Baykal, "Ne yapılmalı?" sorusuna kısa bir yanıt veriyor: "F Tipi cezaevleri kapatılmalı." Ama devam ediyor...
"Eğer kapatmak mümkün değilse, ortamı insani koşullara dönüştürmek gerekiyor. Yani cezaevinin sağlık bozucu etkilerinin minimuma indirilmesi için çaba gösterilmeli. Duyusal olanakların, toplumsal, insan insana ilişkilerin ve aktivite olanaklarının artırılması gerekli."
|
İstanbul Barosu, bugün (15 Aralık) F Tipi cezaevlerinde tecride son verilmesi için bugün İstanbul'da yürüdü. Baro, tecridin ikinci bir ceza olduğunu belirttikten sonra "Mevzuatta değişiklik öngörmeyen, hiçbir mimari tadilat gerektirmeyen, güvenlik kaygılarından uzak bir biçimde, insanca muamelenin başlatılması için talimat verilmesini talep ediyoruz" diyor.
Baykal'la, tecridin ne demek olduğunu, yüksek güvenlikli hapishanelerde kalanların neler yaşadığını, neden bir insan hakları ihlali olduğunu ve ne yapılması gerektiğini konuştuk.
Tecrit dediğimizde neyi kast ediyoruz? F Tipi cezaevlerindeki uygulama nasıl?
Hücre tipi cezaevlerinde iki unsur söz konusu.
Birincisi, çevresel uyaranların kısıtlılığı. Yani duyusal yoksunluk. Bu işitsel görsel anlamda çevresel materyallerin aşırı derecede kısıtlanmış, tekdüze olması anlamına geliyor.
İkincisi de, sosyal ilişkilerin, insan insana ilişkilerin kısıtlılığı. Türkiye'de özellikle insan insana ilişkilerin kısıtlanması çok yüksek oranda ve aşırıya kaçıyor.
Örneğin disiplin cezaları kullanıldığında, insan hiçbir kişiyle görüşmeden günler, haftalar geçiriyor. Disiplin cezası yoksa da, ağırlaştırılmış müebbet cezası uygulananların hakları son derece sınırlı. Günde yalnızca bir iki saat havalandırmadalar ve orada da yalnızlar.
|
Duyusal uyaran yoksunluğu nasıl gerçekleşiyor?
Bütün mekanda tekdüzelik hakim. Cezaevi havalandırmaları en önemli sorunlardan biri. Havalandırmalar sadece gökyüzündeki bir parça mavilik dışında başka bir şey görülmeyen, çok yüksek duvarlarla çevrili.
Mekanın tekdüzeliği, gözün uzağa ve yakına odaklanmasında sorun yaratıyor.
Aynı zamanda kişisel eşyalara da çok kısıtlı izin veriliyor. Bu, mevzuatla sınırlanıyor.
Sonuçta uyaranların azalması, kişinin kendilik algısının bozulmasına yol açıyor. Toplama kampındaki isim kullanmayıp numara kullanmayla benzer bir durum bu. Kişi hem kimlik hem kendilik olarak kendini algılamasında, bütünlüğüyle sorun yaşıyor.
Sosyal sağlık için en az kaç kişinin bir arada olması gerekiyor?
Bu tümüyle kültürel olarak değerlendirilmesi gereken bir şey. Kültüre göre değişir. Ama, baroların önerdiği "3 kapı, 3 kilit" bile bir minimumu gösteriyor: Minimumun minimumunu.
Örneğin kutup istasyonlarındaki çalışmalar -ki orada spor salonu da, kütüphane de var- bize şunu gösteriyor: İnsanların sayısı ne kadar azalırsa, grup içi etkileşimde bozulma o kadar artıyor, çalışma verimliliği çok düşüyor, bireylerin hem bağışıklık sisteminde azalmaya bağlı hastalıklar ortaya çıkıyor hem de ruhsal sorunlar, anksiyete ve depresyon çok artıyor.
"3 kapı, 3 kilit" önerisi ne anlama geliyor?
Çünkü F tipinde ağırlıklı sorun, sosyal ilişkiler.Yapıda 3'lü yaşanılan, 3 kişilik hücreler var. Bu hücrelerin üçünün açılması durumunda, ortak havalandırma ve mekan kullanımıyla 9 kişinin birbirleriyle görüşme olanağı doğacak. Bunu hiçbir temel mimari değişiklik yapmadan gerçekleştirmek mümkün. "3 kapı, 3 kilit" 9 kişinin aynı hücrede bir arada kalması anlamına gelmiyor; bunun için mimarinin değişmesi gerek.
F Tipi cezaevlerindeki en büyük yerleşim 3 kişilik. Ki 9 kişi bile çok düşük bir rakam. Bu dokuz kişinin insan insana ilişkilerinde bir değişiklik şansı olmadığında, ruhsal sorun yaşanması olasılığı yine çok yüksek. Ama varolana göre daha ılımlı bir durum.
