Geçtiğimiz günlerde Facebook CEO’su Mark Zuckerberg, topluluk standartlarının güncellendiğini açıkladı[1]. Zuckerberg, içerik kontrolüne ilişkin kuralların daha da belirginleştiğini ve şeffaflaştığını iddia ettiği açıklamasında ifade özgürlüğünün bu kurallar içindeki yerini “en fazla insana, en fazla söz hakkı” (most voice to most people) şeklinde sloganlaştırdı. Bu hedefin, kişisel özgürlüklerin sınırını bir diğerinin özgürlüğü olarak belirleyen tanımdan yola çıktığı söylenebilir. Fakat özneler, azınlık-çoğunluk veya birey- devlet şeklinde konumlandığında Facebook şirketinin özgürlüklerin sınırını çoğunluk veya devlet/iktidardan yana genişlettiği, yine aynı tarihlerde yayınlanan devlet talepleri raporundaki[2] sayılar ve aşağıda yer verilecek olan öncelikler ile anlaşılıyor.
Devlet talepleri (bir diğer deyişle şeffaflık) raporuna göre:
Temmuz - Aralık 2014 tarihleri arasında Türkiye hükümetinden Facebook’a 165 talep iletilmiş ve bu taleplerde 278 kullanıcı/hesap bilgilerinin paylaşılması istenmiş. Sonuç olarak bu taleplere yüzde 70,91 oranında cevap verilerek “bazı veriler” iletilmiş. Kısıtlanan içerik sayısı ise 3624.
Ocak - Haziran 2014 dönemi için bu sayılar 153 talep, 249 kullanıcı/hesap, yüzde 60,78 oranında cevap ve 1893 içerik olarak kayıt altına alınmış.
Görüldüğü gibi her iki dönem arasında taleplerin yanıtlanma oranında yüzde 10’luk ve kısıtlanan içerik sayısında yaklaşık 1800 içeriklik bir artış bulunmakta. İçerik sayısındaki kısıtlamaların 129 talebin iletilerek 353 hesabın/kullanıcının bilgilerinin istendiği, yüzde 56,59 oranında cevap verilen ve 2014 içeriğin kısıtlandığı Temmuz - Aralık 2013 dönemine oranla daha fazla olduğunu belirtmek gerekli.
Facebook, bugün market değeri 230 milyar doları bulan[3] ve yine milyonlarca kullanıcısı olan dev bir şirket. Bu nedenle ticari faydayı diğer her şeyin üstünde tutması karşısında, insan hakları perspektifinde bir ifade özgürlüğü ve nefret söylemi tartışmasında bilinçli olarak zayıf kalması beklenebilir. Ancak Facebook’un salt kendi çalışanlarına, ortaklarına ve reklam geliri elde ettiği diğer şirketlere yönelik sorumluluk altında olmadığı da açık. Belki artık tekrara gerek yok; internet bugün haber alma ve ifade özgürlüğünün en önemli alanlarından, dolayısıyla demokrasi araçlarından biri olarak kabul ediliyor[4]. Facebook ve Twitter bu nedenle özgürlüklere ilişkin sorumluluğu önemsediklerini vurgulamak zorunda hissediyor. Twitter gibi, Facebook da ifade özgürlüğü vurgusunu şeffaflık raporları ile birleştirerek bunu bir şirket politikası olarak benimsediklerine ilişkin beyanatlar sunuyor. Fakat sorun bu açıklama ve sunuşun ifade özgürlüğündeki evrensel ölçütü ne derece karşıladığı.
Zuckerberg, devlet talepleriyle mücadele ettiklerini iddia etse de açıklama, taleplerin değerlendirilmesindeki seçici kriterler konusunda talihsiz. Zuckerberg, yerel hukuk[5] ve kültürel farklılıkları tanımak zorunda olduklarını, her ülkenin belirli ifadeleri kısıtlayan kanunları olduğunu ve bunların çoğunlukla tarih ve kültür ile şekillendiğini, örneğin Almanya’da soykırım (holocaust) inkârının yasaklandığını, Türkiye’de Atatürk’e hakaret içeriklerinin hukuk dışı olduğunu, bir çok Müslüman ülkede ise dine hakaret (blasphemy) olarak nitelenen içeriklerin yasaklı olduğunu aktarıyor.
