Dolayısıyla bir hakaret, bir aşağılama değil fahişe kadın. Bu her kadının zaman zaman; işine geldikçe, muhtaç kaldıkça, arandıkça, arzu ettikçe girdiği bir hal. İsmin bir hali gibi. O kadar basit.
Kadınlar özellikle 'avlanma' dönemlerinde birer fahişe kadına dönüşürler. Gözleri parlar, dişleri uzar. Gömleklerinin üst birkaç düğmeleri açılır; kilo verirler, saçları değişir. Dahası parlamaya, şakımaya, hoplamaya başlarlar.
Bu döneminde, ismin bu halinde görüp ışıltısına bayıldığınız bir kadını, bir erkek bulup bağlanıp, bağlayıp yerleşik bir hemşire kadın düzenine geçtiğinde görseniz; tanıyamazsınız. Saçları matlaşmış, gözleri grileşmiştir, dişleri ağzının içine çekilmiştir. Yorgundur, takatsızdır, hantaldır. Kilo alır, iç çeker. Sıkıntılıdır. O artık bir HEMŞİRE KADIN'dır.
Diğer kadın, tedavülden kalkmıştır. Yerini bu çilekeş kadının resmi basılı paralar almıştır. Hemşire kadını ortalıkta göremezsiniz. Onun yeri evler, yurtlar, hastaneler, okullar, yuvalar ve doğumhanelerdir. O ışıltılı fahişe kadın uçmuş gitmiş; yerini bu donuk, pedantik, didaktik, can sıkıcı hemşire kadın almıştır. Belki hâlâ -vazife icabı- gündüz hemşire, gece fahişe kadın olmasını gerektiren özel 'anları' vardır. Ama onları, sırf hastası görür yaşar. Bize artık işaret parmağını sallar, ders ve tavsiye verir, kulağımızı çeker, edepsizliğimizi işaret eder ve sık sık ikinci parmağını ağzının üstüne bastırarak: "Şişşşt" der. 'Şişişşşt, hastam uyuyor, hastamı hayata davet etme. O BENİM HASTAM. BEN ONUN HEMŞİRESİYİM. Kolaylığınla mı kurdum ben bu ilişkiyi. Bak gözümün feri söndü; bize gölge etme."
Bir arkadaşım hakikaten çekilmez bir kadın tarafından 'avlandı'. Çekilmez, mekilmezdi. Ama bir seyredilirliği vardı. Yüksek sesle maceramsı şeyler anlatıyor, ince uzun bacaklarını mütemadiyen sergileyen etekler giyiyor, biseksüel olduğunu iddia ediyordu. Salona bir enerji bulutu ile giriyor, en azından enerjisi ile kendini var ediyordu. Arkadaşımı azim, çalışkanlık ve konsantrasyonu ile tavladıktan sonra jet hızı ile hemşireleşmeye başladı. (Ki biliyorsunuz İstanbullu beyzadeler kız kardeşlerinden 'hemşiranım' diye söz ederler. Yani hem bir bakıcılaşma, hem de bir bacılaşma, hem de bir bacaklaşma durumu söz konusu. Zira bunlar ilişkinin en olgun aşamalarında, erkeğin onsuz hareket edemediği bir çift 'bacağa' dahi dönüşürler.)
Kızı her gördüğümde şaşırıyordum. Neredeyse cinsiyet değiştirdi; gözlüklendi, şişmanladı, bıyıkları çıktı. O artık, evin, beyinin ve evrenin hâkimi bir HEMŞİRANIM'dı. Eskiden de münasebetsizdi ama artık her konuda ahkâm kesiyor; son söz kendisinde kalmıyorsa o insanları 'hastasının' (arkadaşımın) hayatından bir-iki cerrahi müdahale ile kesip atıyor, üstelik tüm bu saçmalıkları KENDİSİ PAHASINA yapıyordu. Hemşireler sonuç olarak bir yatalak, bunak, bebek ya da hastaya bakmakla yükümlüdürler. Ne denli güç ve otorite ile donanmış da olsalar, yaptıkları boktan ve acayip sıkıcı bir iştir. Değer mi yani? Yerleşik bir düzende 'güç' sahibi olmak için 'evli barklı', 'koca' yani hasta sahibi bir kadın olmak için, gece gündüz arşınladıkları o hastane hayatının koridorları çekilir mi? Tahammül edilir mi?
Fahişeden hemşireye dönüşen kadınlar, en beterinden olup yukarda tasvir ettiğimiz gibidirler. Bir de hakiki hemşireler vardır. Ki onların bazılarına doyum olmaz. Güvenilir, mert, neşeli, otoriter (ama ütülemeden) candan olabilirler. Hawking'in hemşiresi ile evlenmesi bir sürü Prof.'un, cerrahın, yazarın, yaşlı adamın ikinci üçüncü evliliklerini, yönetici sekreterleri, hemşireleri, bakıcıları ile yapmaları boşuna değildir. Michael Jackson kendine 'eş' olarak boşuna hemşiresini seçmedi. Bu 'gay'lere de pek uyan bir modeldir. Bu kadınlar değişmemişlerdir. Zaten şişman, iri yarı ya da ufak tefek ve sert adımlıdırlar. Daha beş yaşındayken istidatlarını gösterip mahallenin çocuklarına, kardeşlerine ve oyuncak bebeklerine bakmaya başlarlar. Organizasyon kapasiteleri, hayata dahil her şeyi 'bir dilim pasta' bulmaları, her şeyi her an şıp diye halletmeye hazır olmaları, büyüleyicidir. Hakiki (doğuştan) bir hemşire bulup, hayatının son beş-on yılını geçirmek, her erkeğin asli hayalidir. Ama bunlar zor bulunurlar. Azdırlar.
Fahişe hallerinden hiçbir koşul altında taviz vermeyen kadınlar da lezizdirler. Onları yalnızca izlemek bile gerçek bir zevktir. Halleri zor bir haldir ve her koşul altında fahişe kalabilmek; çelik gibi sinirler, mangal gibi yürek, şahane bir kararlılık, neşe ve enerji gerektirir. Bu çeşit de pek nadir bulunur. Ama karşılıklarını eğlenerek, yükselerek, alçalarak; her halükârda dolu dolu yaşayarak, pek de güzel alırlar. Ama bunların karşısında iğdiş edilme, madara edilme, rezil edilme duygusuna kapılıp tabanları yağlamadan durabilecek pek az erkek vardır. Bu yüzden de ha bire avlanmaları, ava çıkmaları gerekir. Ayrıca tabiatları da bunu gerektirir. Tabii kadınlar yalnızca bu gruplardan oluşmuyor. Daha ne gruplar, ayrışmalar, ne çakışmalar, dönüşmeler söz konusu. Biz yalnızca bu kadarından söz ediyoruz. İyi uykular ve iyi sabahlar. (Perihan Mağden - 31 Aralık 2001)