındoğu'da Emanet dünya prömiyerini 2003'te Japonya'da yaptı. Festival yöneticileriyle bu oyun üzerine o zaman konuşmuştuk. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bu oyunu, Tadeshi Suzuki'nin başında olduğu Japan Performing Arts Foundation ile ortak prodüksiyon olarak yaptı. Dolayısıyla, en baştan beri bu projenin içindeydiler. Bu oyun Japonya'da iki kere oynadı, ondan sonra ben bir daha oynatmadım. Sonra Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde yeniden biraraya gelip, provayı yapıp oynadık. Onda da hakikaten çok kolaylıklar sağladılar bize. Prova mekanı olsun, oyun için istenilen mekanın seçilmesi ve verilmesi olsun ve teknik destekle, hakikaten çok yardımcı oldular.
14. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin programını nasıl buldunuz?
Genç, yetenekli yönetmenlere ve yazarlara destek vermesi, onların yolunun açılması açısından festivalin iyi olduğunu düşünüyorum ki bu sene ben onu gördüm. Mesela, iki-üç tane hakikaten iyi oyun seyrettim, bu da beni mutlu etti. Bunlar festivale hazırlanmış, ilk defa festivalde ortaya çıkan oyunlardı. Ne güzel. Keşke hep böyle Türk tiyatrosunun canlanmasına yardımcı olacak atılımlarda bulunabilecek yönetmenler ve yazarlar özendirilse; genç yönetmen, yazar ve oyuncular, bu festivallerde çıkıp en azından uluslararası bir arenada oynamış olmanın keyfini çıkarabilseler.
Oyunlarınızı yazarken hedeflediğiniz bir seyirci tipolojisi var mı?
Gündelik hayatın içindeki olayları anlatıyorum. Biraz gündelik hayatın dışına çıkarak anlatıyorum. Kenarda köşede kalmışları da anlatmaya çalışıyorum. Jigololuk yapan adamı da anlatmaya çalışıyorum. Beri yandan vücudunu satarak hayatını kazanan başkalarını, tacize uğramışları anlatmaya çalışıyorum. Farklı anti-kahramanları sahne üzerine getirmeye çalışıyorum. O yüzden de genel, yerleşik tiyatro seyircisinin ilgisini çeker mi, çekmez mi bu durum, bilmiyorum. Hayatı izleyen, hayatı takip eden insanların daha rahat, daha keyif alarak izleyebilecekleri ya da okuyabilecekleri oyunlar yazdığımı düşünüyorum.
Bir kalıbın içine hapsedip kendimi, aynı kalıp oyunlar yapmaktan kaçınıyorum. Çünkü o öldürücü bir tiyatroya doğru götürür insanı, diye düşünüyorum. Yazar olarak beni, yönetmen olarak başkalarını ya da beni. Kendini kalıplar içine hapsedip hep aynı şeyi yaparak, Türkiye gibi bir ülkede, ömür boyu mutlu mesut yaşayabilirsiniz ama ben böyle bir şeyi istemiyorum.
Giderek okuyucuyu ve yorumlayıcıyı daha özgür bırakan oyunlar yazmaya yöneldiğinizi söyleyebilir miyiz?
Daha önce parantez içlerini çok yazıyordum ve metni yönlendirme gibi bir telaşım vardı. Yani, sizin çok özene bezene, dikkatle yazdığınız ve kimi zaman yıllarınızı verdiğiniz metinlerin kimin eline geçtiğini bilemiyorsunuz; çok iyi bir yönetmen de olabilir bu ama berbat bir yönetmen de olabilir. Oyunları sahnede gördüğüm zaman dehşete kapılmak istemiyordum, en azından. Sizin çocuğunuzu alıyorlar, bir gün kızınızı Tarlabaşı'nda vücudunu kiralarken görüyorsunuz.
Kendi yazdığınız metni gereksiz bir yönetmenin ele alıp bambaşka bir şeye çevirmesi çok kötü bir duygu. Böyle bir şey olmasın da, en azından o kızcağız iyi yetişmiş bir kız olarak karşıma çıksın günün birinde, diye parantez içlerini yazıyordum. Onları özellikle işaret ediyordum yönetmene ki bunun dışına taşılmasın; o zaman tadı daha çok çıkacak.