Ulusal hukuk ekseninde yapılan bu karşılaştırma, esasen tutarsızdır. Soykırımı reddetme yasağı ile ilgili bir düzenlemeyi, 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ve Müslüman ülkede dine hakaret içeriklerinin yasaklanması örneği ile karşılaştırmak, hukuken korunan değer açısından aynı yere çıkmaz. Soykırım, insanlığa karşı bir suçtur ve bunu reddetmek insanlığa karşı suçları reddetmektir. Dolayısıyla soykırımı reddetmenin yasaklanması ırkçılık ile mücadelenin bir aracıdır ve sadece belirli bir grubun hassasiyetini temel almaz.
Din ve dini duyguları aşağılamanın Müslüman ülkelerde yasak olması örneği, ifade özgürlüğünün kullanımında insan hakları hukuku açısından kabul edilemez bir yaklaşımdır. İfade, o din mensuplarını herhangi bir şekilde şiddet veya nefret hedefi/öznesi haline getirmediği sürece engellenememelidir[6].
Dolayısıyla bu türden bir engellemeyi yasal ve meşru göstermek, özgürlük yanlısı duruşa dair bir aldatmacadır. Sonuç olarak Facebook’un ifade özgürlüğünün kullanımında kendisine devletin, çoğunluğun veya bazı grupların “hassasiyetlerinin” ve “kutsallarının” korunmasını öncelik olarak gören bir çerçeve çizdiği anlaşılmaktadır.
Çoğunluğa ilişkin değerler veya belirli grupların hassasiyetleri, duyguları gibi muğlak alanlar ifade özgürlüğünün kullanımında sınır olarak kabul edildiğinde farklı düşüncenin, farklılığın, azınlıkta olanın korunması tali bir mesele olarak kalmaya mahkumdur. Burada artık demokratik bir topluluğun (Facebook’un kullandığı deyimle “community”) varlığından bahsedilemez.
Halbuki, bilindiği gibi evrensel insan hakları hukuku ve AİHS’ye göre ifade özgürlüğü ancak belirli hallerde kısıtlanabilir: (1) Müdahalenin/kısıtlamanın hukuken öngörülmüş olması, (2) Sözleşme’nin 10/2. maddesindeki[7] meşru amaçlardan birine sahip olması ve (3) bu amaçlar bakımından müdahalenin demokratik bir toplumda zorunlu olması gerekmektedir. Facebook ise ifade özgürlüğünün kullanımında bu standartlara dair bir inceleme yapmadığı gibi, yeni topluluk kurallarında da böyle bir vurgu bulunmuyor.
Tüm bunlarla birlikte esasen, Zuckerberg’in açıklamasında içerik kısıtlamalarına ilişkin olarak 5816 Sayılı Atatürk Kanun’un gösterilmesi bir tür odak kaydırma olarak nitelenebilir. Facebook bu kısıtlamaların nedenlerine ilişkin bir veri analizi yayınlayacak kadar şeffaf olabilseydi, Atatürk ile ilgili paylaşımların bu kısıtlamaların nedeninin çok az bir kısmını teşkil ettiği görülecekti. Çünkü bilindiği gibi bugün Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından verilen erişim engelleme kararlarının çok büyük kısmını 5651 Sayılı Kanun’un 8. ve 9. maddeleri oluşturmakta, bu yolla ise siyasi ifade engellenmeye ve baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Gerçek bir şeffaflık raporundan bahsedilecekse bu verinin paylaşılması gerekir.
Facebook’un ifade özgürlüğündeki bu ikircikli duruşuyla ilişkili diğer bir konu ise nefret söylemi. Bugün, İnternette ifade özgürlüğü, nefret söylemi ve suçları için başvurulabilecek ayrı bir yasal düzenleme mevcut değil.[8] Ancak ırk ayrımcılığı ve zenofobinin yasaklanması üzerine AİHS 12 No.lu Ek Protokol, BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Birleşmiş Milletler Bildirgesi, Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu raporları ve görüşleri gibi çalışmalar, sözleşmeler mevcut.
