Ayşegül, çocuklarını 13 yıldır görmüyor
Ayşegül, iki erkek çocuk annesi... Hayatını, beden işçiliği yaparak kazanıyor. Beden işçiliğine, üç yıl önce başlamış. Amacı, "bir an önce iyi para kazanıp, yıllarlardır görmediği iki çocuğuna yeniden kavuşmak"mış. Daha önce birçok kez, çalıştığı genelevlerden kaçmak için girişimde bulunmuş; "can korkusu" nedeniyle ya buna cesaret edememiş ya da kaçmayı başardığı halde geri dönmüş. Geçtiğimiz günlerde son bir kez daha denemiş kaçmayı. Bu seferki çabası, bir derneğin de yardımıyla başarıyla sonuçlanmış.
Ayşegül, artık beden işçiliği yapmak istemiyor ve vesikasının iptali için, hukuk mücadelesi veriyor. 13 yıldır çocuklarını göremeyen Ayşegül, onlardan ayrılma gerekçesini şöyle anlatıyor:
"Ayrıldığım eşimin baskısıyla, çocuklarımı bırakmak zorunda kaldım. Biri 3 yaşında diğeri ise 8 aylıktı. Şimdiki aklım olsa, bütün baskılara rağmen yine de ayrılmazdım çocuklarımdan. Çok pişmanım..."
Ayşegül, çocuklarına ilişkin bilgileri başkalarından almış. Nerede yaşadıklarını bilmesine karşın, çocuklarıyla hiç iletişim kurmamış:
"Çocuklarımı hep uzaktan gördüm. Varlığımdan haberdarlar, ama kötü tanıyorlar beni. Nasıl karşılarına çıkıp 'Ben sizin annenizim' diyebilirim ki? Bazı zamanlar düşünüyorum, 'Büyük oğlumla karşı karşıya gelsek acaba bana ne der, benimle ilgili neler hisseder' diye... Beni anlamaya çalışıp sevgiyle yaklaşacağını hiç sanmıyorum."
Çocuklarından ayrı geçen günlerde yeniden anne olmayı düşünen Ayşegül, karşısına güveneceği kimse çıkmadığı için bu isteğini gerçekleştirememiş. Ayşegül, iki yıl önce rahmi alındığı için bir daha çocuk sahibi olamayacak. İçindeki çocuk özlemini ise, başkalarının çocuklarında giderecek...
"Benim yapmayı hep hayal ettiğim şey, iki çocuğumu yanıma alıp, 'bunlar benim çocuklarım' deyip göğsümü gererek gezmek. İnşallah bir gün o da olur. Şimdilik başkalarının çocuklarında teselli buluyorum. Hatta bir tane süt kızım var; hem isim annesiyim, hem de süt annesi. Benim varım yoğum o artık..."
Ayşegül, Pazar gününün anneler günü olduğunu biliyor. Bu günü, yine çocuklarından ayrı geçireceğini de... Her yıl, birkaç anneye çiçek vermeyi ihmal etmeyen Ayşegül, "Kimse benim günümü kutlamasa da herkesin anneler günü kutlu olsun" diyor.
Miyaser, başka annelerin ağlamamasını istiyor
51 yaşındaki Miyaser Güneş de, anneler gününü üzüntüyle karşılayanlardan. Kendi deyimiyle, "iki gencecik fidanını", yıllar önce Güneydoğu'daki çatışmalarda "dağlara kurban vermiş". Diğer çocuklarını da kaybetmemek için, Bitlis'ten İstanbul'a göçmüş.
Güneş'in, geride kalan dört çocuğu var; biri erkek üçü kız... Onlara, "gözü gibi" baktığını söylüyor.
Şimdi, başka annelerin ağlamaması için Barış Anneleri İnisiyatifi bünyesinde çalışan Güneş, "anneler gününü yüreğindeki acıyla karşıladığını" belirtiyor ve "başta Türkiye olmak üzere bütün dünyada barışın sağlanmasını" umut ediyor:
"Dünya anneler günü geliyor. Diğer anneler, bugünü kendi çocuklarıyla mutlu bir şekilde kutluyor. Oysa biz Kürt anneleri, bugünü göz yaşlarıyla karşılıyoruz. Çünkü çocuklarımızı kaybettik. Kimimiz dağlarda bıraktık, kimimiz cezaevlerinde... Türkiye Cumhuriyeti, bizim acılarımıza gerçekten son vermek istiyorsa, bir an önce Kürt sorununun varlığını kabul edip çözüme kavuşturmalıdır. Bu, bizim için en büyük anneler günü hediyesi olacaktır."
Sevgül'ün barış mücadelesi, bütün çocuklar için
Sevgül Uludağ, 13 yaşında bir erkek çocuk annesi. Lefkoşa'da gazetecilik yapıyor... 44 yaşındaki Uludağ için "anneler günü hiçbir şey ifade etmiyor". O, anneler gününü, "kapitalizmin ticarileştirdiği, anlamını yitirmiş günlerde biri" olarak görüyor. Oğlunun, en yakın arkadaşı olduğunu belirten Uludağ, aralarındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
"Oğlumla aramızda çok özel bir ilişki var. Konuşmadan birbirimizi anlayabiliyoruz. Beni çok iyi okuyabiliyor, uzun yıllar birlikte yaşadığım insanlardan daha iyi tanıyor..."
