Giderken, yollardaki sıkı kontrollerden, fabrika önündeki polis barikatından, kimliği olmayan işçilerin bile fabrikaya sokulmadığından haberimiz vardı. Ama her gün yeni bir "zula" girişin keşfedildiğini, ailelerin ve ziyaretçilerin bu girişlerden içeri alındığını da biliyorduk. Biz de yirmi kişilik bir grup, semtin ara sokaklarında diğer ziyaretçilerle birlikte kısa bir tura çıktık. O akşam için uygun görülen "zula" girişten içeri girdik. Duvarlardan atladık, merdivenlerden tırmandık, fabrika bahçesinin içinde uzunca bir yürüyüş yapmak zorunda kaldık.
Yaklaşık her on adımda bir ya da iki işçi gideceğimiz yolu işaret ediyor ve tembihliyordu: "Sakın nereden girdiğinizi söylemeyin." Bu kadar kalabalık insanın bildiği şey nasıl gizli kalabilir ki? Demek ki kalıyor.
Yaşasın işçilerin birliği
Yol gösteren işçiler son derece özenli, yoldaki çukurları işaret ediyor, "Dikkat edin" diyor. Kadınlara öncelik tanınıyor, duvarlardan atlarken yardım ediliyor. Bahçenin işçilerin ve ziyaretçilerin toplandığı bölümüne girmek üzereyken daha dikkatli davranılıyor. Beş kişiden fazlasına izin verilmiyor. Kalabalık bir girişin "zula"yı patlatacağı düşünülüyor.
Sonunda kalabalığın arasına karışıyoruz. Sendika uzmanı arkadaşım beni görünce hayret içinde "Sen nasıl girdin?" diyor. Bize tembih ettikleri için girdiğim yeri asla söylemiyorum. O gece, Demiryolu İşçileri Sendikası'ndan sendikacılar var. Konuşmalar yapılıyor, sloganlar atılıyor. En çok atılan slogan "Yaşasın işçilerin birliği". İşçiler bu sloganı inanarak atıyorlar, çünkü, Paşabahçe'nin başka şehirlerdeki fabrikalarında üretimin durmasının işvereni durduracağına inanıyorlar. Bunu sendikacılara da söylemişler.
Karton evler
Bahçede bir yaşam kurulmuş. En işe yarayan malzeme büyük koli kartonları. Kartonlardan küçük barakalar yapılmış, çocuklar orada uyutuluyor. Yerlere de onlar seriliyor, onların üzerine oturup sohbetler ediliyor.
Hemen her işçinin söylediği ortak şey, Paşabahçe işçisinin ranta kurban edildiği. 11 yıldır Paşabahçe'de çalışan bir işçi şunları anlatıyor:
"80'den sonra Boğaz'daki üç fabrikanın buradan çıkarılması kararı alındı. Biz, Beykoz Kundura, Tekel. Biz bu işin içinde Acarlar'ın olduğunu duymuştuk. Acarlar, sendikaya yazı yazmışlar, 'buradan tek kuruşluk toprak almayacağız' diye. Şimdi burayı kapatmak istiyorlar. Küçük sembolik bir bölüm bırakacaklar, kalan bölümleri Eskişehir'e taşıyacaklar. Bu fabrikanın kar sorunu yok. Daha birkaç yıl önce yapılan fırınlara milyonlarca dolar harcandı. O fırınları taşımaları imkansız. Burayı taşırlarsa o parayı sokağa mı atacaklar."
Bir başka işçi ise "Ben memleketimden İstanbul'a gelmişim, İstanbul'dan da Eskişehir'e giderim. Ama düzeni, evi, akrabası burada olanlar nasıl taşınsınlar" diyor.
Bir başka işçi de 91 direnişini anlatıyor: "O zaman da günlerce direndik, yeniden işe döndük ama arkadaşlarımız ya işten çıkarıldılar, ya emekliye ayrıldılar. Teşvik emeklilik denen bir yöntem uygulanarak, pek çok işçi arkadaşımız erken emekliye ayrıldı. Şimdi önemli olan hem işe dönmek hem de işte kalmak."
Konvoy
Gecenin ilerleyen saatlerinde "konvoy" geliyor. Direniş kendi terimlerini üretmiş. Her gece semt halkı yürüyerek fabrikanın önüne geliyor. Bu gece yine geliyorlar. Karşılıklı sloganlar atılıyor, alkışlar yapılıyor. "Bodrum, Marmaris sizin olun, Paşabahçe bizim", "Susma sustukça sıra sana gelecek", Paşabahçe bizimdir, bizim kalacak", "İşçiler birlik olsa dünya yerinden oynar", diye bağırıyorlar. Mahalle halkının eylemi bitince fabrikadaki ziyaretçiler de dışarı çıkıyor, hem de polis barikatının olduğu kapıdan. "Buraya giriş yasak, nasıl girdiniz?" diyen yok. (FK/BB)