2015 itibariyle, 39 Avrupa Konseyi üyesi ülke ve ABD dahil 6 Konsey dışı ülke ile birlikte 45 ülkenin imzalayıp onayladığı, Türkiye bakımından 2014 yılında “6533 Sayılı Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”ile yasalaşan Siber Suçlar Sözleşmesi (Convention on Cybercrime)[9] ise sahtecilik, dolandırıcılık, ağ güvenliği, çocuk pornografisi, telif ve bağlantılı hakların ihlali konularında düzenlemeler içerirken nefret söylemi, ırkçılık, ayrımcılık gibi suçlar için Sözleşme’de herhangi bir düzenleme bulunmuyor.
2003 yılında imzaya açılan “Additional Protocol to the Convention on Cybercrime, Concerning The Criminalisation Of Acts Of A Racist And Xenophobic Nature Committed Through Computer Systems” (Bilgisayar Sistemleri Aracılığıyla İşlenen, Irkçı ve Yabancı Düşmanlığı Güden Eylemlerin Cezalandırılmasına İlişkin, Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesine Ek Protokol) isimli ek protokol ise bu tarihe kadar hak ettiği ilgiyi görmemiştir.
Protokolün 2. maddesi ırkçı ve zenofobik materyal kavramını, “bir kişi veya gruba karşı; ırka, renge, milli,etnik kökene, dine dayalı olarak nefret, ayrımcılık veya şiddeti savunan, teşvik veya tahrik eden düşünce veya teorilerin yazı, görsel veya başka bir şekilde temsili” olarak tanımlamaktadır.
Aynı protokolün ikinci bölümü ulusal düzeyde alınacak önlemlere ayrılmıştır. Bu bölüm de kendi içinde ırkçı ve zenofobik materyalin bilgisayar sistemleri aracılığıyla yayılımı, ırkçı ve zenofobik güdümlü tehdit, ırkçı ve zenofobik güdümlü hakaret ile soykırım veya insanlığa karşı suçları inkâr etme, onaylama, önemsizleştirme, meşrulaştırma olarak başlıklandırılmıştır. Ayrıntılı ve uygulandığı takdirde etkili olabilecek bir başlıklandırma içeren bu protokol, Türkiye tarafından imzalanmamıştır[10].
Aynı şekilde Protokolü, Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi’ne taraf olan devletlerden sadece 6 tanesi hem imzalayıp hem yürürlüğe koymuştur. Protokol’ün imzalanıp onaylanmasından sonra tarafların iç hukuklarında Protokol çerçevesinde düzenleme yapmaları gerekeceğinden, bu sayısal azlık nefret söylemi ve suçlarıyla ulusal ve uluslararası mücadeledeki isteksizliğin bir görünümü olarak okunmalıdır.
Facebook’a dönersek, dört gruba ayrılan topluluk kurallarında 2. grup olarak “saygılı davranışı teşvik etme” altında “nefret söylemi”[11] ayrı bir başlık olarak yer alsa da, nefret söylemine ilişkin taleplerin yerine getirilmesinde Facebook’un aynı oranda kararlı ve tutarlı olmadığına dair çeşitli örnekler mevcut[12] [13]. Oysa nefret söylemi, bir ifadenin özgürlük alanında kalıp kalmadığında güçlü bir kriter olması yanında, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nil Muiznieks’in de vurguladığı gibi[14] nefret söylemi ile nefret suçları arasındaki ilişki nedeniyle de önemli. Çünkü nefret söyleminin engellenmediği ve yaptırımla karşılaşmadığı bir ortam, bunun sosyal kabul aldığı bir ortamdır ve eylem için de bir atmosfer yaratması işten değildir.
Türkiye yurttaşları arasından Atatürk’ü çevrimiçi bir ortamda sert, hatta kabul edilemez şekilde eleştiren birinin bu eleştirisinin erişime engellenerek kamuya kapatılması konusunda gösterilecek özen ve hassasiyet, toplum için hiçbir katkı sunmayacaktır ve ifade özgürlüğünün kullanımında bir sınır olarak ortaya konulması yanlıştır. Ancak ırkçı, ayrımcı veya nefret içeren bir söylemin engellenmesi ve yaptırım uygulanması, bu yönde kurulacak sosyal organizasyonun engellenmesi önemlidir.