Uludağ, oğluyla arasındaki ilişkide geleneksel "anne, baba, çocuk" rollerinin dışına çıktıklarını söylüyor. "İnsanların, çocuklarını sevdikleri halde onlara söz hakkı vermemelerini" ise anlayamadığını belirtiyor:
"Bunlar, erkek egemen sistemin dayattığı roller. Biz, kendi yaşam biçimimizi kendimiz çizmeye çalıştık. Çocuğumuz yürümeye başlar başlamaz evin bir odasında onun için bir duvar ayırdık. 'Burası senin duvarındır, istediğini yapabilirsin' dedik. O, bütün gün duvarı karalıyordu. Özgür bir şekilde büyüdü. Hatta 3-4 yaşlarındayken, canı biraz sıkıldığında 'Benim insan haklarım yok mu' diye soruyordu. Yani kendisi de özgürlüğünün bilincindeydi..."
Çalışıyor olmasının oğluyla aralarında herhangi bir sorun yaratmadığını belirten Uludağ, eşinin ve annesinin bu konuda kendisine çok yardımcı olduklarını sözlerine ekliyor:
"Eşim, -ben ona can yoldaşım diyorum- benim olamayacağım zamanlarda oğlumun yanındadır hep, hiçbir zaman yokluğumu hissettirmiyor ona. Ben çalışmadığım zamanlarda da gönüllü çalışmalara ağırlık verdim. O yüzden çalışıp çalışmamam pek fark etmiyor. Ama annem ve eşim olmasaydı, her şey bu kadar kolay olmazdı. Hepsi de çok anlayışlı..."
Uludağ, oğluyla olan ilişkilerinde kendisini, "anne olmanın ötesinde bir insan" olarak değerlendiriyor. Son 2-3 yıl, hakkında yoğun bir psikolojik terör kampanyasının yürütüldüğünü ifade eden Uludağ, "zaman zaman tüm bunları oğluna yaşattığı için üzüldüğünü" söylüyor:
"Ama başka bir seçeneğimin olmadığını biliyorum. Sanırım o da bunun farkında. Benim yaptığım bu barış mücadelesi, sadece onun içir değil, bütün çocuklar için... Bütün çocukların daha iyi, daha insanca yaşaması için. Oğlumu korumak adına bunlardan vazgeçemem. Ben böyleyim. Herkes beni bu şekilde kabul ediyor, oğlum da... Onu çok seviyorum..."
Yelda'nın hayatı, anne olduktan sonra değişti
Yelda Ersever, çalışan bir anne. 3 yaşında bir kız çocuğu var. 31 yaşındaki Ersever, "anne olmanın" hayatını nasıl etkilediğini şöyle anlatıyor:
"Nasıl bir duygu olduğunu, anne olana kadar anlayamıyorsunuz. Her şey, bir anda değişiyor. Sadece gündelik hayatınız değil değişen; hayata ve insanlara bakışınız da değişiyor. Daha sabırlı, daha anlayışlı ve daha sevgi dolu oluyorsunuz..."
Ersever, eşiyle arasında bir görev dağılımı olmadığını, ama kızıyla çoğunlukla kendisinin ilgilendiğini söylüyor. Ersever, kızına yeterince vakit ayıramadığı için üzülüyor:
"Ben, çocuğuma ayırdığım zamanı yeterli bulmuyorum, ama var olan zamanımızı da en iyi şekilde geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Akşamlarımı ve hafta sonlarımı tamamen ona ayırıyorum. Onun sevdiği şeyleri yapmaya çalışıyorum."
Kızıyla arasındaki ilişki için, "Gereğinden fazla şımartıyorum" diyen Ersever, bunda kendi çocukluğunun etkisinin olduğunu ifade ediyor:
"Ben, ailemden uzakta büyüdüm ve kendimi hep ailesiz gibi hissettim. Bu da, bizim aramızdaki ilişkiyi etkiliyor. Belki bu yüzden gereğinden fazla üzerine düşüyorum. Benim çocukluğumda eksikliğini hissettiğim şeyleri ona hissettirmemeye çalışıyorum..."
Ersever, anneler günü içinse şunları söylüyor:
"Benim için anlamlı bir gün. Şimdiye kadar özel bir şeyler yapmadık, ama belki bu yıl benim için bir sürpriz hazırlarlar..."
Çiğdem, bebeğini bekliyor
28 yaşındaki Çiğdem Sonbahar, genç bir anne adayı. 7 aylık hamile olan Sonbahar, anne olacağı günü heyecanla bekliyor. Cinsiyet konusunda ise, bir tercihinin olmadığını ama bebeğinin erkek olacağını hissettiğini söylüyor.
"Anne olmak" konusunda daha önce kendini hazır hissetmeyen Sonbahar, "Hamilelik sürecinde sürekli kendimi geliştirmeye çalıştım" diyor. Hamileliği ile birlikte hayata daha "pozitif" baktığını belirten Sonbahar, anneliğe artık hazır olduğunu düşünüyor:
"Ben, 'kendime bile bakamıyorum, çocuğuma nasıl bakacağım' diye düşünüyordum. Ona verebileceklerim konusunda kendimi yeterli görmüyordum. Ama artık içimde bir korku yok. Her şeyin yolunda gideceğini ve iyi bir anne olacağımı düşünüyorum."
Doğumdan sonra çalışmayı düşünen Sonbahar, çocuğa bakma konusunda, eşiyle aralarında bir iş bölümü yapmadıklarını ifade ediyor. Pazar gününün anneler günü olduğunu hatırlattığımızda ise, "Anneler günü, benim için şu an bir şey ifade etmiyor. Gelecek yıllarda daha anlamlı olacak sanırım" diyor. (BB/NK)