Bu değişiklik yapılsa da, sosyal aktivitelerin çeşitlendirilmesi, farklı gruplarla görüşme olanağı gerekiyor. Bir araya gelme, spor, kültürel faaliyetlerin varlığının yanı sıra, sürelerinin de artması gerek.
Sağlık, dediğimiz, biyolojik, psikolojik, sosyal sağlık durumunun üçünün de gerçekleşmesi demek. F Tipi cezaevlerinde bu üçlünün her boyutunda bir zedelenme olmaksızın kalınması mümkün değil. Dolayısıyla bu üç alanı da ilerletmek gerekiyor. Duyusal uyaranların, sosyal, insan insana ilişkinin ve aktivite olanaklarının artırılması.
|
Bu konuda 1800'lerin sonundan başlayan çalışmalar var. Toplumsal ilişkilerin kısıtlandığı, duyusal kısıtlılığın aşırılaştığı noktalarda ne olduğu biliniyor.
Tecrit ve duyusal yoksunluğa dair deneysel çalışmalar, 1950'ler civarında, Kore savaşı sonrasında başlıyor. Astronotların uzaydaki koşulları, kutuplarda çalışanlar için de araştırmalar yapılıyor. Bu konudaki bir başka veri kaynağı da, yüksek güvenlikli cezaevlerindeki araştırmalar.
* Agresyonu, gerginliği son derece yükseltiyor. Öfke kontrol sorunlarına yol açıyor. Dolayısıyla tecrit sistemi kendi içinde çelişiyor.
* Gerçeklik hayal ayırımında güçlükler yaşayabiliyor. Halüsinasyon, illüzyon başlayabiliyor. Olmayan kokuyu, sesi duymak, olmayan görüntüyü görmek gibi. Uyaransız kalan beden kendi uyaranlarını yaratıyor.
* Sosyal ilişki kurma becerilerinde ciddi yıkım yaratıyor. Kişi sözel yeteneklerde sorun, ifade, konuşma güçlükleri yaşıyor.
* Ciddi anksiyete, gerginlik sorunlarına yol açıyor. Kabus görme, kendini yorgun hissetme, el titremesi, terleme, çarpıntı gibi.
* Fiziksel olarak ciddi kilo değişiklikleri, beden ağrıları, iştah, yeme bozuklukları yaşıyor. Aşırı uyuma, az uyuma gibi farklılaşmalar oluyor.
* Depresyon eğilimleri ortaya çıkabiliyor. İntihar eğilimlerini ciddi oranda artırabiliyor.
|
* Düşünsel fonksiyonlarda, dikkati toplamada, düşünce sistemini izlemekte güçlük, unutkanlık yaşıyor.
* Ses ve ışık gibi uyaranlardan ciddi oranda rahatsızlık duyma başlayabiliyor.
* Kendilik algısı ve kendiliğe ilişkin sınırlarda zedelenme oluyor.
F Tipi ve tecrit koşulları neden insan hakları ihlali?
Bu, insanın biyolojik, psikolojik, sosyal bütünlüğüne devlet eliyle zarar verilmesidir ve.çok açık bir insan hakları ihlalidir. Bunu bu bağlamda, bu kadar net konuşmalıyız. Çünkü, tecrit kişinin psikolojik, sosyal, biyolojik bütünlüğüne saldırıdır.
Türkiye hücre tipi cezaevinde ne ilk, ne de son ülke. ABD'den başlayan Avrupa'dan yayılan bir uygulama bu. Güney Afrika'da Nelson Mandela tecrit uygulanan en büyük cezaevlerinden birinde tutuluyordu. Brezilya'da da benzeri kurulmuş durumda. Devletler bunu transfer ediyor.
Devletler bu konuda görüş birliğinde olabilir. Ama tüm insan hakları hareketlerinin ortaya çıkması gibi, bilim insanlarının ve halkın ne dediği çok önem taşıyor. Devletlerin ne dediğine baksaydık, cezaevlerinde Ortaçağ uygulamaları sürüyor olurdu.
Oysa çok değişik ülkelerden,çok değişik dallardan bilim insanı bu alanda çalışmış durumda. Sadece tıp çevreleri değil, mimarlar, sosyologlar, tarihçiler de var.
Son beş yıldır bazı uluslararası raporlarda da -hâlâ flu olan- küçük düzenlemeler var. Burada, hücre tipi cezaevi varsa, insan ilişkilerine izin vermek, sosyal ortamlar yaratmak, duyusal duyarlılığın artırılmasının gerekliliğinden söz ediliyor. Eğer bu çabalar olmazsa, hücre tipi hapishaneler bir insan hakları ihlalidir vurgusuna sahip açıklamalar yapılmaya başlandı. (TK)