Son olarak, Türk hukukundan bahsederken 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikler ve son 1 yıl içerisinde bu Kanun gerekçe gösterilerek toplam 3094 mahkeme kararı ile işlem yapılan 16.660 URL, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla sonu gelmeyen soruşturmalar düşünüldüğünde Facebook ve diğer yer sağlayıcı sosyal medya şirketlerinin konumlarını belirlemesi gerekiyor[15].
İfade özgürlüğü üzerinde süregiden bu tehdit ile birlikte nefret suçlarına dair tatmin edici bir düzenlemenin Türk hukukunda halen yasalaşmamış olması[16] yanında, Facebook veya diğer sosyal medya şirketlerinin hukuka uygun davrandıklarına dair savunmalar inandırıcı olmaktan uzak. Hukuku yerel kanunlardan ibaret gören bir yaklaşım ile adil, demokratik ve tüm kişi ve gruplar için “güvenli” bir İnternet ortamı yaratılmasına katkıdan çok tehdit oluşturdukları açıktır. (DT/HK)
* Duygu Türemez, Avukat
[4] Editorial Board of Pravoye Delo and Shtekel/Ukraine, no. 33014/05, 05.05.2011; Yıldırım/Türkiye, no. 3111/10, 18.12.2012; Delfi AS/Estonya, no. 64569/09, 10.10.2013; Times Newspaper Ltd/BK no. 3002/03 ve 23676/03
[5] Yerel hukuku ihlal ettiği gerekçesiyle kısıtlanan içerik oranı geçen yarı döneme göre %11 oranında, 8.774’ten, 9.707’ye olacak şekilde bir artış gösterdiği ve içerik engelleme taleplerinde, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerde artış olduğu vurgulanmış
[6] Kerem Altıparmak, Fazıl Say'ın Tweetleri ve Doğru Sandığınız Yedi Yanlış, 19 Nisan 2013, Bianet
[7] Madde 10: İfade özgürlüğü
1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamumakamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
[11] “Facebook, nefret söylemi barındıran içerikleri siteden kaldırır. İnsanlara aşağıdaki özelliklerine dayalı olarak saldırıda bulunan içerikler bu kapsamda değerlendirilir: Irk,Etnik köken,Milli köken,Dini inanç,Cinsel tercih,Cinsiyet veya cinsel kimlik ya da Ciddi fiziksel engeller veya hastalıklar.
Korunan bu gruplara karşı nefreti teşvik eden organizasyonların ve kişilerin Facebook'ta bulunmalarına izin vermiyoruz. Tıpkı diğer tüm standartlarımızda olduğu gibi, bu içerikleri bize şikayet etme konusunda da size güveniyoruz. “
[12] Facebook “Death to Israel” sayfasını hate speech olarak görmediğini açıkladıktan sonra gelen kamusal baskıyla sayfayı kaldırdı.
IŞİD yanlısı operasyon haberleri ve şiddet içerikli görüntülerin yayınladığı bir sayfa ancak 3. şikayetten sona kapatılmıştı Buna karşın yakın geçmişte, Kürt siyasetçilerin sayfaları, LGBTT sayfaları ifade özgürlüğüne aykırı biçimde kapatıldı.
[13] Burada Facebook yönetimine bir soru iletilebilir; Facebook, sadece Türkiye içerisinde nefret söylemi nedeni ile kendisine gönderilen şikayetlerin kaçı hakkında kaldırma kararı vermiştir? Hükümet tarafından iletilen taleplerin kaçı mahkeme kararına dayanmaktadır?
[15] Allan: 5651 sayılı kanun içeriği hiç memnun olmadığımız türde, ve fb bunun için bir rapor hazırlayacak demiş 2013 tarihli röportajda
[16] Türk Ceza Kanunu Madde 122
Nefret ve Ayrımcılık
(1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;
a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,
b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,
c) Bir kişinin işe alınmasını,
d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını,
engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bilindiği gibi bu bir nefret suçu düzenlemesi değildir. Kanun gerekçesinde de belirtildiği gibi madde sadece, insanlar arasında, yürürlükteki kanun ve nizamların izin vermediği ayırımlar yapılarak, bazı kişilerin hukukun sağladığı olanaklardan yoksun hâle getirilmelerini cezalandırmaktadır.