Bir de belli ipuçları veriyorum parantez içlerinde. Oyunun komedi olduğuna, oyunun bir trajik yönünün geldiğine ya da groteskin işlendiğine dair ipuçlarını veriyorum. Tabii, bu anlayan yönetmene. Hiç anlamayan birinin eline geçtiğinde bakıyorum, istediğim kadar ben parantez içi yazmış olayım adam berbat bir şey yapmış olabiliyor...ki gördüm, tanık oldum. Ondan sonra izin vermemeye başladım zaten. Sonrasında da, daha iyi yönetmenlerin eline gitsin fakat onları uyaracak metinler olsun, onların yaratıcılığını güdüleyecek metinler olsun istedim. Parantez içlerinden gitgide vazgeçmeye başladım.
Fikirlerine önem verdiğiniz eleştirmenler var mı?
Birkaç kişi. En başta kendi hocam Ayşegül Yüksel. Birçok eleştirisini çok büyük bir sevgiyle ve dikkatle okurum. Çünkü belli bir dayanak noktası var. Yapısalcılıktan ve postyapısalcılıktan yola çıkarak çok iyi ve net değerlendirmeleri vardır Ayşegül Hanım'ın ve satırarasında anlatır anlatmak istediklerini. Dikmen Gürün çok tutarlı bir eleştirmen. Nedenlerini ve sonuçlarını çok iyi açıklayan bir eleştirmen. Seçkin Selvi'nin ve Füsun Akatlı'nın çok tutarlı gördüğüm eleştirileri var. Bu insanların daha doğru dürüst, daha net eleştiriler yaptıklarını, söylemeyi istedikleri şeyleri de daha net söylediklerini düşünüyorum.
Son yıllarda birbiri ardında kurulan tiyatro toplulukları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Yeni tiyatroları, yeni tiyatro anlayışlarını takip ediyorum. Benim için umut verenler, iyi olacağına inandığım, iyi olduğunu düşündüğüm, hatta kendi kendini son iki üç yılda çok geliştiren ve yeni yapılar kuran yazarlar, yazar-yönetmenler var. Mesela, Berkun Oya'nın yaptıklarını ben çok beğeniyorum. Berkun çok farklı bir yerde duruyor. Espri anlayışıyla, o hayata bakışıyla, ondaki humorla Türkiye'deki hayatı çok güzel anlatıyor. Ama bunu tamamıyla mekanı soyutlayıp, yaşamdan soyutlayıp, bambaşka mekanlarda ve düzlemlerde anlatıyor ve içinde bir şov unsuru barındırarak yapıyor. Bunu çok başarılı yapıyor Berkun Oya. Dili de çok iyi kullanıyor. Çok sade ve kendi espri anlayışı içinde. Ali Atay gibi oyuncular çok başarılılar; onlarla çalışması da çok büyük bir şans ve Türkiye tiyatrosu açısından da kazanç. İyi ki varlar. Onları çok beğeniyorum.
Yeşim Özsoy Gülan var. Onun yaptığı çalışmaları beğeniyorum. Oyun Alaturka'yı Türkiye'de ilk yaptıklarında izlemiştim. O zaman daha tutukluk vardı. Fakat gittikçe açıldı Yeşim, yaptığı çalışmalarda. 2084'ü izledim; biraz daha açıldı. Ev'de bayağı iyi bir yapı söz konusuydu. En son yaptığı Aksak İstanbul Hikayeleri'nde hikayeler çok hoş, birbiri içine çok güzel geçiyor. Yönetmen olarak da iyi bir noktada bence Yeşim Özsoy Gülan.
Yazarlardan İlker Köklü var. Mendil Alır Mısınız? diye bir oyunu var. Onunla İsviçre Hastanesi Yarışması'nda ödül kazandı. Kenardakilerin gözünden yaşama bakan bir oyun o. ATM gişesinde mendil satan, orada biraraya gelen çocukların hikayesi. Yeni oyunlarıyla da kendini göstereceğini, geliştireceğini düşünüyorum. Cuma Boynukara farklı çalışmalar yapıyor kendince...
Özen Yula'nın toplu oyunları Mitos Boyut Yayınları tarafından yayımlandı. (OY/YS)